TÜRKİYE’DE DENİZCİLİK SEKTÖRÜNDEKİ SON GELİŞMELER ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Türkiye’de Denizcilik Bakanlığı ve Sivil Toplum Kuruluşları

Başta savunma ve ticaret olmak üzere, barındırdığı pek çok sektör açısından denizcilik, tüm ülkeler için vazgeçilmez bir ekonomik, siyasi ve askeri güç alanıdır. İnsanlığın başlangıcından beri bu durum yaşanmış tarihi olaylarla sabittir. Türk toplumu olarak halen içselleştirip uygulamadaki gereklerini yerine getiremiyor olsak da Barbaros Hayrettin Paşa’nın “Denizlere hâkim olan Cihana hâkim olur” doktrini kendisinden yaklaşık 400 yıl sonra bir hakimiyet teorisine dönüşmüştür. Amerikalı deniz subayı Alfred Thayer Mahan 1890 yılında yayınladığı “The Influence of Sea Power upon History, 1660-1783” adlı eserinde Barbaros’un doktrinine dayanan deniz hakimiyet teorisinin temellerini ortaya atmış ve sonrasında bu teori strateji haline getirilerek ABD’nin bugünkü dünya gücüne ulaşmasına büyük katkı sağlamıştır.

Her ne kadar gerekli dersleri alamasalar da toplumlar, gerek ticari gerekse askeri açıdan denizciliğin önemini yaşadıkları değişik dönemlerde başlarına gelen önemli olaylarla daha da iyi anlayabilme imkanı bulmaktadır. Bizim tarihimiz de bu tip olaylarla doludur. Yakın tarihimize baktığımızda, Birinci Dünya Harbi, Çanakkale Savaşları ve Kurtuluş Savaşı dönemlerinde vatan savunmasında denizlerin ve denizciliğin ne denli önemli olduğu çok net bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bu evrede bir taraftan Çanakkale Boğazı savunulurken diğer taraftan da Karadeniz’de silah, cephane, asker ve askeri malzemeler taşımak suretiyle Batı Cephesine destek olmak için mücadeleler verilmiştir. Bilindiği üzere Nusret mayın gemisinin sağladığı başarı savaşın kaderini ve dünya tarihini değiştirmeye sebep olmuştur.

Yine o dönemlerde İstanbul işgal altındayken, Ulu Önder Atatürk Kurtuluş mücadelesi için ilk hareketi, Bandırma Vapuruyla İstanbul’dan Samsun’a geçerek başlatmıştır. İstanbul’dan ayrılışı esnasında düşman zırhlıları arasından geçerken beraberindeki 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği karargahı mensuplarına “Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri tek şey madde. Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz Anadolu’ya ne silah ne cephane götürüyoruz; biz ideal ve iman götürüyoruz” söyleminde bulunması Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla sonuçlanan o kurtuluş mücadelesinin nasıl başlatıldığı ve taşıdığı ruhu çok net yansıtmaktadır. Aslında bizim bu günlere ulaşmamızı sağlayan o yüce ruhu taşıyan Bandırma Vapuru vesilesiyle de denizlerin önemini bir kez daha önümüze sermektedir.  

Her açıdan örnek alınacak ve yaşadığımız yüzyılın en büyük lideri; Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk pek çok konudaki müthiş ileri görüş yeteneğine denizcilik alanında da sahipti. Sadece askeri açıdan değil denizciliğin ulaşım ve ekonomi anlamındaki getirilerini çok iyi bilen Ulu Önder denizci ulus olmanın özlemini çekmekte ve bu konuda da çalışmalar yapmaktaydı. Bu kapsamda bağımsız bir denizcilik bakanlığı kurulması için çeşitli girişimlerde de bulunmuştur. Lakin o dönemin zorlu koşullarında milli müdafaanın ikiye bölüneceği ve maddi imkansızlıklar gibi endişelerle yakın kurmayları arasında bu fikre karşı çıkanlar da olmuştur.

11-21 Eylül 1924 tarihleri arasında Atatürk, Cumhuriyet Donanmasının ilk denize çıkan gemisi olan Hamidiye Kruvazörü ile çıktığı Karadeniz seyahatinde “Donanmasız Anadolu olmaz. Donanmadan yana kuvvetli olmak Türkiye’nin savunması için şarttır. Donanmamız izlediğimiz politikanın da kuvvetli desteği olacaktır” şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. Mevcut tüm imkansızlıklar ve olumsuz eleştirilere karşın, bu seyahatten 3 ay sonra, Atatürk’ün talimatıyla, Fethi Okyar’ın başkanlığındaki Cumhuriyetimizin 3. Hükümeti bünyesinde Milli Müdafaa Vekâletine bağlı Bahriye Dairesi Reisliği yerine 30 Aralık 1924’de bağımsız bir Bahriye Vekâleti kurulmuştur.  Yeni Bakanlığa Milli Mücadeledeki askeri görevinden dolayı Topçu İhsan namıyla tanınan ve Ulu Önderimizin çok değer verdiği hukukçular arasında bulunan Osmaniye Mebusu İhsan Eryavuz getirilmiştir. Bu yeni Bakanlığın önemine vurgu için İhsan Bey’e özel bir üniforma da hazırlatılmıştır. Uzun bir süre bu üniformayı giyen İhsan Bey Ankara’da ve ülke genelinde gündemde olmuştur.
Ulu Önder bu evrede denizcilik politikamızla ilgili olarak “Dış pazarlardan satın alınan gemiler ile donanma yapılamadığını siz de biliyorsunuz. Donanma sadece kıyı koruyacak bir kuvvet değil, bundan daha önemli olarak deniz yollarının güvenliğini sağlayacak bir kuvvettir. Anadolu’da yaşadıkça bu bakımdan ihtiyacımız daha büyüktür. Evvela çekirdek bir donanma yapmakla yetinip, deniz sanayi ve ticaretini geliştirmeliyiz. Bundan sonra memleket sanayinden fışkıracak donanmayı yapmak da kolay olacaktır. İlk beş senede kendimizi toplayıp devrimleri yaparız, ikinci beş senede dünyaya kendimizi tanıtırız. Üçüncü beş senede İngiliz Kralını yurdumuzu ziyaret ettiririz.” yorumunu yapmıştır.

 Daha kuruluş aşamasında bile pek çok eleştiri toplayan bu bakanlığın ömrü maalesef çok fazla olamamış ve tarihe “Yavuz-Havuz” diye geçen bir olay gerekçesiyle bu bakanlık 1927 sonunda İsmet İnönü’nün başkanlığında kurulan 5. Hükümet döneminde kaldırılmıştır. Bakan İhsan Beyin ilkleri bununla da sınırlı olmayıp Yüce Divana gönderilen ve suçlu bulunarak cezalandırılan ilk Bakan olarak da Cumhuriyet tarihimize geçmiştir. Diğer yandan yakın komşumuz Yunanistan’da ise aynı dönemlerde bu bakanlık kurulmuş ve geldiğimiz günde komşumuzun ve bizim denizcilikte ulaştığımız noktalar ortadadır. Yaklaşık 3 yıl süren bu evreyi düşündüğümüzde sanki zoraki olarak kurulmuş bu bakanlık oldubittilere getirilerek mi yoksa zaruri bir gereklilikten dolayı mı ortadan kaldırılmıştır? Bu konuda değişik kaynaklar değişik yorumlar yapmaktadır. Kanaatimce bu evre arşiv kaynaklarından araştırılarak tüm detaylarıyla ortaya çıkartılmalıdır. Bu noktada da özellikle denizci ve tarihçi akademik çevrelere büyük görevler düşmektedir.


Yaşanan tüm olumsuzluklara karşın Ulu Önderimizin denize ve denizciliğe olan ihtiyaç bilinci hiç eksilmemiştir. Yukarıda bahsedilen politika kapsamında İngiltere Kralı VIII. Edward 3-6 Eylül 1936 tarihleri arasında Atatürk’ün resmi davetlisi olarak Türkiye’yi ziyaret etmiştir. 6 Eylül 1936 günü Moda koyunda yapılan yelken ve kürek yarışlarını Ertuğrul yatında birlikte izlemişlerdir. Ayrıca Florya plajında denizde mayo ile çekilmiş fotoğraflarını gazetelerde yayınlatarak halkımızı denizden yararlanmaya çağıran ilk kişi de Atatürk’tür.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki bu önemli ve hareketli evreden sonra denizcilik idari yapısı çeşitli değişikliklere uğrayarak günümüze ulaşmıştır.  Hepimizin çok yakından takip ettiği üzere son yıllarda denizcilik alanında ülkemizde önemli değişiklikler, düzenlemeler, gelişmeler yaşanmaktadır. Özellikle son zamanlarda neredeyse her gün, yeni bir düzenleme veya bir değişikliğe tanıklık ediyoruz. Hatta bu dönemde yaşananları, Cumhuriyetin kurulduğu o ilk yılları hariç tutarsak, denizcilik alanında Cumhuriyet tarihimizdeki en hareketli dönem olarak nitelendirebiliriz. Bilindiği üzere ülkemizde denizcilik idari yapısında köklü bir düzenleme yapılarak Denizcilik Müsteşarlığı kapatılmış ve Ulaştırma Bakanlığı yerine Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı kurularak denizcilik idari yapısı bu bakanlığın kapsamına girmiştir. Yeni bakanlığımızın her ne kadar mevcut idari yapısının nasıl işleyeceği konusunda bir fikrim olmasa da üzerine çok büyük sorumluluklar düşeceğini söylemem hiç de abartı olmayacaktır. Umarım denizcilik ifadesi sadece bakanlık adına eklenmiş bir terim olarak kalmaz ve denizcilik sektöründe dünyada gelişmiş ülkelerin idari yapısının örnek alındığı ve uygulamanın da bu yönde olacağı yeni, etkin ve proaktif bir yapıda faaliyetlerini sürdürür.

Yalnız şu noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Denizcilik idaresinde yapılan bu değişiklik öylesine hızlı ve kapalı kapılar arkasında gerçekleşti ki kendimizi birden bire bu yeni yapının içinde bulduk. Tıpkı bunun gibi, son yıllarda günlük hayatta onları uygulayacak meslek uzmanlarından ve ilgili sivil toplum kuruluşlarından görüş alınmadan hazırlanan bazı yeni düzenlemeler, uygulanmak üzere, yürürlüğe girmektedir.  Uygulamadan doğacak tüm sorumluluğu üzerine alacak olan konunun uzmanları ve STK görüşlerinden mahrum bu düzenlemelerin uygulanmasında haliyle aksaklıklar ve sorunlar yaşanmaktadır. Hatta çözümsüzlükten bazı olaylar mahkeme boyutlarına taşınabilmektedir.

Aslında işbirliği içinde ve ortak çalışma esasına dayanılarak yapılması halinde hiçbir sorun yaşanmayacağı ya da en az sorunla ideale yakın hale getirilebilecek bu takım düzenlemelerde neden bunun aksi bir tutum izlenildiğini anlamak oldukça zordur.
Yıllarca denizcilik idari yapısında deniz kökenli uzmanların olmadığından şikâyet edilmiştir. Günümüzdeki yapıya baktığımızda ise bu kadrolarda deniz kökenli uzmanların sayısının oldukça fazla olduğunu görmekteyiz. Siyasi zorunluluklardan mıdır; o koltuklarda bulunan meslektaşlarımızın maalesef uygulamadaki pratikleri unuttuklarından mıdır yoksa göremediğimiz başka gerekçelerden midir bilinmez, nedense yapılan yeni düzenlemelerin pek çoğu deniz emekçilerinin aleyhine gerçekleşmektedir. Sistem içinde tüm bu olumsuzlukları görüp bunları eleştiren veya düzeltici yönde raporlama yapmaya çalışanlar ise maalesef ya tenzili rütbeyle, ya sürgünle ya da çalışmalarının engellenmesi gibi sorunlarla karşılaşmaktadır. Aslında teknik çalışmalara dayalı bu tip raporlamalar değerlendirilip mükâfatlandırılması gerekirken maalesef bunu yapan kişi ve meslek gurupları aksine cezalandırılmaktadır. Bu tip sorunlarla karşılaşan kişi veya meslek guruplarının çoğu yanlış uygulamayı yapan şahıs ve kişiler yerine kurumlarına küsebilmekte ve olaylara karşı ilgisiz ve tavırsız kalabilmektedir. İşte bu noktada da bu kişi ve guruplara destek olacak sivil toplum kuruluşlarının önemi ortaya çıkmaktadır

Denizcilik sektöründe ortak özelliklerinin denizci olmalarının yanında farklı uzmanlık alanlarına sahip değişik STKlarımız mevcuttur. Bunların her biri değişik yönlerden ülke denizciliğimizin gelişmesi ve üyelerinin menfaatlerinin korunmasına yönelik büyük mücadeleler vermektedir. Hatta denizcilik alanında daha etkin faaliyet gösterebilmek ve güç birliği oluşturmak düşüncesiyle denizci sivil toplum kuruluşlarından önde gelen bir gurup birleşerek Denizcilik Federasyonu’nu da kurmuştur. Yakın bir gelecekte denizcilik sektöründe mücadele veren diğer sivil toplum kuruluşlarının da katılımlarıyla bu yapı çok daha güçlü bir hale gelecektir. Dünya denizlerinde Türk Bayrağımızı yıllarca şanla şerefle dalgalandıran Türk denizcileri tüm kısıtlı imkânlarına karşın bugün de o şanlı Bayrağımızı denizcilik alanında tüm dünyada en üst noktalara ulaştırmak için sivil toplum kuruluşları çatısı altında mücadele vermektedirler. Tüm denizci STKlar ülke denizciliğimize katkı için ne gerekiyorsa yapmakta ve sürekli kendilerini geliştirmeye çalışmaktadırlar. Bu noktada İdari yönetimlerin de denizciliğimizi topyekûn kalkındıracak iş birliği içinde görüş alış verişine dayalı ortak çalışma ortamları oluşturarak bu yapıya katkı sağlamaları halinde ülke denizciliğimizin ilerlemesinin önünde hiçbir engel duramayacaktır.

Dünya tarihi boyunca büyük başarılara imza atmış şanlı Türk denizcileri yaptıklarıyla ve Ulu Önderimiz 1937 yılında TBMM’de yaptığı konuşmada "Denizcilik yalnız seyrüsefer işi değil, iktisadi iş olarak da anlaşılacak; tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz sporları kulüpleri kurulacak ve himaye edilip geliştirilecektir. Çünkü topraklarının nihayeti deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve azminin hududu çizer. En uygun coğrafi vaziyette ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; sanayi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci ulus yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu güçten yararlanmasını bilmeliyiz. Denizciliği Türk'ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız!" diyerek bize hedefimizi göstermiştir. Bundan sonrası, tarihimizi iyi anlayarak, bizlerin işbirliği içinde ortak çalışma iradesini gösterip gösteremeyeceğimize bağlıdır.

Editör: TE Bilişim