Günün birinde Küba’ya gidebilmek eminim seyahat etmeyi seven her insanın hayallerini süslemektedir. Che’nin ülkesini görmek, ülkemizde de konserler münasebetiyle önceden bulunmuş olan Buena Vista Social Club üyelerini canlı dinlemek veya sokaklarda kaybolup Fidel’in Kübasını fotoğraf makinesi ile ölümsüzleştirebilmek….

Her iki yılda bir yapılan Uluslararası Kılavuz Kaptanlar Birliği Genel Kurullarından 18.si 2006 Kasım ayında Küba da yapıldı. Ben de bu birliğin Başkan Yardımcılığını yürüten eşimle birlikte bu toplantılara ve sosyal programa katıldım.

Küba haritaya bakarsak Orta Amerika’da Atlas okyanusunda yatay duran uzun ince bir ada , başkent Havana adanın Meksika körfezine doğru uzanan batı ucuna yakın ve kuzey sahilinde yer alıyor, basında adı geçen Amerikan üssünün bulunduğu Guantanamo ise adanın hemen hemen en doğu ucuna yakın ve güney sahilinde yer alıyor.

Havana’ya Kasım ortasında Air France ile Paris aktarmalı uçuyoruz. Yaklaşık 3.5 saatlik bir uçuş Paris, aktarma ve 9 saatlik bir uçuş sonucu Havana Havalimanına ayak basıyoruz.

Küçük bir pasaport kontrol salonu var, pasaport memurları dakikalarca pasaportumuzu ve bizi inceliyorlar. Daha sonra x-ray geçişi eşimin delegelere dağıtmak üzere taşıdığı IMPA İstanbul kitapları ve uçakta okuyup, yanımıza aldığımız Türkçe gazeteler galiba şüpheli görülüyor, bize kitapları soruyorlar.

Anlatabildiğimiz kadarıyla anlatıyoruz kitapların ne olduğunu, Allahtan ciddi görüntülerine rağmen anlayışlı, yardımsever insanlar konu uzamıyor.

 ************

Küba’ya varışımız akşam saat 5-6 civarı oluyor. Türkiye ile Küba arasında 7 saat fark var. Yani Türkiye 7 saat ileri.

Otelimiz Melia Cohiba, internetten incelediğim kadarıyla deniz kıyısında modern bir hotel. Yaklaşık yarım saatlik otele giden yol boyunca eski binalar, eski arabalar dikkat çekiyor, sanki eski bir filmin ortalarında bir karesine birdenbire girmiş gibi bir hisse kapılıyorum. Yollarda tektük bekleşen insanlar, ilk izlenim azıcık hayalkırıklığı galiba, beklentim ve umudum her neydi ise.

Otelimizin çok geniş bir lobisi ve bana biraz kitsch gelen bir dekorasyonu var, çok değişik sanat objeleri ve dekorasyon ögeleri bir arada bulunuyor. 13. kattaki odamız okyanus, Malecon, havuz ve Havana manzaralı. Sabah heyecanla kalkıp camdan o eski kırık dökük binalara bakıyorum, bugün ilk günümüz ve Kongre ‘ye dahil organize turlara daha 3-4 gün var. Kendi halimizde rahatça Havana’ yı gezebileceğiz.

Otelimizden Havana’nın merkezine ( Eski şehir veya La Habana Vieja) belli saatlerde ücretsiz gidiş dönüş otobüs servisi (shuttle) var ve mesafe çok kısa sadece 10 dak. Hemen otel danışmasından edindiğimiz bir mini haritayı alıp yola düşüyoruz.


Haritaya bakarsak otelimiz “Malecon” (7-8 km lik bir Kordonboyu veya denize paralel yol), üzerinde, karşısı okyanus. Eski şehir ve Havana limanı Otelin sağında kalıyor, Modern Havana etrafımızda ve okyanusa dökülen Almendares nehri ise solumuzda kalıyor.

Otelin shuttle servisi bizi “Palazzo de la Artisana” önünde bırakıyor. Buna içinde çiçekli bir avlusu olan mini bir çarşi diyebiliriz. Dükkanlarda çok az ürün var. Ürün olarak en zengin iki dükkan bir Puro Dükkanı bir de Hediyelik t-shirt satan dükkan. Avluda birkaç müziyen canlı müzik yapıyor, çalan Salsanın ritmi eşliğinde şöyle bir geziniyoruz.

Bu güzel binadan çıkıp biraz yürüyoruz az ötemizde Havana limanı, dar bir girişi var fakat çok geniş bir liman. Şöyle bir etrafa bakınınca 3 adet kalenin bu limanı çevrelediğini görüyoruz. Karayipli korsanlara karşı şehri korumak için inşa edilen, hemen yanımızda El Castillo Della Punta (Punta Kalesi) ve karşı yakada El Castillo Del Morro (Morro Kalesi).

Diğeri ise yine limanın karşı yakasında 18 yy’da İngiliz donanması şehri kuşatınca inşa edilen El Castillo De La Cabana. ( Che Guevara burası bir hapishane olarak kullanılırken müdürmüş). Limanın girişinde koca bir denizfeneri gemileri karşılıyor. Limanın yanında büyük Bir Poseidon (Denizlerin Tanrısı) ve karşı yakasında yine çok büyük bir Isa Heykeli ise bugün limana gelen gemileri selamlıyor. Geçmişte de limana saldıran korsanlara karşı limanı korumuşlar muhtemelen.

Limanın hemen yakınındaki bir Pazar dikkatimizi çekiyor. İki Türk bayan olarak çok seviniyoruz, çünkü bu bir elsanatları pazarı ve envayi çeşit rengarenk obje bize çok cazip görünüyor. Daha sonraki günlerde bu Pazar artık bizim vazgeçilmezimiz oluyor ve bu bölgeye geldiğimiz her gün açıksa mutlaka bu pazara uğruyoruz.

Bu pazarda neler yokki…Bitki tohumlarından yapılan rengarenk takılar, hasır şapkalar, çantalar, çok sert bir ağaçtan yapılan objeler ( Baharat dövmek için havanlar, balerin heykelleri vs), envayi çeşit vurmalı davul tipi enstrumanlar, maracaslar ( iki elde sallamak suretiyle ritm tuttuğunuz enstruman), Puro saklama kutuları, renkli Kübalı kadın figürleri, Che ve Fidel şapkaları, elişi tekstil ürünleri, seramik işleri, cam işleri .. Bu mini pazarda sıkılmadan saatler geçirmek mümkün. Yorulursanız hemen soyulmuş portakal veya hindistancevizi sütü alıp bir mola verebilirsiniz veya köşedeki Çin Restaurant’ta bir şeyler atıştırabilirsiniz.

Pazarın bir bölümü adeta bir resim galerisi. Kübalı ressamların tabloları çok uygun fiyatlara satılıyor.

Bazı resimler ticari amaçla çok sayıda ve benzer üretilmiş, fakat bazı resimler çok ustaca yapılmış görünüyor.

Resimleri satanlar bize ressamlarla ilgili bilgi veriyorlar, gerekirse cv’lerini gösteriyorlar. Bu ressamlardan çoğunluğu eğitimli ve çok sayıda sergi açmışlar.

Daha sonra eşimle birkaç defa bu pazara geliyoruz, birkaç resim alıyoruz hatta Havanalı bir ressama (yaşlı tonton bir amca) karakalem portrelerimizi yaptırıyoruz.

Aldığımız büyük resimlerin sertifikasını da alıyoruz, gümrükte sorarlarsa göstermek için. Ara sıra bazı sanat galerilerine de girip bakıyoruz.

Bir sanat galerisinde yerel mitoloji tanrıçalarının tahta üzerine yapılmış resimlerini görüyoruz. Bunlar Afro-Cuban kültüre ait ögeler. Köle ticareti ile Afrika Nijerya’dan Yoruba dini buraya gelmiş. Muhafazakar İspanyol Katolik Hristiyanlara karşı inançlarını korumak amaçlı olsa gerek orisha denilen tanrılarını çeşitli hristiyan azizleriyle örtüştürmüşler ve bu inanca “Santeria” dini deniyor.

Afrika orijinli müzik, dans ve ritüelleri bol olan ayinleri varmış. Hatta bu Yoruba ritimlerinin bugün dinlediğimiz gospel, blues, jazz, gibi Afrika Amerikan müziklerine temel oluşturduğu söyleniyor. Ben Legra isimli sanatçının tahta üzerine yaptığı orisha lar arasından denizler ve denizlerle ilgili her şeyin mesela balıklar, adalar, gemiler vs tanrıçası, evrensel analığı temsil eden Yemaya’nın resmini almayı tercih ediyorum. Daha birsürü orisha resimi var, hepsinin arkasında adı ve neyin koruyucusu, simgesi ve tanrısı olduğuyla ilgili açıklamalar da yazılı.

Kübalılar çok saygılı insanlar, pazarda rahatça fiyat sorup bilgi alabilirsiniz kesinlikle ısrarcı davranmıyorlar.

Çok az İngilizce biliyorlar, mümkünse sizinle İspanyolca anlaşmaya çalışıyorlar.

İngilizce, İtalyanca az İspanyolca derken iletişimde fazla problem yaşamıyoruz, özellikle İtalyanca iletişimi kolaylaştırıyor. Yolda yürürken yanımıza yaklaşanlar genelde para isteyen yaşlı kadınlar, çocuğuna süt parası isteyen genç anneler. Bir de bazı Kübalılar bize yanaşıp cohiba, cohiba diyorlar, sonradan anlıyoruz ki ( Sigara içmediğimiz için puro kültürüne de yabancıyız.) bunlar bize karaborsa “Cohiba” purosu satmaya çalışıyorlar.

Pazarın biraz ötesinde meşhur Plaza De La Catedral (Katedral meydanı) ve bu meydana ismini veren, ilginç Barok dış mimarisi ile dikkat çeken 18 yy ‘dan kalma La Catedral De San Cristobal De La Habana (Havana Katedrali) yer alıyor. Burası La Habana vieja (eski şehir) nın kalbinin attığı yer. Dolayısıyla burası şehri tanımak isteyenlerin ilk adresi.

Etrafta 18 yy kolonyal mimaride yapılmış, Havana mavisi boyanmış pencereleriyle güzel binalar; bir grup müzisyenin önünde Küba ezgileri çaldığı El Patio Restaurant ve Museo Del Arte Colonial (Kolonyal Sanat Müzesi) dikkatimizi çekenler…Bir de tabi renkli insan manzaraları. Elinde koca purosu, parlak renkli kıyafeti, çiçek sepetiyle turistlere para karşılığı poz veren Kübalı kadın. Havana’nın belli başlı her meydanında bu mesleği icra eden abartılı kıyafetleri ve purolarından tanıyacağınız Kübalılar var.

Kolonyal Sanat Müzesi’ne giriyoruz. Müze 17-19 yy arası koloni dönemine ait, Havana’nın en görkemli kolonyal evlerinden gelen çok şık mobilya, vitray, porselen, ferforje vs örnekleriyle dolu. Benim dikkatimi müzedeki mobilyaların altına serilmiş el halıları çekiyor. Türk ve İran halılarına oldukça benziyorlar, maalesef müzeden kimse halılarla ilgili bir şey bilmiyor. Daha sonra başka bir müzede de benzer halılar görüp onların da resimlerini çekiyorum, halı uzmanı arkadaşlarıma sormak için.

Bugün Havana’ya şöyle bir bakarsanız, yeni yapılmış modern (en azından dışardan öyle görünüyorlar) yüksek binaları saymazsanız sanki bombardımandan veya bir savaştan henüz çıkmış harabe bir şehir gibi görünüyor.

Yani yıkık dökük binalar, fakir basit giyimli Kübalılar, balkonlarda çamaşırlar, antika arabalar, o garip “camello” lar (camel-deve denen toplu ulaşımda kullanılan 2 birleşik otobüsten oluşan kamyonvari otobüs, deve hörgücüne benzediğinden öyle adlandırılmış) dikkat çekiyor. Fakat dikkatle bakınca anlıyoruz ki Havana koloni geçmişinde gerek ekonomik gerek kültürel anlamda çok muazzam bir zenginlik ve yaşam görmüş, o yıkık binalarda çok zengin insanlar ihtişamlı bir hayat sürmüşler. Bugün içlerinde onlarca ailenin yaşadığı bu binalar oldukça kötü durumda olmasına rağmen o dantel gibi işlenmiş ferforge kapılar, pencereler, renkli vitray işleri, bina sütunları hala eski güzelliklerini koruyor.

Önümüzdeki birkaç gün içinde liman etrafındaki eski şehri detaylıca gezme fırsatımız oluyor.

Havana’nın bu bölgesi Unesco tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmış. Belli sokaklardaki eski binalar restore edilmiş, güzel turistik bölgeler , kültür sanat merkezleri oluşturulmuş.

Birkaç gün boyunca iki Türk bayan bu sokaklarda rastgele yürüyoruz. Arada kapısı açık evlere dalıyoruz, çünkü o bölgedeki Kübalılar evlerinde hediyelik eşya satıyorlar, yani dükkan diye girdiğimiz açık kapılar çok sade ve mütevazi evlerine açılıyor.

Havana da yapmaktan en çok hoşlandığım şeylerden biri bu gezmelerdi daha doğrusu saatlerce kendinimizi rastgele sokaklarda kaybetmekti, çünkü bu esnada küçük sürprizler sizi şaşırtıyor. Bazen salsa ritimlerinin yükseldiği bir cafe, döküntü binalar arasında bir “İlaç ve Sağlık Müzesi”, rengarenk çanaklarla dolu bir seramik atelyesi, çok estetik düzenlenmiş bir vitrin, modern heykellerle dolu minik parklar vs vs Ayrıca müthiş fotoğraflar çekebilirsiniz. Ben defalarca, eşimin isteği üzerine daha profesyonel bir fotoğraf makinesi taşıma zahmetine girmediğimize pişman oluyorum. Ama götürdüğümüz o digital küçük makine bile bu “fotojenik” şehirde mucizeler yaratıyor, yüzlerce fotoğraf çekiyorum.

Küba’da katıldığımız turlar:

1. Gün La Havana Vieja :

Bugünki rehberimiz Mariella. Biz turlarda hep en önde oturmaya gayret ediyoruz. ( Ben meslek icabı önde oturup yolu ve şoförü görmezsem rahat edemiyorum. )

Grubumuz 30 kişi civarı. Mariella bize ilk dakikalarda , turlar esnasında gruplarından hiç kimseyi kaybetmediğini, çünkü hep herkesi saydığını söylüyor.

Ben bunu şöyle yorumluyorum tur esnasında mutlaka birileri kaybolacak.

Tur sonunda da yanılmadığımı görüyorum. Önce Malecon boyunca ilerliyoruz. Rehberimiz bize Malecon’u anlatıyor.

Okyanus boyunca Almendares nehrinden başlayıp eski şehir La Habana Vieja‘da Punta Kalesi’nde biten sahil yoluna Malecon (anlamı set, bent, dalgakıran) deniyor.

Burası Kübalı aşıkların popüler mekanıymış. Balıkçıları, aşıkları, yazın bol salsalı eğlenceleriyle renkli bir sahil olduğunu da öğreniyoruz.

Yol boyunca gördüğümüz okyanusa yüzünü çevirmiş belli başlı binalar ve yerler şunlar: 22 katlı, modern bir hastane; ulusal kahramanların heykelleriyle süslü küçük meydanlar; 1930 yılında açılmış tarihi Nasyonal Hotel (Hotel Nacional de Cuba . Pek çok ünlüyü ağırlamış. Al Capone, Nat King Cole, Erol Flynn, W. Churchill, Marlon Brando… liste uzayıp gidiyor.).

Bir de Malecon boyunca ilerlerken siyah bayrakların dalgalandığı direklerden oluşan bir orman ve yanında Amerikan Çıkarları Bölümü’nü (US Interests Section in Cuba) görüyoruz.

ABD ve Küba arasında diplomatik ilişki yok bu yüzden burası konsolosluk olarak değilde bu farklı adla anılıyor.

Tabi bu bölge karşılıklı propagandaların canlı canlı yaşandığı bir yer. Mesela, Amerikalılar binalarının üst katına elektronik bir billboard koyup propagandalarını yaparken, Kübalılar da karşılarına Anti-Emperyalist bir meydan yapmışlar, sosyal ve kültürel alan olarak da kullanılan bu meydan sık sık Amerikan aleyhtarı gösterilere sahne olmuş.

Bayraklar da Küba karşıtı güçlerin düzenlediği terör eylemlerinde ölen Kübalıları (3500 kişi yaklaşık) simgeliyormuş.

Bu bayraklar binanın okyanus manzarasını da kapatıyor tabii ki. Ayrıca otel lobisi dahil heryerde “Volveran” yani “Küba Beşlisi” posterleri var. Yani ABD’de yargılanan beş Kübalının serbest bırakılması yönünde bir propaganda, son derece güncel bir konu olarak heryerde karşımıza çıkıyor. Sonra Malecon boyunca ilerleyip Havana Limanına varıp bir tünele giriyoruz ve çok kısa süre içinde denizin altından geçen bir tünelle limanın karşı yakasına Morro Kalesi’ne varıyoruz. Bu tünelle ilgili bir şeyler yazmadan geçmeyeyim. Nede olsa İstanbul Boğazı’nda da tünel yapılıyor. Bu tüneli Fransızlar 1958’de çeşitli güçlükleri aşarak 30 ay civarı bir sürede yapmışlar. 733 m uzunlukta, deniz seviyesinin 12-14 m altında, 22 m genişlik ,2 tüp tünel ve çift yönlü trafik akışı mevcut.

Morro Kalesi’nden Havana’yı ve limanı kuş bakışı seyredip, La Cabana Kalesi’ne geçiyoruz.

Burada meşhur Küba purolarının satıldığı bir dükkanı ziyaret edip bilgi alıyoruz. Cohiba, Romeo y Julieta, Monte Cristo başlıca markalar.

Tabi bu puro kültürü başlı başına bir şey..Puroların içinde saklanması gereken nem ayarlı kutular, kesme bıçakları, büyüklükeri…

Daha sonra tünelden tekrar eski şehre geçip Katedral Meydanı’nda El Patio’da öğlen yemeği yiyoruz. Öğlenden sonraki yürüyüşte gördüğümüz başlıca binalar ve yerler: La Bodequita Del Medio… Tarihi 1942 lere uzanan, Amerikalı yazar Ernest Hemingway ve içtiği Mojito ("Mohito" diye okunuyor, buz, limon, şeker, su, nane yaprakları ve Küba romundan yapılan çok popüler kokteyl ) ile meşhur olan restaurant ve bar.

Hotel Ambos Mundos…5. Kattaki bir odada, Hemingway kalmış. Burası onun yazılarını yazmaktan hoşlandığı, penceresinden denizi ve katedral meydanını seyretmeyi sevdiği bir yermiş.

Lobi Hemingway’in fotoğraflarıyla dolu.

Fidel Castro ile de tokalaşırken meşhur bir fotoğrafı var.

Fakat kendisi Fidel’le hayatında bir kere, sadece o foto esnasında karşılaşmış.

Hemingway Küba’da 22 yıl yaşamış.. Plaza de Armas..(Silahlar Meydanı – Eski zamanlarda yakındaki kalelerin askerlerinin yürüyüş ve talim yaptıkları bir yer olması sebebiyle bu adı almış.) şehrin en eski meydanıymış.

Bu meydanda bulunan Palacio De Los Capitanes Generales’i (şehir müzesi) ziyaret ediyoruz. Burası 18 yy-19 yy arasında en yüksek İspanyol koloni otoritelerinin yaşam ve yönetim merkeziymiş. Bugün ise içinde resim, porselen, gümüş, bronz, ahşap kolonyal döneme ait pek çok sanat eserini barındıran bir müze.

Ben yine halıların resimlerini çekiyorum, tamam bu defa gördüğüm bir tanesi kesin Türk halısı, çünkü motifler birebir bizim motifler.

Müzenin avlusunda Küba’nın milli ağacı sayılan bir tür palmiye ağaçları (Royal Palm Tree) da dikkatimizi çekiyor. Program bu kadar yoğun ve yorucu olunca rehberimiz önden önden koşuşturuyor günün son durağı için.

Museo Del Ron Havana Club (Havana Klüp Rom Müzesi). Ben şahsen hertürlü yorucu bezdirici tur programına alışkınım, yılmadan rehberin arkasından koşuşturuyorum ama kaybolan da kayboluyor. Rehberimiz kaybolanları aramaya gidince müze gezimiz biraz sekteye uğruyor.

Romun tarihi yaklaşık 16 yy’ın ortalarına uzanıyormuş, bu içeceği Karayipler bölgesinde yerliler ve köleler yapmışlar ilk olarak.

Korsanların ve denizcilerin popüler içeceğiymiş ve daha sonra İngiliz, Fransız vs kolonistlerce de görülüp, üretilip, içilmeye başlanmış.

Museo Del Ron Havana Club, Küba romunu tanıtan müzesi, barı, sanat faliyetlerine evsahipliği yapan galerisiyle turistik ve kültürel bir merkez. Müze kısmında Küba romunun yapılışıyla ilgili bölümleri kendi kendimize geziyoruz. Meşe fıçılar, şeker kamışından şeker elde edilen bir şeker fabrikası maketi, romun yapılma evreleri yani fermantasyonu, bekletilmesi , şişelenmesi vs vs. Tabi merkezin satış bölümünde romu tadıp alışveriş de yapılabiliyor.

2. Gün Plaza De La Revolucion ve Otobüs ile Havana Oryantasyon turu:

İlk göreceğimiz kısım Vedado bölgesi. Otelimizin önünde denize ulaşıp son bulan bir ana cadde var. Paseo.

Bugün Paseo boyunca denizin aksi istikametine doğru ilerleyip şehrin iç kısımlarını göreceğiz.

Paseo yol boyunca şirin bahçeli evleriyle hoş bir cadde ve caddenin sonu da Plaza De La Revolucion (Devrim meydanı) yer alıyor.

Havana’nın deniz seviyesinden en yüksek noktası. Bu meydanın kimliği Küba devriminin babası Kübalı yazar, şair, aydın, diplomat, bağımsızlık savaşçısı Jose Marti (1853-1895) ile özdeşleşmiş.

Küba tarihinin bu çok önemli şahsiyeti anısına yapılmış olan 109 m yükseklikteki ihtişamlı anıt meydanın en belirgin yapısı. Kule görünümlü anıtın hemen önünde 18 m yükseklikte Marti’nin heykeli yer alıyor.

Anıtın giriş katı ise Jose Marti’nin yaşamı, eserleri ve Küba Devrimi ile ilgili dokuman ve materyallerin sergilendiği bir müze.

Bu meydanda pek çok bakanlık ve devlet ofisi mevcut. Fidel’in de bu binalarda çalıştığını öğreniyoruz.

İçişleri Bakanlık binası oldukça dikkat çekici çünkü üzerinde Che Guevara’nın çelikten yapılmış dev bir kabartması ve meşhur sözleri var. “Hasta , La Victoria Siempre” yaklaşık “İleriye doğru , daima zafer” anlamında.

Bu kabartma şu her yerde gördüğümüz çok tanıdık Che fotoğrafının bir kopyası.

Bazı otoritelerce 20 yy’ın simgesi, dünyanın en meşhur fotografı olarak da nitelenen bu fotoğraf 5 Mart 1960 ‘da Havana’da La Coubre kurbanlarının Kolombus Mezarlığı’nda yapılan cenaze töreninde

Che 31 yaşındayken Kübalı fotoğrafçı Alberto Korda tarafından çekilmiş ve ilk kez 7 yıl sonra yayınlanmış.

Che ile ilgili şüphesiz söylenecek çok şey var ama karizmasını hakikaten tek geçmek lazım.

Aldığımız kartlarındaki pozları; bir Puro dükkanının duvarını süsleyen, purosuyla gülümseyen fotoğrafıyla kendisini süper karizmatik ilan ediyorum.

Gezimiz devam ediyor.

Cementerio Colon (Kolombus Mezarlığı) 1871’de yapılan pek çok heykelle süslü bu mezarlık dünyanın en büyük ikinci mezarlığıymış dolayısıyla Havana’nın görülmesi gereken bir yeri.

Burada 1901’de bir mucize gerçekleşmiş. Doğum esnasında ölen, bebeğiyle yan yana gömülen bir kadının mezarı daha sonra tekrar açılmış ve mucizevi bir şekilde bebeği kucağında bulmuşlar.

“La Milagrosa” denen bu mucizeye inanan yerli halk her sene buraya akın eder ve çeşitli mucizeler için adaklar sunarlarmış.

Maalesef bu ilginç mezarlığı otobüsle yanından geçerken, sadece dışından görüyoruz.

Şimdi durağımız Cerro bölgesinde Legendario Romlarıyla ünlü Fabrica De Ron Bocoy (Bocoy Rom Fabrikası.)

Burası Havana’nın eski görünümlü bir bölgesi fakat bina dıştan çok güzel görünüyor.

Girişteki verandanın korkulukları bedenlerine yılanların dolandığı bir dizi beyaz kuğudan oluşuyor.

Benim çok estetik bulduğum bu kuğular fabrikanın sahibi olan ailenin simgesiymiş.

Senyor Carlos elinde purosu, pembe gömleği, takım elbisesiyle esprili bir dille (Bush’a göndermeler yapıyor) bize romunu tanıtıyor.

Küba’ya gelirken valizde oldukça ağır çeken kitapları, valizden çıkarıp elimizde taşımak zorunda kalmıştık. Bundan aldığımız ders sonucu, şöyle bir muhasebe yapıyorum aklımdan 1 şişe Rom ve 1 şişe de Vişne likörü (Meyve salatalarına iyi olurmuş) alsam, acaba taşıyabilir miyim?

Alışveriş psikolojisi hepimizi sarmış, ben de alışverişimi yapıyorum. Yani Küba’ya gittik! Rom almadan döndük! Desek eş dost ne der.

Mecburen rom da aldık, arkadaşlara dağıtmak için puro da..

Yalnız puro alışımız biraz maceralı oldu. "Cohiba" puro alırken epey bir heyecan yaşadık.

Şimdi otobüsümüz Centro Habana bölgesine yöneliyor. Önce La Habana Vieja’daki tren istasyonu yakınlarında La Muralla denen eski şehir duvarlarından kalıntıları görüyoruz.

Yakınlarda San Francisco De Asis’e adanmış Latin Amerika’nın en eski kilise ve manastırı (1580-1591) yer alıyor.

Böylece Centro Habana’ya varıyoruz. Parque Central (Merkezi Park)ve eski binalarla süslü, denize inen geniş, El Prado caddesi bu bölgenin önemli yerleri.

İlk durağımız Museo De La Revolucion (Devrim Müzesi yada eski başkanlık Sarayı). Eskiden Fidel burada yaşarmış.

Fakat daha sonra güvenlik sebebiyle kimsenin bilmediği bir yere taşınmış.

Müzenin içine girme şansımız olmuyor , çünkü vakit yok. Dışarıda biraz serbest zaman veriyor rehberimiz bize. Müzenin camekanlı bölümünde Granma Yatını ve anıtını görüyoruz.

Müze dışında tek başına duran bir tank var.

Biraz ötede muhtemelen Küba ruhunu temsil eden ebedi, ölümsüz ateş yanıyor.

Granma yatı ve öyküsü şöyle: 1956’da Meksika’dan yola çıkıp Küba’ya varıp Devrimi gerçekleştiren Che, Fidel, Raul Castro dahil toplam 82 Kübalı’yı taşıyan yat.

Yatın Küba’da karaya yanaştığı yere bugün Granma eyaleti deniliyor.

Tankın özelliği ise şu: Küba’da Devrim sonrası Nisan 1961’de “Domuzlar Körfezi Çıkartması” diye geçen bir olay gerçekleşiyor.

Amerikan destekli, Batista yanlısı muhalif, sürgündeki Kübalılar Domuzlar Körfezi’ne (Bahai De Conchinos. Zapata Yarımadası’nda yer alıyor.) çıkartma yapıyorlar.

İşte bu Sovyet yapımı tankı Fidel bu olay esnasında kullanmış.

Artık yemek vakti geliyor ve biz tekrar Batı Havana’ya yöneliyoruz.

La Ferminia Restaurant Miramar bölgesinde. Yolda kabare şovuyla meşhur Clup Tropicana’nın olduğu Marianao bölgesinden de geçiyoruz.

Miramar çok şık, yemyeşil, modern görünümlü zengin bir sayfiye ve muhtemelen Fidel burada yaşıyor.

La Ferminia Restaurant evveliyatında zengin bir ailenin yaşadığı bir evmiş. Çok güzel yemyeşil bir bahçesi de var.

Kübalı müzisyenler eşliğinde güzel bir yemek yiyoruz.

Burası Creole (kriyol) mutfağıyla ünlü bir restaurant. Bu sözcük aslında Kastilya İspanyolcası’ndan geliyormuş. Louisiana Bölgesi’ne 1609-1803 Kolonileşme döneminde Avrupadan (Fransız, İspanyol) veya Afrikadan gelenlerin burada doğan çocuklarına kriyol denmiş.

Daha sonra bu ırklar yerli ırklarla karışmış ve çok farklı kültürler oluşmuş.

Kriyol mutfak denince de genel anlamda New Orleans Louisiana’da doğan; İspanyol, Fransız, Karayipler, Afrika hatta İtalyan mutfaklarının karışımı, yerli malzemelerin kullanılmasını anlıyoruz.

Ve otele dönüş vaktimiz geliyor.

Aynı akşam Parque Central yakınındaki tarihi Gran Teatro’da Havana’nın İspanyol Balesi’ni izlemeye davetliyiz. Dış mimarisi; içersindeki mermer merdiveni, kırmızı koltuklarıyla 100 yılı aşkın tarihiyle etkileyici bir yer. Havana İspanyol balesi çok etkileyici bir performans sergiliyor. Flamento dansının baleye uyarlanmış bir versiyonunu seyrediyoruz. Gösteri sonunda özellikle baş kadın dansçı çok efor gerektiren üstün performansıyla dakikalarca alkış alıyor.

3. Gün Pınar Del Rio & Vinales Vadisi:

Bugün ilk kez Havana dışına gidiyoruz ve ilk kez erkek katılımcılar da tura iştirak edecekler.

Yaklaşık 2 saatlik bir yolumuz var Pınar Del Rio bölgesine.

Yol boyunca rehberimiz Emilio’dan genel bilgiler alıyoruz.

Kendisi çok iyi bir profesyonel bir rehber.

Bize önce yollarda gördüğümüz arabaların plakalarından bahsediyor.

Sarı plaka özel arabalara; yeşil plaka İçişleri Bakanlığı, ordu mensuplarına; siyah plaka konsolosluklara, turuncu plaka yabancı ortaklı şirket mensuplarına vs aitmiş.

Araba satın almanın çeşitli kuralları varmış.

Mesela modern bir araba alma izini genelde yurtdışında ülkeyi tanıtan müzisyen, dansçı, sanatçı vs verilirmiş.Belli meslek grupları da belli yıl çalışıp bu izni alabilirmiş.

Konut alıp- satma konusunda da bir takım kurallar varmış.

Zaten Havana ‘da konut sıkıntısı olduğu için, bir dairede bir kaç ailenin yaşadığını öğrenmiştik. Genelde turlarda bize anlatılan hep şu: Tamam konut, ulaşım vs sorunlar var fakat Kübalılar yine de rahat ve mutlu çünkü eğitim ve sağlık hizmetleri çok iyi ve herkes bundan yararlanabiliyor.

Havana’nın batı çıkışında Pınar Del Rio’ya yol alırken güzel sayfiyeler, deniz kıyısında binalar, oteller , Küba Milli Akvaryumu’nu, askeri bir kampı görüyoruz.

Koloni döneminde zenginlerin üye olduğu bu kulüpler (Yat klübü vs) bugün hep sosyal klüp olmuş.

Çok geniş bir otobanda yol alıyoruz.

Otobanın geniş yapılmasının sebebi, günün birinde bir savaş tehditinde havaalanı olarak kullanılabilsin diyeymiş.

Yolda otostop yapan birsürü yerli insan bekleşiyor.

Yavaş yavaş yemyeşil kırsal alanlar da ilerliyoruz.

Yol kenarlarında gezinen inekler dikkatimizi çekiyor, kimi özel kimi devlete aitmiş.

Royal Palmiye ağaçları yollarda 20 m’yi bulan boylarıyla sıralanmışlar. Bu ağaçların çok farklı kullanımları varmış.

Yaprakları tütün yapraklarının kurutulduğu kulübelerin çatılarını örtmek için, gövdesi tütün yapraklarını muhafaza etmek için kutu yapımında kullanılırmış.

Meyvesi de domuz yemi olarak kullanılırmış.

Rehberimizden milli çiçeklerinin bir tür yasemin çiçeği olduğunu (Butterfly Jasmin), milli kuşlarının da endemik bir tür olan Tocororo olduğunu öğreniyoruz.

Bu geçtiğimiz bölgeler yoğun tarım yapılan bölgeler.

Başlıca ürünler de boniato, malanga denilen çeşitli patates türleri, muz, mısırmış.

Ayrıca İspanya ‘nın Kanarya adalarından gelen kolonistler buralarda şeker kamışı da ekmişler.

Bu topraklar çok verimliymiş ve en kaliteli tütün de burada yetişiyormuş.

Burasının bir özelliği de tütün tarımında hala çok eski geleneksel yöntemlerin korunup, uygulanmasıymış.

Nihayet bölgeye varıyoruz.

İlk durağımız bir puro fabrikası.

Çantaları arabada bırakmamız isteniyor, sadece biraz para alıyoruz yanımıza, tur sonunda alışveriş için.

Tipik bir koğuşta yan yana insanlar tütün yapraklarından ustaca purolar sarıyorlar, fotoğraf yasak ama bir fotoğraf çekiyoruz.

Bu yasağı da anlamak mümkün değil.

Sonra paketlenme bölümünü görüyoruz ve yine alışveriş tabi.

Daha sonra yakınlardaki bir içki fabrikasına gidiyoruz.

Bu Küba’da gördüğümüz 3. rom fabrikası, bu bölgeye has olan içki ise Guayabita Del Pınar denilen bir likörmüş.

Daha sonra Vinales bölgesi’ndeki Mogotları görmeye Los Jasmines denen seyir noktasına gidiyoruz.

Mogotlar, Jurasik Döneme (Dinazorların zamanı 213-144 milyon yıl öncesi) ait dünyada sadece Küba ve Çin’in bazı bölgelerinde yeralan Kireçtaşından oluşan üzeri düz tepeler veya dağlar.

Bu şekli su ve rüzgar erozyonu sağlamış.

Bu dağların içinde çok karmaşık mağaralar (En büyüğü 45 km’lik galerilere sahipmiş.) ve suyolları varmış.

Zaten Unesco Vinales Vadisi’ni Dünya Doğal Mirası listesine almış.

Küba’nın Dünya Biyosfer Rezervi Sertifikası almış 6 yerinden 2 tanesi de bu bölgede yer alıyor. (Türkiye’de maalesef sadece Artvin Camili bu sertifikayı almış.) Bu konuda aranan kriter flora ve fauna çeşitliliği, endemik türlerin çokluğu vs... Kısaca bu bölge yüksek bir ekoturizm potansiyeline sahip. Bisiklet turları, kuş izleme turları vs.

Yolda onlarca bisikletli kişiden oluşan bir turist grubuna da rastlıyoruz.

Daha sonra bir tütün çiftliğinde mola veriyoruz.

Tarladaki tütünlerin, tütünlerin kurutulduğu penceresiz klübelerin fotoğraflarını çekiyoruz. Bir sonraki durağımız ise Mural De La Prehistoria (Tarihöncesi Duvar Resimleri) .

Dos Hermanas adlı mogotun yamacına Kübalı sanatçı muralist Prof. Leovigildo Gonzalez öncülüğünde yapılan 120 x 180 m boyutlarında dev bir resim bu. Parlak renklerin göz kamaştırdığı resimdeki ana tema prehistorik dönemde bu vadide yaşayan çeşitli hayvan türleri ve insan silüetleri.

Hemen yanıbaşında aynı adı taşıyan restaurantı ile bu duvar resmi bölgenin önemli bir turist cazibe merkezi. Daha sonra yakınlardaki yeşillikler içersinde bir restaurantta yemeğimizi yiyoruz (daha doğrusu tuzlu omletimizi yiyoruz fazla şansımız yok domuz yemeyince ne verirlerse yemek zorunda kalıyoruz. ), bizim çiçekçilerde, saksılarda görüp de eve aldığımız o kauçuk, ficus vs tür bitkiler burada dev ağaçlar olarak karşımıza çıkıyor. Yemek sonrası dönüş yolculuğu başlıyor.

4. Gün Boca De Guama, Laguna del Tesoro, Timsah Çiftliği .

Bugün gezeceğimiz yerler Matanzas Bölgesi’nde Zapata yarımadasında. Havana’nın 186 km güneydoğusunda yer alan Boca De Guama denilen yere gideceğiz.

Orada bulunan bir timsah çiftliği ve bir Lagünde yer alan yerli köyü ziyaret edilecek.

İlk durağımız bir dinlenme tesisi.

Yeşillikler, tropikal bitkiler, palmiye, Hindistan cevizi vb agaçlarla dolu bir bahçede, Kübalı müzisyenler eşliğinde bir mola veriyoruz.

Minik bir barda çeşitli meyvesuyu kokteylleri yapıp satıyorlar.

Çoğu kimse ananas suyu, süt, bal ve pudra şekerinden yapılan pina colada yı deniyor.

Hemen yanımızda bir Kübalı şeker kamışını mekanik bir sıkma makinesinden geçirip suyunu sıkıyor.

Yemek için de yolda bir restaurantta durduktan sonra Guama’ya varıyoruz. Önce timsahları göreceğiz. Küba’da 2 tür timsah koruma altına alınmış. Crocodylus Rhombifer ve Acutus.

Birincisine Küba timsahı da deniyor.

Aslında bu tür eskiden Karayiplerin başka bölgelerinde de yaşarken bugün sadece Küba ‘da bu bölgede kalmış ve 1960’larda devlet eliyle korunmaya alınmış. Timsahları yemek zamanı görüyoruz. Bakıcıları onlara balık fırlatıyorlar, onlarda kocaman korkunç ağızlarını açıp balıkları kapışıyorlar. Aramızda sadece bir tel örgü var ve çok korkunç görünüyorlar. Resimlerini çekiyoruz.

Daha sonra yakındaki minik iskeleye doğru ilerliyoruz.

Tekneler bizi lagündeki sazlıkların arasından geçirip 5-6 km ötedeki Taino yerli köyüne götürecekler.

Üstü açık bir teknenin koltuklarında, sazlıklar arasında giderken, aklımda az önce gördüğüm timsahların düşüncesiyle az tedirgin oluyorum.

Ama çok zevkli kısa bir yolculuğun ardından Taino yerli köyüne varıyoruz. Uzaktan suyun üstünde olan kulübeler hoş görünüyor.

Önce burayı otantik bir yer sanıyorum, ama gölün ortasındaki bu birbirine bağlantılı güzel minik adacıklara varınca bende bir hayal kırıklığı oluyor. Burası tamamen turistik bir yer. Aslında burada konaklama da mümkünmüş fakat biz kısıtlı zamanda buranın sadece bir kısmını görebiliyoruz. İlk dikkat çeken etrafa yayılmış birebir insan boyutlarındaki yerli heykelleri. Ateş yakan bir yerli, çömlekçi çarkıyla çömlek yapan bir yerli, balık tutan bir yerli vs. Bu heykeller burada kolonistler gelmeden önce yaşayan insanların yaşamını anlatıyor. Burada bir kulübe dikkatimizi çekiyor, içerde birileri var ama ses soluk çıkmıyor. Meraklıyız ya gidip bakalım diyoruz. İçeri girer girmez zılgıtlar başlıyor, yerli bir büyücü elindeki sert otları üzerimize vura vura bir şeyler söylüyor. Muhtemelen kötü ruhlarımızı kovalıyor.! Sonra elindeki boyalı çubukla yüzümüzü çiziyor. Seramoni bitincede bahşiş isteniyor. Şaşkınlıkla dışarı çıkıyoruz tabi bir de gülme krizi tutuyor.Bu güzel günü de tamamlayıp Havana’ya otelimize dönüyoruz.


5. Gün Doğu Havana Bölgesi. Santa Maria Plajı .

Bu Havana’daki son turumuz. Yarım günümüz var ve 20 -25 dakikalık mesafedeki Santa Maria Plajına gideceğiz. Varadero turumuz maalesef hava muhalefeti yüzünden iptal edilince, bize bu plajı göstermek istediler.

Limandaki tünelden Havana’nın doğusuna geçiyoruz.

Önce Pan Amerikan Villa denilen bir yerleşim bölgesi görüyoruz. 1991 Pan Amerikan Oyunları burada yapılmış. Bu sebeple çok modern spor tesisleri inşa edilmiş. Olimpik bir stad, havuz kompleksi, velodrom vs. Bu tesisleri geçip Santa Maria Plajı’na varıyoruz. Harika bir plaj, deniz gökyüzü muhteşem tonlarda mavi ve turkuaz, beyaz kum, minik saçaklı şemsiyeler tek tük güneşlenen turistler. Yalınayak, kimimiz paçalarını kıvırıp çocuklar gibi şen kumsalda koşuşturan garip bir kalabalık oluyoruz. Fotoğraflar çekiliyor. Ben biraz da denizkabukları topluyorum. Maalesef bu sadece kısa bir ziyaret ve otele dönüyoruz.

*********

Buradaki son gecemizde müthiş bir Gala yemeği yapılıyor. Katedral Meydanı bu iş için kapatılıyor. Işıklandırılmış Katedralin önüne bir sahne kuruluyor. Davetli masaları tüm meydana yayılmış şekilde, mükemmel bir organizasyon yapılmış. Dev bir ekran davetten görüntüleri anında bize yansıtıyor. Gece aryalarla başlayıp, Küba müziği ile devam edip en son da çok kalabalık bir dans grubunun müthiş bir dans gösterisiyle sonlanıyor. Rengarenk kıyafetli kıvrak Kübalı dansçılar, bize muhteşem bir karnaval havası yaşatıyorlar. Bence bu kongreye dört dörtlük bir final oluyor.

Benim açımdan çok eğlenceli, eşim açısından toplantılarla, seçimle çok yoğun ve yorucu ama başarılı geçen kongre sona erdi. Bizi uzun bir geriye dönüş yolculuğu bekliyor.Havana’daki son günümüz yine Katedral Meydanı’nda El Patio’da bir şeyler atıştırıp, aylaklık ederek geçiyor. Son alışverişler yapılıyor. Otele dönüp valizleri hazırlıyoruz, bu defa işi şansa bırakmaya niyetim yok. Türküz ve pratiğiz ya .Otel de rica minnet bir kantar bulup valizlerin ağırlıklarını ayarlıyoruz. Daha sonra alanda problem çıkmasın diye.

Jose Marti Havaalanı gidiş salonunda tüm ülke bayrakları içersinde bayrağımız 2 yerde ve boyutu çoğu bayraktan az daha büyükçe dalgalanıyor. Ve biz yüreğimizde güzel anılar dilimizde sözleri Jose Marti’ye ait olan olan bir Küba ezgisiyle Kübaya veda ediyoruz.

Guantanamera guajira Guantanamera………

Yo soy un hombre sincero
De donde crece la palma
Y antes de morirme quiero
Echar mis versos del alma
Guantanamera, guajira, Guantanamera


Mi verso es de un verde claro
Y de un carmín encendido
Mi verso es de un ciervo herido
Que busca en el monte amparo
Guantanamera, guajira, Guantanamera


Cultivo una rosa blanca
En julio como en enero
Para el amigo sincero
Que me da su mano franca
Guantanamera, guajira Guantanamera


Y para el cruel que me arranca
El corazon con que vivo
Cardo ni ortiga cultivo
Cultivo la rosa blanca
Guantanamera, guajira Guantanamera


Con los pobres de la tierra
Quiero yo mi suerte echar
El arroyo de la sierra
Me complace más que el mar
Guantanamera, guajira Guantanamera

Tercümesi:

GUANTANAMERA

Dürüst bir insanım ben,
Palmiyeler ülkesinden.
Ölmeden önce, paylaşmak isterim
Ruhumdan akıp gelen bu şiirleri.

Şiirlerim parlak yeşildir,
Ama yine de kızıl alevler gibidir.
Şiirlerim yaralı bir ceylana benzer,
Dağda kurtarılmayı bekler.

Dikiyorum bir ak gül fidanı
Haziranda ve Temmuzda
Çünkü samimi dost
Elini vermiştin bana.


Ve zalimin biri parçaladığı için
Beni yaşatan yüreğimi.
Dikmem ne bir ayrıkotu ne de çakır dikeni
Dikerim bir ak gül fidanı.

Dünyanın yoksul insanlarıyla,
Neyim varsa paylaşmak isterim.
Dağların cılız dereleri
Denizlerden daha mutlu eder beni.

KÜBA’YA GİDECEK OLANLAR İÇİN KÜÇÜK TİYOLAR:

Gittiğiniz her yerde Küba şarkıları çalan müzisyenlerle karşılaşacaksınız. Küba Şarkılarını bilmiyorsanızda bozuntuya vermeyin. Gittiğiniz yerde çalan gruplardan şu klasik parçaları rahatlıkla isteyebilirsiniz. Comandante Che Guevara, La Bella Cubana, Guantanemera, Moliendo Cafe, Chan Chan , Havana Club. Tabi müzisyenlere bahşişi de unutmayın.

Havana’nın çok meşhur, önünde kuyruklar olan bir dondurmacısı var. Coppelia .Biz gidemedik, siz gidin ve mümkünse bizim için de dondurma yiyin.

Bu resimlerin daha ucuza satıldığı Vedado bölgesinde bir Pazar yeri daha varmış. Onu da bulmaya çalışın. Yine Nasyonal Otelin yakınında Kübalıların gittiği bir Pazar varmış, orayı da ziyaret edin. “Local Color” olsun.

Fulya Tekin İstikbal
Prof. Turist Rehberi (Ülkesel-İng)

Not: Bu yazıda kullanılan bütün fotoğrafların copyright'ı yazara aittir.

Editör: TE Bilişim