Struma Gemisi’nin Batışının 72. Yılı

 

Türkiye İkinci Dünya Savaşı’nda "Aktif Tarafsızlık" izlemiştir. Çevresinde ve özellikle denizlerindeki kanlı boğuşmalara  - ulusal egemenliğini dikkate alarak  - insani yardımlar yapmıştır. Bu insani yardımlar elbette ki devlet yöneticilerine büyük sorumluluklar yüklemiş, beraberinde de uluslararası sorunlar getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti savaş sırasında, Boğazlar’dan geçiş yapan gemi trafiği, kısaca "Toros Ekspresi" olarak bilinen ve İstanbul-Halep istikametindeki demiryolu ulaştırması, İstanbul-Bağdat demiryolu ulaştırması ve Karadeniz’deki limanlardan Filistin’e  giden denizyolu ulaştırması ile uğraşmıştır. Ancak gerek Toros Ekspresi ve gerekse Karadeniz-Filistin deniz ulaştırması bölgeden kaçan Yahudilerin İsrail’de toplanmasına yöneliktir. Biz aşağıda Karadeniz’den Filistin’e gitmekte iken İngiltere’nin talimatı ile İstanbul’da durdurulan ve daha sonra Romanya’ya gönderilen ancak Romanya yerine Şile açıklarına getirilen Sovyet denizaltısı tarafından batırılan Struma gemisini anlatacağız.

 

Yahudilerin en acılı günlerinden birisi şüphesiz Struma gemisinin 24 Şubat 1942 günü 761 Yahudi göçmeni ve 8 mürettebatı ile (toplam 769) İstanbul boğazı yaklaşma sularında Şile Feneri açıklarında batırılıp yolcu ve mürettebatın -bir kişi hariç- tamamının ölmesiydi. Tartışmaları hala devam eden Struma gemisi Panama bandıralıydı ve Panama’nın Almanya’ya savaş ilan ettiği 12 Aralık 1941 günü Romanya’nın Köstence limanından ayrılarak 15 Aralıkta İstanbul’a gelmişti. 1830 yapımı, 46 m boyunda 148 Net, 226 Grostonluk Struma gemisi daha önce Tuna nehrinde hayvan taşımacılığında kullanılmıştı. Sofya’daki Siyonist Thedora Herzl Kulübü başkanı, Dr. Baruch Konfıno Struma’yı Bulgaristan’dan satın almıştı ve makineleri açık denizler için yeterli olmadığı gibi tekne, yolcu taşımaya hele 769 kişiyi taşımaya hiç uygun değildi. Filistin yolculuğu için hazırlıklar Eylül 1941’de başlamıştı. Romanya’da çeşitli gazetelerde yayınlanan ilanlarla lüks kamaralar (!) için 350 bin normal yerler için 200 bin ley karşılığında yolcu kabul ediyordu. Yolculuk için Siyonist Teşkilatı Aliyah Komitesi’ne başvurulması istenmekte idi. Komite 13 Eylül 1941’de Romanya İçişleri Bakanlığından Struma gemisi ile Filistin’e gitmek isteyenlere izin almıştı. Filistin’e göçmen kabulü İngiltere’nin kontrolünde idi ve bu tarihlerde  Struma’nın Filistin’e kabul edilmes mümkün görülmüyordu. Nitekim İngiltere’nin Filistin ve Ürdün bölgeleri Yüksek Komiser sir Harald Mac Michael 9 Ekim 1941 günü Struma’nın Filistin’e gelmesinin önlenmesi için İngiltere Sömürgeler Bakanlığından talepte bulunmuştu. Montreux sözleşmesi her ne kadar ticaret gemilerinin geçişlerini serbestliyor ise de sözleşme Türkiye’ye "Sağlık Kontrolü Yapma Yetkisi" vermekte idi. Türkiye sağlık gerekçesi ile Struma’yı durdurabilirdi. İngiltere Türkiye’den geminin Boğazlar’dan geçirilmemesini istedi.

 

Yolcuların kontrol edilerek gemiye yerleştirilmesini tamamlayan Struma 12 Aralık 1941 günü Bulgar Kaptan Emil Paraschivescu idaresinde Köstence’den ayrılmıştı. Yolda birkaç kez arıza yapmış nihayet Boğaz ağzında Alemdar adlı Türk römorkörünün yedeğinde Sarayburnu açıklarında demirlemişti.(1)                                                                                                                                 

Bilindiği gibi bu tarihler Türkiye’nin "Savaş Hazırlığını En Üst Düzeyde"  tuttuğu günlerdi. Almanya Balkanlar’ı işgal etmiş, 22 Haziran 1941’den beri de başarılı biçimde Rusya içlerine doğru ilerliyordu. Öte yandan Boğazlar ağ ve manialar ile kapatılmıştı. Geçiş yapacak gemiler ya kılavuzlanıyor yahut ta römorkörlerle çekiliyordu. Struma bu nedenle romorkör eşliğinde bir kılavuzlanarak Karaköy’e getirildi. İngiltere’nin Filistin’e kabul etmediği Struma gemisi varış limanı belli olmayan ve İstanbul’a iltica etmiş bir gemi durumunda idi. Aslında Yahudilerin de istediği de buydu. Türkiye göçmenleri bir müddet İstanbul’da ki Yahudi vatandaşlarının yanında bulunmalarına, izin vermeli ve daha sonra vizeler açılınca trenle veya başka bir gemiyle Filistin’e gönderilmeli idi. Oysa Türkiye bu konuda kendi başına değildi, bir taraftan Almanya’nın diğer tarafta İngiltere’nin onaylamadığı bu iltica olayını kabullenemezdi. Yukarıda anlattığımız gibi, Türkiye’nin, İngiltere’nin onay vermediği bir konuyu kabullenmesi zaten beklenemezdi. Böylece 15 Aralık’ta Sarayburnu açıklarında demirleyen Struma’nın tekrar Karadeniz’e çekildiği 23 Şubat’a kadar 70 günlük acı dolu çilesi başlamış oluyordu.

 

 İngiltere bu günlerde Kuzey Afrika’da Almanya ve İtalya ile yaptığı savaşta Arap desteğine ihtiyaç duymakta idi. Bu nedenle Araplara hoş görünmek için zaman zaman bazı Yahudi göçlerinde olumsuz tavırlar sergiliyordu. İngiltere’nin bir endişesi de Filistin’e yönelik Yahudi Göçmen Akını’nın Almanlar tarafından organize edildiği idi. Yahudi göçmenlerin planlanandan fazla gelerek Filistin’de yığılması buradaki kontrolün de kaybedilmesi demekti. Zaten sosyal imkânları sınırlı olan Filistin’e göçmen görünüşü altında her türlü insan gelebilirdi ve Almanlar bu işi çok iyi biliyorlardı. Avrupa’da ki işgallerinde bu hususu çokça kullanmışlardı.İngiltere, bu nedenle Filistin de kontrolü elden bırakmak istemiyordu. Sonuçta Türkiye müttefiki olan İngiltere’nin görüşleri doğrultusunda hareket edecekti. Öte yandan Türkiye’nin batısı (Balkanlar, Ege Denizi) ve kuzeyi (Sovyet Rusya) Almanya’nın işgali altında idi. Ve Alman kuvvetleri bu sırada Rusya’da çok başarılı savaşlar veriyorlardı. İngiltere, Struma daha Romanya’dan çıkarken Türkiye’yi bilgilendirmiş ve geminin Çanakkale’den Ege’ye bırakılmamasını istemişti.(2)

 

Struma gemisi kaptanı Filistin yolculuğu için Çanakkale Boğazı’ndan itibaren Türk savaş gemilerinin kendilerini korumalarını istiyordu. Kaptan bir yerde haklı idi, çünkü 6 Nisan 1941’den beri Ege ve Doğu Akdeniz Almanlar tarafından "Savaş Alanı" ilan edilmişti. Aslında kaptanın ve/veya geminin bağlısı olduğu acentenin talepleri hep politikti. Geminin makineleri arızalı ve onarıma ihtiyaç vardı. Bu haliyle Filistin’e gidemezdi. Onlar yolcuların bir başka gemiyle veya Toros Ekspresi ile Filistin’e gitmesini dahası bu insanların Türkiye’de kalmasını istiyorlardı. Tabi İngiltere vizesi için İstanbul’da beklemek kaydı ile. Nitekim gemi kaptanı 10 Ocak 1942 günü İstanbul valiliğine verdiği dilekçede son derece eski olan bu gemiyle Filistin’e gidemeyeceğini belirtmişti. Zaten Struma yolcuları Bulgar Kaptandan da ümit kesmişlerdi. Geminin Deniz Yolları İdaresine bağlı Havuzlar ve Fabrikalar Müdürlüğü tarafından onarımından sonra Türk kaptan ve tayfalar ile Filistin’e gidilmesini istiyorlardı. Bunun için İstanbul Yahudi Yardımlaşma Cemiyetinden (Sohnut) yardım istemişlerdi. İstenen yardımlar arasında geminin telsiz ve görünür ve haberleşme gereksinimleri de vardı. Gemi denizcilik yönünden son derece cılızdı. Öyle ki gemi gece yerini belirleyecek işaret bile çekemiyordu. Kıyı ile telsiz görüşmesi hiç yapamıyordu.(3)

 15 Aralık 1941’de bir Türk römorkörü ile Sarayburnu açıklarına çekilen Struma, İstanbul’dan ayrıldığı 23 Şubat 1942 tarihine kadar demir atmış vaziyette burada kaldı. Gemiye "Karantina" bayrağı (sarı bayrak) çekildi ve ne yolcuların karaya çıkmasına ne de dışarıdan kimsenin gemiye girmesine izin verilmedi.

                                                                                                                                

Ayın Tarihi,S.100,S.38

Salamoviç Medea adlı 21 yaşındaki Yahudi yolcu geçirdiği bağırsak enfeksiyonu nedeniyle Balat’taki Orhayim hastanesine gönderilmiş, tedavisinden sonra 16 Şubat günü gemiye dönmüştü. Bu

arada İstanbul Liman Başkanlığı uzman (sörvey) kurulu gemiyi kontrol ederek geminin havuzlanması ve büyük bir onarıma girmesi gerektiğini bildirdi. Bu işlemler Denizyollarının Havuzlar ve Fabrikalar

Müdürlüğü’nün Haliç’te bulunan tesislerinde yapılacaktı. Ancak böyle bir durumda öncelikle yolcuların gemiden çıkması gerekiyordu. Dahiliye Vekaleti buna izin vermedi. Sadece Kızılay ve Yahudi Yardım Cemiyeti’nin Struma’ya gıda ve ilaç yardımı yapmasına izin verdi. Ama ne var ki gemi bir hurda durumunda idi, üstelik o yıl kış çok ağır geçiyordu. İstanbul’un bazı semtlerinde 3 metreyi bulan kar yağmıştı. Trakya’da sıcaklıklar – 40 º kadar düşmüştü. Yolcular geminin bazı tahta aksamını ve/veya gelen gıda malzemelerinin sandıklarını yakarak ısınıyorlardı. Üç günde bir çay dağıtılıyordu. Gemide ilaç yerine hahamlarca gönderilmiş bir bidon sirke kullanılıyordu. Hasta olanlar bundan bir kaşık içiyorlardı. Gemi tuvaletleri son derece yetersizdi bu nedenle gemi pislikten uzaktan bile geçen tekneler tarafından fark edilecek biçimde kokuyordu. Aynı şekilde yataklarda yetersizdi. Yolcular ya sırayla yahut ta aynı yatakta iki kişi birden yatıyordu. Zaten Struma’nın yakınından geçen tekneler gemiden devamlı yardım isteyen afişler ve/veya bağrışmalara olabiliyordu.

 

Bütün bunlara rağmen gemide zamanın kolay geçmesi için bilgilendirme toplantıları ile çocuklar için eğlence faaliyetleri yapılıyordu.İki müzisyen geceleri konserler veriyordu. Gündüzleri ise, Yahudi Tarihi, Yahudi Edebiyatı gibi genel kültür dersleri veriliyordu. Struma’dakilere İstanbul’dan da moral desteği veriliyordu. İstanbul Yahudi Cemaati gençleri gemiye sandallarla yiyecek ve diğer yardım malzemeleri getiriyordu. Bir grup İstanbullu Yahudi genç gemide dindaşları ile dayanışma içinde olduklarını simgelemek için Sarayburnu’nda ateş yakmışlardı. Ateş 23 Şubat’a kadar devam edecektir.Yahudi Yardım Kuruluşları bütün gayretleri ile bir taraftan Struma’ya gıda ve sağlık malzemesi ile battaniye ve elbise gibi malzemeler gönderirken, diğer taraftan da mültecilerin tren yolu ile Filistin’e gitmeleri için bütün makamları zorluyordu.(4) Yahudi göçmenlerin trenle gitmeleri yani "Transit vize almaları" İngiltere’nin iznine bağlı idi. Ama ne var ki İngiltere bu izni vermiyordu.

 

Yolculara gıda, sağlık ve benzeri gereksinimleri o küçücük gemide yapılmıştı. Ve yolcuların hiç biri karaya çıkarılmamıştı. Sadece Madea Salamowitz adlı hamile bir yolcu (kanama geçiriyordu) hastaneye gönderilmişti. Bir de İngiltere’nin vize verdiği 5 kişilik Segal ailesi İstanbul’dan Toros Expresi ile Filistin’e gitmişti.(5)Martin Segal; Secony veya şimdiki adıyla Oil-Mobil Şirketini Romanya’daki müdürüydü. Secony’in Türkiye genel müdürü Walker,Şirketin Türkiye temsilcisi Vehbi Koç ile Ankara’da görüşmüş, İngiltere’den vizeleri alınan Segal ailesi için resmi makamlardan izin almasını istemişti. Bunun üzerine Vehbi Bey Emnişyet Genel Müdürlüğü’ne giderek İhsan Sabri Çağlayangil ile görüşmüştü. O sırada bir şube müdürü olan Çağlayangil, V. Koç’a bu sorunun halen İçişleri Bakanı olan Faik Öztrak tarafından çözülebileceğini anlatmıştı. Kurban Bayramı’nın birinci günü Faik Öztrak’ı ziyaret eden Vehbi Koç durumu anlatmış ve gerekli izni almıştı.                                                                                                                    

 Bakan telefonla ilgililere emir vererek Segal ailesinin Struma gemisinden indirilmesini ve Toros Ekspresi ile Hayfa’ya gitmelerini sağladı.(6) Görüldüğü gibi İngiltere’nin vize verdiği göçmenlerin gemiden çıkışlarında ve Filistin’e gidişinde bir sorun olmuyordu.

Ama ne var ki Struma’da bulunan yolcuların hemen tamamı Filistin için vizelerinin olmadığını bilmiyordu. Yahudi Yardım Teşkilatınca kiralanan son derece eski gemiyi Türkiye, Boğazlar’dan bıraksa bile Ege ve Akdeniz’de bir kazaya uğrardı. Anlaşılan bu şekilde İstanbul’a gelen bir kısım Yahudi Göçmenler, İstanbul’da Toros Ekspresine veya başka bir gemiye "Aktarma" olmuştur.Ne yazık ki bu konuda elimizde yeterli belge bulunmamaktadır. Bu olay’dan 7 ay kadar sonra Dahiliye Vekaleti’nin  9.10.1942 tarih ve 45802  sayılı yazısının 2. Maddesi  bizim değerlendirmemizi doğrulamaktadır.2. Madde aynen şöyledir.

"……..Bu Yahudilerin gayeleri’nin Türkiye’de kalmayı temin etmek olduğu tahakkuk etmektedir. (anlaşılmaktadır) Esasen bindikleri gemilerin kaptanları, bunları limanlarımıza çıkarmak üzere pazarlık ettikleri gibi Romen olan kaptanlar, Suriye ve Filistin’e gittikleri takdirde savaşan devlet vatandaşı olduklarından esir edilebileceklerinden bahisle seyahatlerine devam etmeyerek, gemilerini sahillerimize bırakıp, Romanya’ya dönme taleplerinde bulunmaktadırlar. Hatta gemi ve motorlarını kasten bozmakta veya teknelerini sahillerimizde karaya oturtmaktadırlar……"(7)

 

Nihayet Struma’nın makinelerinin onarımına 5 Şubat günü başlandı. Makinelerin onarımı İstanbul’a  gelişlerinden 70 gün sonra 23 Şubat 1942 günü tamamlanmış ve İstanbul Liman Başkanlığı uzmanlarının  da nezaretinde takılmış, çalıştığı tespit edildikten sonra teslim edilmişti.Aynı gün öğleden sonra, İstanbul liman yetkilileri gemiye gelerek Struma’nın  Karadeniz’e geri götürüleceğini  söylemişlerdi. Yahudi göçmenlerin bağırıp çağırarak yaptıkları itirazları üzerine, Alemdar adlı Türk römorkörü polis marifetiyle Struma’nın demirini kesip yedekleyerek Karadeniz’e çıkardı. Aynı günü gecesi saat 20.00’da Şile feneri açıklarında kıyıdan 5 mil açıkta gemiyi serbest bıraktı. Gemiden tek kurtulan David Stoiler’in anlattıklarından anlaşıldığına göre gemi, Karadeniz’de bir limana gidecekti, makineleri de bunun için onarılmıştı. Türk yetkililer bu hususu gemi kaptan’ına anlatmışlardı. Ama ne var ki gemide bulunanlar Struma’nın makinelerini tekrar bozmuştu bu sayede İstanbul’da kalışın uzayacağını umuyorlardı. Struma Şile önlerine geldiğinden 4 saat sonra 24 Şubat günü saat 02.00’da bir denizaltının attığı torpido ile battı. Bir kişi (David Stoliar adlı 21 yaşında bir genç) kurtuldu, diğerleri boğuldu.(8)

 

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Struma’da hayatını kaybedenlerin akrabaları Almanya’dan tazminat almak üzere İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdular. Almanya olay saatinde orada hiçbir deniz altısının olmadığını ispatlamıştı. Yapılan araştırma sonunda Struma’yı Alman denizaltılarının batırmadığı anlaşıldı. Konuya açıklık getiren Sovyetler Birliği’nin 1978 tarihli belgesi olmuştur.

1978 yılında SSCB Savunma Bakanlığının yayınladığı bir kitaba göre, Struma bir Sovyet denizaltısı tarafından batırılmıştı. Kitapta olay şu şekilde anlatılmaktadır.                                                                                                                           

24 Şubat 1942 günü sabah erken saatlerde Sheh – 23denizaltı 7000 ton civarında ve korumasız seyreden düşman taşıma gemisini gördü.1200 yarda (1000 m) mesafeden hedefi vurdu ve hedef battı. Böylece Sovyet denizaltı personeli örnek alınacak bir cesaret sergilediler.(9) Her ne kadar geminin tonajı Struma’ya uymuyor ise de olayın geçtiği yer ve zaman Struma’nın batırılışının Sovyet denizaltısı tarafından olduğu kanısını vermektedir.

Rusya bu tarihten Almanya ile kıyasıya savaşmakta idi. Ve "Ne Pahasına Olursa Olsun" Türkiye’nin Almanya ile savaşmasını istiyordu. Çünkü Türkiye Almanya ile savaşırsa hem Alman kuvvetleri bölünecek hem de Rusya’nın kurtarma bahanesi ile Türk topraklarına daha kolay girmesi sağlanacaktı. Rusya’nın Alman denizaltısı görünümünde olarak Karadeniz’de saldırılar düzenlenmesi ilk değildi. Bunun başka örnekleri de vardı. Aynı gece(24 Şubat gecesi) Bulgaristan’dan dönen Çankaya Motoru, yine Sovyet denizaltısının hücumu ile batırılmıştı. Bu konuda Türk Dışişleri Bakanlığı’nda araştırma yapan Bilal Şimşir’e göre; Rus denizaltısı Struma’yı ararken aynı tonajdaki 22o tonluk Çankaya’yı 24 Şubat günü saat 01.00 sularında top ateşiyle, ertesi gün saat 10.00 sularında da Struma’yı torpido atışı ile batırmıştı.(10)  Öte yandan Almanya’nın Ankara Büyükelçisi F. Von.Papen’e yine aynı tarihte yani 24 Şubat 1942 günü yapılan suikast konumuza ait diğer bir örnektir. Bu üç olayda da Rusya’nın parmağı vardır.

 

Bizim Struma’nın batışı ile ilgili değerlendirmemiz şu şekildedir: Türk Hükümeti Struma’nın  makinelerini tamir ettirdikten sonra bir römorkör ile Şile önlerine göndermişti. Struma’nın yolcularını Türk kıyılarındaki herhangi bir yerde sessiz sedasız kıyaya çıkarmasını istemişti. Bu bölge bilindiği gibi kumluk yani plaj durumundadır. Gemi yaklaşık 1-1,5 metrelik su kesimi ile karaya oturur, yolcular -sessizce- kıyıya çıkarlardı. O gün havanın durgun olduğu bütün belgelerce doğrulanmaktadır. Burada bir hatırlatmamız daha var; 600 Yahudi göçmen taşıyan Parita adlı gemide İzmir’den kömür bahanesi ile Zonguldak’a yani Şile önlerine kadar gelmişti. Anlaşılan o göçmenlerini boşaltamamıştı. Öte yandan Stolier’in hatıralarından, Türk yetkililerinin gemi kaptanı ile bu şekilde konuştuğu anlaşılmaktadır. Çünkü kaptan, gelen Türk yetkililer ile konuştuktan sonra sakinleşmiştir. Stolier hatıralarında karadan sesler geldiğini anlatmaktadır. Struma belki de kıyıya daha yakın bulunmakta idi. Kaptan makinelerini az bir şekilde çalıştırsa idi, gemi Şile kıyılarına oturabilirdi.(11) Ancak daha önce Türkiye tarafından onarılan makineler Yahudi yolcular tarafından tekrar bozulduğundan çalıştırılamadığını değerlendirmekteyiz. Eğer makineler çalışsa idi, gemi en kötü kıyıya baştankara eder, yolcular buradan karaya çıkardı. Denizaltının torpidosu ile parça parça olan Struma bir enkaz yığını haline gelmiş, yolcular tutundukları bir tahta parçası ile can derdine düşmüşlerdi. Felaketten tek kurtulan David Stolier bir can salına sığınmış ve ertesi gün öğlen vaktine kadar hayatta kalmayı başarmıştı. Şile önlerinde balıkçılar kendisini bulduklarında kendisinden geçmişti. David Stolier iki gün Şile Feneri’nde 14 gün hasta yattıktan sonra Yahudi İlgililerine teslim edildi. Tedavisi yapılan Stolier olaydan dört ay sonra 23 Nisan 1942 günü Filistin’e gidecektir.

 

Ama ne var ki David Stolier, Struma olayında daima Türkiye’yi suçlayarak, kendisini kurtarıp hayata döndüren Türkleri hiçbir zaman sevmeyecektir. İşin daha da acısı Stolier Struma’nın makineleri çalışsa idi, Türk kıyılarına gidebileceğini de biliyordu. Çünkü Struma kıyıya 5 milden daha kısa bir mesafede bırakılmıştı.                                                                                         

Denizci olanlar bilir 5 mil kıyıdan uzak bir mesafedir. Oysa David kıyıdan görülmüştü. Dahası kendisi de kıyıdan sesler geldiğini söylemektedir. Stolier konu ile ilgili olarak 27

Şubat 1999’da Rıfat Bali’ye yazdığı mektupta yine Türk Hükümetini suçlamaktadır. Nedense Filistin’e onları kabul etmeyen ve bunun için Türkiye’yi sıkıştıran İngiltere’den hiç bahsetmemektedir. David Stolier Struma’nın her yönü ile bir hurda tekne olduğu, 769 kişiye 70 gün boyunca hizmet vermesinde Türkiye’nin katkılarından hiç söz etmiyor. İstanbul’un yıllardan beri yaşadığı en soğuk mevsim olan bu 70 günde ne bir ölüm nede bir hastalık olmuş, demek ki Türkiye elinden geleni yapmış. Ama Stolier bunları söylemiyor.

Stolier mektubunda, geminin makinesiz olarak Karadeniz’e gittiğini belirtiyor. Bu kesinlikle doğru değil. Böylesine bir insanlık ayıbı yapılmış olsaydı Yahudi Kuruluşları Türkiye’yi rahat bırakmazlardı. Kaldı ki belgeler bu iddiayı zaten yalanlamaktadır. Nedense bu konuyla ilgili yapılan araştırmalarda makine ile ilgili kısım hiç işlenmiyor. Eğer öyle olsaydı, Türkiye böylesine bir insanlık suçu işleseydi elbette ki kazada ölenler için bir tazminat hakkı doğardı. Devlet memurluğu yapanlar çok iyi bilirler ki bu tür yazışmalarda hiç yalan olmaz. Oysa Münakalat (ulaştırma) Vekâletini 19.2.1942 tarih ve 2439 sayı ile Başbakanlığa gönderdiği yazıda, Struma’nın makinelerinin onarıldığını ve bu hususun bilirkişiler tarafından tespit edildiği bildirilmektedir.(12)

Dahası Struma’nın geldiği yer yani Romanya Boğaz’ın Batısı. Burada da ince bir hesap var. Bu da görmezden geliniyor. Eğer Türkiye Romanya’ya göndereceği gemiyi Boğaz’ın batısına götürseydi ve Struma Trakya kıyılarına baştan kara etseydi asker kaynayan ( yaklaşık bir milyon asker buralarda idi) Trakya’da ayrı bir "skandal" olurdu, dahası buralarda kıyı kumluk değildir.Nedense gerek mevcut belgelerin ortaya konmasında ve gerekse araştırmacılarımızın çalışmalarında Struma konusundaki Türkiye’nin haklılığına kimse yardımcı olmuyor. Bu da Yahudilere büyük yardımlar yapmış Türkiye için acı bir durumdur. David Stolier’in yine R.Bali’ye 1 Mart 1999 tarihli mektubu aşağıya alarak konuyu tamamlamak istiyorum.

"Aziz Bay Bali,

Size bir özür borçlu olduğumu hissediyorum. Struma trajedisi sırasında ve sonrasında Türk resmi makamlarına karşı bu kadar olumsuz bir tavrım olmasından dolayı çok üzgünüm. Ancak bu gün 1940’lı yıllardan iki kuşak sonrasında yaşıyoruz ve insanların diğer insanlara karşı değişik tavırları olduğunu hissediyorum. Netice itibariyle, Şile Feneri’ndeki denizciler beni 24 Şubat 1942 günü denizden çekip almamış olsalardı bu mesajı size yazamamış olacaktım. Lütfen özrümü kabul edin."

Struma konusunu bitirmeden önce gemiden – büyük rüşvetler karşılığında – karaya çıkabileceğine dair iddiaların da olduğunu yazmak istiyoruz. İddiaların arasında Şile önlerinde bazı Yahudi’lerin konudan haberdar olan küçük tekneler tarafından kurtarıldığı da vardır. (13) Bu konularda elimizde geçerli ve yeterli belge olmadığından sadece bu iddiaları yazmayı uygun bulmaktayız.                                                                                       

Başvekil Dr. Refik Saydam’ın 20 Nisan günü verdiği demeçte Struma olayını ve Mac Millian’ı doğruluyor ve şöyle açıklıyordu. "Biz Struma konusunda elimizden gelen her şeyi yaptık. Maddi ve manevi en ufak bir mesuliyetimiz yoktur. Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen (istenmeyen) insanlar için vatan hizmeti göremez. Bizim tuttuğumuz yol budur." Struma’dan kurtulan David Stolier tek görgü tanığı olarak 200 yılına kadar yaşayacaktır. David Stolier’in hatıralarından anlaşılmaktadır ki O’nu yola çıkarken aldığı ve denizde kendisini sıkıca kapattığı "Deri Kabanı" kurtarmıştı.

Aslında İngiltere sade Struma’ya böylesine katı davranmıştı, başka göçmen gemiler için aynı tutumu sergilememişti. Nitekim Struma’nın batılında iki ay sonra yine Romen Yahudilerinden oluşan mültecileri taşıyan Micheal adlı gemi 20 Nisan 2942’de İstanbul’a gelmiş, hiç bekletilmeden Ege Denizi’ne çıkmıştı. İzmir ve Mersin limanlarında makinelerin onarımlarını yaptıran Micheal bu limanlarda gerekli yakıt, su ve yiyecek ikmallerini yaptıktan sonra Filistin’e gitmişti.(15) Ancak Micheal gemisindeki Yahudilerin Filistin’e gidiş vizeleri vardı.

Struma’nın Karadeniz’de batmasından birkaç gün sonra Filistin’de Yahudilerin bölgelerde yaygın bir biçimde duvarlara yapıştırılan bir poster’de şunlar yazılıydı.(16)

                   CANİ SIR HAROLD MAC MICHAEL

      İngiliz Hükümeti’nin Filistin Yüksek Komiseri

      Struma gemisinde ki 800 göçmenin

      Boğularak ölmesine sebebiyet vermek suçundan dolayı

                                      ARANIYOR

Konu bu kadarla kalmamıştı. Ağustos 1944’te Herold Mac Michael’e bir de suikast girişimi yapılmış ama İngiliz Komiser bundan kurtulmuştu.                                                                                           

Çetin YETKİN, "Struma",İst.2008.S. 80-91

3 Çetin YETKİN,S.94

Rıfat N. BALİ,"Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri"(1923-1945)İst.2005, S.348-351

5Ayın Tarihi,S.99,S.5; İ. Sabri  Çağlayangil,Anılarım, 2b.HYaz, Tansu Cılızoğlu,İst.1990,S. 169-171(Çağlayangil bu sırada emniyet genel müdür  yardımcısıdır); Bülent Gökay;"Belgelerle Struma Faciası",Tarih ve Toplum, S.116 Ağ.1993.S.42-46; Esra Danacıoğlu"Struma Toplumsal Tarih", S.81,Eyl. 2000,S.4-11;Rıfat N. Bali,S.345-359

9   R.N.BALİ.S.201

10B.ŞİMŞİR,S.355-358

 Vehbi Koç," Hayat Hikayem" İst.1973,S.68

BCA,10/41923,030,10,99,YK,641,13.4

BCA,1/8335.F.K.30.10.0.0,Y.K.171.185.21

11 A.g.e.s.205            

12   BCA.030,10,171.YK.21,2(Dahiliye Vekaletinin 30.3.1942 tarih ve 12176 sayılı yazısı ile eki)

13   Ergun HİÇYILMAZ, "Operasyon"İst.2008,S. 268-278

15     Çetin YETKİN,S.140-141

16     A.g.e.S.121-122

Doç. Dr. Mustafa HERGÜNER

Editör: TE Bilişim