Çok değil 60 yıl öncesine gidelim. Boğaziçi’ndeyiz. Taksim’den Sarıyer’e ya da Üsküdar’dan Paşabahçe’ye gelmek için az sayıda otobüs dışında henüz dolmuş bile yok. Minibüsün adı yok. Ana ulaşım vasıtası deniz yolu. Şehir hatları işletmesinin birbirinden güzel çoğu sitimli vapurları Boğaziçi’nin Anadolu yakasındaki 18 ve Avrupa yakasındaki 22 vapur iskelesi arasında mekik dokuyor.

İSKELE VE VAPURLARIN GÜZELLİĞİ YALILARA MEYDAN OKUYOR

Henüz betonlaşmanın başlamadığı ve çevrenin yeşil örtüsünün korunduğu güzel günlerdeyiz. Sarıyer’in nüfusu tüm köyleri ile birlikte 20 bini bulmamış. Boğaz ilçelerinde oturan ve şehir merkezine her gün gidip gelen vapur yolcularının hepsi birbirini tanıyor. Bir gün birisi gelmese merak ediliyor. Hasta mı? İşinden ayrıldı mı? Kaptanı herkes tanıyor. Bırakalım yolcuları yalılarda oturanlar bile onları tanıyor. Düdükle selamlamalar günlük rutinin parçası. Ben 1958 yılında Sarıyerli oldum. Rahmetli annemin ısrarı ile Fatih’ten her sene yazlığa geldiğimiz Sarıyer, benim doğduğum yıl yeni memleketim oldu. Hani sorarlar ya, “Hemşerim nerelisin” diye. Ben gururla “Sarıyerliyim” derim. Babam 1958 yılında çalıştığı Ortaköy ve daha sonraları Fındıklı’ya her sabah 07.20’de Sarıyer’den kalkan Anadolu Kavak-Eminönü vapuru ile giderdi. Saat 09.00’da işinin başındaydı. Akşamları da 18.10’da Eminönü’nden kalkan ve sadece İstinye’ye uğrayıp doğrudan Sarıyer’e 19.20’de, “Direk” olarak adlandırılan vapurla gelirdi. Bu yolculuk sadece 1 saat 10 dakika sürerdi. Gün içinde Sarıyer’den şehir merkezine öğle, ikindi ve akşam üzerinde çingene vapuru dediğimiz seferler olurdu. Bu vapurlar en az 10 iskeleye uğrayarak Eminönü’ne gelirdi. Gezi maksadıyla ya da başka seçeneği olmayanlar için en uygun ulaşım aracıydılar. Gemilerde sınıf uygulaması olurdu. Lüks, Birinci sınıf ve ikinci sınıf mahaller vardı. Hatırladığım kadarı ile Beşiktaş-Üsküdar arasındaki Kocataş sınıfı sitimli küçük tonajlı vapurda ikinci sınıf bileti 35 kuruş idi. Sitimle karışık, maun ve çay kokusu unutulmazdı.

DENİZİN KARAYI GEÇTİĞİ YILLAR

Egzoz kokusu, TIR, minibüs, otomobil ve otobüslerin içten yanmalı motor gürültülerinin, trafik kazalarının, korna seslerinin, trafik karmaşasının günlük yaşantımıza girmediği günlerdi. Diğer bir deyişle kabotaj denizciliğinin yurt içi lojistiğinde asli oyuncu olduğu yıllardı.

KARACILAŞIYORUZ

Kabotaj denizciliği zaman içinde, endüstriyel medeniyetin ve vahşi kapitalizmin yarattığı en büyük doğa düşmanı, kara yolu taşımacılığına yenik düştü. Limanların yerini otogarlar, Karadeniz, Ege ve Akdeniz posta gemilerinin ve mavnaların yerini otobüsler ve TIR’lar aldı. Günümüzde Türkiye’nin dış ticaretinin %86’sı deniz yolu ile yapılırken (bunun da sadece yüzde 19’u Türk gemileri ile yapılıyor) iç ticaretinin sadece yüzde 4’ü deniz yolu ile yapılıyor. Petrolün yüzde 90’ını ithal eden bir devlet olarak senede harcanan 60 milyar doların önemli bir bölümü kara ulaştırması için kullanılıyor. Deniz ulaştırması karadan 7 kat daha ucuzdur. O halde yurt içi ulaştırmada deniz yolu ve entegre demiryolu kullanılsa bu fatura ciddi oranda aşağıya çekilebilir. Ancak gidişat bu yönde değil.

ÖNCE SAHİLLER UZAKLAŞTI

Ne acıdır ki, denizcilikten ve deniz kültüründen önce sahil şehirleri uzaklaştı. Doğayı katleden, halkı denizden ayıran duble yollara, Anadolu’nun en denizci insanlarının yaşadığı Karadeniz bölgesi bile, akıl almaz bir şekilde onay verdi. En güzel kıyılar betonla kaplandı. Pekçok sahil yerleşiminde, geleneksel balıkçı restoranları ve balık ekmekçilerin yerini kebapçı ve seyyar dürümcüler aldı. Yelken, yüzme ve kürek kulüplerinin yerini futbol kulüpleri aldı. Sahilde yaşayanların büyük bir çoğunluğu, çocuklarının ilerde milli yelkenci ya da yüzücü olmasını değil, zengin futbolcu olmasını hayal ederek denizin ufkuna baktı ve rakısını yudumladı.

İSTANBUL’DA DEĞİŞEN DURUM

Tekrar İstanbul’a dönelim. İstanbul’da günde 14 milyon yolcu hareketi söz konusu. Yani sabah 7 milyon işine gidiyor ve akşam dönüyor. Bunun sadece yüzde 2,5’i denizi kullanıyor. yüzde 10 raylı yüzde 87,5 tekerlekli kara araçlarını kullanıyor. Her sabah 3 milyon özel araç trafiğe çıkıyor. Denizi kullananların en büyük bölümü Asya Avrupa kıyıları arasındaki yatay geçişleri kullanıyor. Yani Üsküdar-Beşiktaş, Kadıköy-Karaköy vb. hatlar. Boğazı dikine kesen hatlarda taşınan yolcu sayısı yüzdeler ile değil bindeler ile tarif edilecek kadar az.

TEMEL NEDENLER

Sayısal azlığın iki nedeni vardı. İlki sefer sayısı azlığı. İkincisi halkın denizden uzaklaşmış olması ve kara ulaşımının bir reflekse dönüşmüş olması.

DEĞİŞİM BAŞLIYOR

Son bir aydır birinci neden ortadan kalktı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, şehir trafiğini rahatlatmak için deniz ulaşımını arttırma kararı aldı ve çok sayıda bölgeye 30 yeni vapur hattı konuldu. Örneğin Sarıyer’den bugün Beşiktaş ya da Eminönü’ne gitmek 06.30-18.30 arasında her 45 dakikada mümkün. 08.00’de Sarıyer den kalkan vapur, 09.00’de yani bir saate Beşiktaş’ta, 09.15’te Eminönü’nde oluyor. Aynı güzergahı Hacıosman Metro (Zincirlikuyu üzerinden tekrar otobüs) ya da Sarıyer-Beşiktaş/Eminönü otobüsü veya minibüsü ile kat etseniz harcanacak zaman trafik ve indi bindiyi hesaplarsak bir saati kesinlikle geçiyor. Ödenen ücret ise tek bilet fiyatına olduğundan daha az. Demek ki deniz yolu ile çok daha kısa sürede Beşiktaş veya Eminönü’ne trafik karmaşasına girmeden gitmek mümkün. O zaman geriye ikinci faktör kalıyor. Yani halkın denize ve deniz yolculuğuna alıştırılması.

İSTANBUL HALKI DENİZİ KULLANMAYI ÖĞRENMELİ

Bunu başaracak olan halkın ta kendisi. Dünyanın incisi Boğaziçi’nde her sabah iyot kokusu, olağanüstü manzara ve demli bir çayla yapılacak günlük seyahatlerin bir Japon, Amerikalı ya da Avrupalı turist için yıllarca anlatılacak bir haz olduğunu vurgulayalım. Halkımıza sesleniyorum. Yeni açılan tüm hatları kullanın. Sosyal medyayı kullanarak tüm çevrenizi yeni açılan hatlara davet edin. Talep artsın. Gemiler çoğalsın. Yolcular çoğalsın. Karanın zincirlerini kıralım.