Geleneksel hale getirmeye çalıştığımız Tersane-i Amire’nin kuruluş yıl dönümlerinin 559 uncusu bu yıl, şehir hatları işletmemizin ev sahipliğinde, Gemi Mühendisleri Odası ve Türk Lloyd'unun iştiraki ile 11 Aralık 2013 Çarşamba günü  Haliç Tersanesi’nde ya

Geleneksel hale getirmeye çalıştığımız Tersane-i Amire’nin kuruluş yıl dönümlerinin 559 uncusu bu yıl, şehir hatları işletmemizin ev sahipliğinde, Gemi Mühendisleri Odası ve Türk Lloyd'unun iştiraki ile 11 Aralık 2013 Çarşamba günü  Haliç Tersanesi’nde yapıldı.
Dört denizci kuruluşun iştiraki ile yapılacak toplantıya çok sayıda davetlinin katılabileceği düşünülerek, kutlama 80-100 kişi alabilen toplantı salonu yerine, boşaltılan eski dökümhane binasına alındı.
Toplantı, bir gün önce beklenmedik şekilde aniden başlayan kar yağışı ve aşırı soğuk nedeni ile maalesef çok düşük bir katılımla başladı. Bir yandan soğuk, bir yandan da salonun yetersizliği nedeni ile merasim bizler için arzu ettiğimiz mükemmeliyette olamadı.
Prof Dr Reşat Baykal, Prof Dr Ahmet Dursun Alkan ve Doçent Dr Tuncay Zorlu tarafından titizlikle hazırlanmış Tersane-i Amire ile ilgili bildiri ve sunumların çok sayıda katılımcı tarafından dinlenebilmesini doğrusu çok isterdik, ama aşırı soğuk nedeni ile katılımcı sayısı çok düşük olunca, bu çok güzel söylemleri maalesef çok az kişi dinleyebildi.
Neyse ki, gerek panelist, gerekse misafir olarak katılan, başta Y.T.Ü ve İ.T.Ü’nin, dekanları Prof. Dr Bahri Şahin ve Prof. Dr Ahmet Ergin ve diğer hocalarının hoşgörüleri, şehir hatları Genel Müdürü sevgili Süleyman Genç kardeşimizin güler yüzlü, sıcak ev sahipliği ve Tersane-i Amire’ye duyulan sevgi, toplantının havasını ısıttı. Günlerdir titiz bir çalışma yürüten arkadaşlarımızın üzüntüsü de böylelikle biraz olsun hafiflemiş oldu.
Bana gelince, maalesef dört gün evvel başlayan gribi tam atlatamadan katıldığım toplantıda, salonun soğukluğu nedeni ile acaba misafirlerimizin hastalanmalarına sebep olur muyuz, benim grip de tekrarlayıp zatürreye çevirir mi endişesi, bütün konsantrasyonumu yok etti. Neyse, bereket, korktuğum başıma gelmedi.
 
Gelelim yazımızın başlığına; Haliç’in dökümhanesi ile Baş Mühendis Günnur Dikeç’e…
 
Toplantı açılıp, standart konuşmalar tamamlanınca, bütün kariyerini Haliç’teki dökümhanede geçirip, ismi adeta bu dökümhane ile özdeşleşmiş olan ve dökümhaneyi mükemmel hale getirmiş olan Baş Müh. Günnur Dikeç’e duygularını ifade etmesi için söz verdik.
Sevgili Günnur Dikeç, yaptığı kısa konuşmada “Ben 25-30 yıl evvel burada dizel motor blokları, kaverler filan döküyordum. Şimdi görüyorum ki benim dökümhanem toplantı salonu olmuş, nerden nereye gelmişiz, şimdi ben ne diyeyim’’ deyince bu sözler herkesin yüreğine dokundu, beni hem üzdü hem de tam 33 yıl geriye götürdü.
1979 senesinde İsviçre’nin Sulzer firmasının onayı ile Polonya’nın Ceqielski-Sulzer firmasının sub-licenser’i olmuştuk. İlk olarak, Camialtı’nda inşa edilmekte olan 5500 DWT’luk ‘’K’’ sınıfı 8 adet yük gemisinin 24 adet 750 HP’lik dizellerinin, Polonya firmasının yardımı ile henüz açılışı bile yapılmamış olan Pendik Tersanesinin makine atölyesinde imalatına başlayacaktık.
 
1980 yılı başlarında Polonya’dan getirttiğimiz model ve maçalarla Haliç’teki dökümhanede motorların bloklarını dökecektik. Türk Gemi İnşa Sanayi tarihinde şimdiye kadar ‘’ana makine‘’ olarak sadece iki adet buhar makinesi imal edilebilmişti.
Birincisi, 1874 yılında Haliç Tersanesi’nde inşa edilen ilk çelik tekne olan 54 metrelik ‘’İZMİT’’ isimli yolcu-yük gemisine konulacak buhar makinesi, İngiltere’den daha önce ithal edilmiş 100 HP’lik iki silindirli bir buhar makinesinin bire bir kopyası olarak, yine Haliç Tersanesi makine atölyesinde imal edilerek tekneye konulmuştu. İkincisi ise, birinci makineden tam 80 yıl sonra yine Haliç Tersanesi’nde inşa edilecek olan ‘’KABATAŞ’’ araba vapurunun eşi olan ’’KARTAL’’a konulan yine eski bir makinen birebir kopyası olarak imal edilen üç silindirli buhar makinesiydi.
1880‘li yıllarda ve 52 yıl sonra 1938-39 yıllarında Taşkızak Askeri Tersanesi’nde Alman yardımı ile inşa edilen ikişerden dört adet denizaltıya konulan makinelerin, imalat mı yoksa tamamı montaj mı olduğu kesin olarak bilinmiyor. İmalat olsalar bile imal edilen makineler 80 yıl içinde toplam olarak 6 adeti geçemiyor maalesef…
Dolayısı ile, Haliç ve Pendik tersanelerinde imalatına başlayacağımız dizel motorlarının imalatı, Türk Gemi İnşa Sanayi için çok önemiydi, mutlaka başarılı olmalıydık ve bir devrimi başlatmalıydık.
Motorların dökümle ilgili işlerinde tek güvencem ‘’Günnur Dikeç’’ti. Polonya’dan gelen model ve maçaların tersaneye intikalini öğrenince, doğruca Haliç Tersanesinin dökümhanesinin yolunu tuttum. Günnur Hanım’a “Bu motorların döküm işlerinde kimleri çalıştıracaksan, onları bir araya getir; onlara bir şeyler söylemek istiyorum” dedim.
Günnur‘un bir araya getirdiği 7-8 ustaya daha evvel hazırlattığım yeni tulumları hediye edip, “bu yeni tulumlarla tam bir takım gibi çalışacaksınız, sizler burada milli bir görev yapacaksınız, nasıl bir futbol milli takımı milli maçlarda sahaya çıkıp milli duygularla elinden geleni yapıyorsa, siz de bu döküm işlerinde büyük bir dikkat ve itina ile çalışın, elinizden geleni lütfen yapın” deyip, Günnur‘a da başarılar dileyip tersaneden ayrıldım.
Aradan 10 – 15 gün kadar geçtikten sonra, tekrar dökümhaneye gidip içeriye girdiğimde, dökümhanenin ortalarında büyük bir kalıbın etrafına toplanmış bir işçi topluluğu görünüyordu; ama dökümhanenin içini doldurmuş olan dumandan görüntü net değildi. Biraz yaklaşınca elbiseleri, eldivenleri, yüzleri kapkara olmuş, gözlerinde koruyucu gözlükler olan işçileri gördüm.
Belki Günnur da aralarında idi ama onu da fark etmek mümkün değildi. Herhalde onun da eli, yüzü, tulumu kapkaraydı. Hediye ettiğim yeni tulumlar 10 gün bile temiz kalmamıştı. Biraz sonra işçiler hareketlendiler, fırından potaya alınan alev alev eriyik kalıba doğru geliyordu. Dökümhanenin rengi şimdi kapkara ve kıpkırmızıydı.
İşte Günnur’un kumandasında çalışan bu döküm ekibi, her motor parçasını adeta firesiz olarak büyük bir başarı ile döktüler.
Dökülen parçaların bir kısmı Haliç Tersanesi’nde, bir kısmı da Topkapı Gümüşsuyu’nda bulduğumuz BOR tezgahlarında itina ile işlendi. İşlenip, Pendik Tersanesi’ne getirilen bloklar, kaverler, karterler ve diğer parçalar Polonya’dan gelenlerle montaj bölümünde, Motor Fabrikası’nın ilk müdürü Turhan Seçer ve Müdür Yardımcısı Mahmut Akaltan nezaretinde monte edip çalıştırılmaya hazır hale getirildiler.
Sonra arkası da geldi, fabrika inşa edildi, büyük motorlar peş peşe imal edildi. Görevde bulunduğum sürede bu motor imalatı ile çalışan her grubu, tıpkı dökümhanede yaptığım gibi benzer konuşmalar yaparak motive ettiğimi hatırlıyorum.
Motor fabrikası inşaatı ile bu fabrikada toplam 99 adet motorun imalatını gerçekleştiren bütün arkadaşlarımı, kardeşlerimi buradan saygı ile anıyorum.
 
Gelecekle ile ilgili düşüncelerim, kaygılarım…
 
Şimdiye kadar yaptıklarımı, daha önceki yazdıklarımda ana hatları ile yazmıştım, bu satırları bundan sonraki düşüncelerime bir başlangıç olsun diye yazıyorum. Bundan sonraki satırlarda, gelecek ile ilgili düşüncelerimi, kaygılarımı sevgili Günnur Dikeç kardeşime hitap ederek ifade etmeye çalışacağım.
 
Sevgili Günnur,
 
Bizler, 30’lu, 40’lı yaşlarımızda, hayatlarımızın bu en güzel dönemlerinde bazılarının yaptığı gibi çalışır gibi yapmak yerine neden deliler gibi çalıştık?
Gezip tozmak eğlenmek yerine çok defa işleri bitirelim diye senelik izin bile kullanmadan çalışıp, vücudumuzu neden harap ettik?
Gemi sanayimize en iyi şekilde hizmet etmek, bu arada da kalıcı eserler meydana getirerek, bizden sonraki nesillere devretmek istedik; değil mi?
Onlar da bu eserlere sahip çıksınlar, daha da geliştirsinler diye değil mi?
 
Peki, bizden sonraki nesil ne yaptı?
 
Bir grup kardeşimiz, Pendik Tersanesi’ni devralarak, sadece, ülkemizde inşa edilemeyen büyük tonajlı tanker, bulk-carrier gibi gemilerin inşa edilmesi için dizayn ve inşa edilmiş olan Pendik Tersanesi’ni, kendi ihtiyaçlarına hiçbir şekilde uygun olmadığını bildikleri halde alıp, tersanenin kuruluş gayesinden tamamı ile farklı şekilde kullanılmasına sebep oldular. Burada yapılabilecek gemiler de Çin’e, Japon’a diğer yabancılara sipariş edilir oldu. Ayrıca, Bize motor fabrikası lazım değil deyip motor fabrikasını da atölyeye tahvil ettiler. Oldukça gelişmiş ve tecrübe kazanmış bir fabrikanın motor imalatı da durdurulmuş oldu.
Tabii, bu kardeşlerimiz bunları kötü niyetle yapmadılar, kendi ihtiyaçlarına öncelik tanıdılar. Esasında Türkiye’nin ihtiyaçlarının ön planda tutulması gerekmez miydi?
Ayrıca, Deniz Kuvvetleri’nin ihtiyaçları, Gölcük Tersanesi yeniden düzenleninceye kadar Pendik Tersanesi ve Tuzla tersaneleri tarafından rahatlıkla karşılanır, tersane bir süre sonra büyük gemi inşaatına tekrar döner, motor fabrikasına da dokunulmazdı. Nitekim Deniz Kuvvetleri’nin yeni inşaatları şimdilerde Tuzla tersanelerinde yapılmıyor mu?
Ben eminim ki, Pendik Tersanesi’ne tayin edilen her komutan, 300 m. boyundaki dev gemi inşa havuzunu, üzerindeki 450 tonluk dev gantry kreynini, 200 m. boyundaki dev kızağı, yılda 50 bin ton saç işleme kapasiteli atölyeleri görünce “bu tersanede bizim ne işimiz var, yazık etmişiz bu tersaneye” deyip çok üzülmüştür.
Başka bir grup kardeşimiz de ecdat yadigarı tersanelerimizi tarihimize değer vermeyerek kapattı. Şimdi bir tarih yok olmak üzere. Bununla da yetinmediler, senin yıllarca çalışarak meydana getirdiğin modern dökümhaneyi kapattılar, çok değerli laboratuarını da tarumar ettiler.
Sevgili Günnur,
 
Peki, bu ecdat yadigarı tersaneler ne uğruna kapatıldı? Yapılan ihaleye göre lüks oteller, AVM’ler ve marina yapılsın diye, değil mi? Bu marinalar, lüks oteller, AVM’ler Haliç kıyılarını güzelleştirecek de, ilk önce yerli sermaye ile yapılsalar bile bir süre sonra yabancı sermaye tarafından satın alınıyor; sonra da AVM’ler bizden 3 liraya aldıklarını allayıp pullayıp yine bize 10 liraya satıyorlar; en sonra da karlarını kendi ülkelerine transfer ediyorlar.
Sonra bir bakıyoruz, bizim cari açığımız büyümüş de büyümüş. İstanbul’u AVM’lerle doldurup güzelleştireceğiz derken cari açığımız almış başını gidiyor.
Yalnız AVM’ler mi? Bankalarımızın bir çoğu da yabancıların eline geçti. Özelleştirilen KİT’ler de bildiğim kadarı ile öyle.
O zaman biz, kapitülasyonları kaldırabilmek için niye savaş verdik” diye adama sormazlar mı? AVM’ler, bankalar, KİT’ler yabancıların eline geçince ekonomi dümeninin neresi bizim elimizde doğrusu merak ediyorum. Bir bilen varsa söylesin de öğrenelim.
Diyeceksin ki dünya böyle, liberal ekonomi…
 Tamam böyle de bu vahşi kapitalizm, Amerika, Almanya, Japonya gibi sanayisi mükemmel, ekonomisi sağlam ülkeler için yararlı olabilir ama bizim gibi sanayisi gelişmemiş, üretimi dışa bağlı, ekonomisi zayıf ülkeler için, esasında liberal düşünceye sahip olduğum halde, bana biraz fazla gibi geliyor… 
Türkiye’nin şu andaki durumunu, sanki, henüz yüzmeyi yeni öğrenmeye başlayan birinin derin bir suya balıklama atlamasına benzetiyorum.
 
Sevgili Günnur,
 
 Tersane, motor, dökümhane derken konu dışına çıkıp ekonomist olmadığım halde neden ekonomimizden bahsetmeye, endişelerimi dile getirmeye çalıştım; şimdi de sebebini anlatmaya çalışayım.
Biz tersaneciler, 60’lı ve 70’li yıllarda iptidai metotlarla da olsa inşa ettiğimiz tekneleri donatabilmek için yurtdışına sipariş edilen ana makine dahil bütün cihazların gelmesini bekler dururduk.
Döviz yokluğunda para transfer edilemez, beklediklerimiz yıllar sonra gelir, bir geminin inşaatı yıllar sürerdi. Bu duruma bir çare bulmak için modern bir tersane kuralım gemi inşa kapasitemizi arttıralım, kendi motorumuzu kendimiz yapalım, dışarıdan almayalım, hem sanayimizi geliştirelim hem de ülkemize döviz kazandıralım, ekonomimize de faydamız olsun diye düşündük.
Biz gemi inşaatçısıyız. Kendi dönemimizde bize düşen görev ne ise o görevi elimizden geldiği kadar yapmaya çalıştık.
Her sanayi kolunda çalışanların ayni düşünce ve milli duygularla hareket etmeleri halinde ülke sanayimiz topyekun bir gelişme gösterebilir. Yeter ki gençlerin bu milli duygularla çalışmalarını ülke olarak sağlayabilelim.
 
Sevgili Günnur,
 
Bizden sonra gelen bu gençler, kabul edelim ki bizden çok daha akıllı çıktılar.
Onlar, motor imal etmekle uğraşmak yerine, istediği motoru, istediği ülkeden dolarları bastırarak satın almayı yeğlediler; büyük tonajlı gemilerin, kendi tersanelerimizde yapılacakken Çin’de, Japonya’da yapılmalarını umursamadılar.
 Gemi Sanayi’mizin beşiği, 560 yıllık tersanelerimizi kapattılar; çok başarılı bir dökümhaneyi yok ettiler.
 
Peki… Şimdi biz ne yapıyoruz?
 
Gençler, bizim yaptıklarımıza sahip çıkmadılar, tersine yok ettiler diye üzülüp duruyoruz; kendimizi bir kere daha harap ediyoruz. Kabul edelim ki ben dahil hepimiz, bu karakterimizle “akılsızlar” sınıfındanız.
 
Sevgili Günnur,
 
Akılsızlar sınıfına dahil edildim diye sakın üzülme. Akılsızlar yaşamayı bir tarafa bırakırlar, kendi dertlerini unuturlar, kimileri memleketin dertlerini, kimileri de kendi mesleklerinin problemlerini kendilerine dert edinirler; hep bir şeyler yapmaya çalışırlar. Ülkemizde (gerçi dünyada da öyledir ya) Osmanlı’da da şimdiye kadar ne kadar faydalı işler ve güzel eserler varsa, hep rahatı, güzel yaşamayı, hatta rahat bir uykuyu bile bir tarafa bırakıp, milletine, memleketine hizmet etmek için bütün ömürleri boyunca uğraşıp, didinen akılsızlar tarafından yapılmışlardır.
Ne yazık ki, bunların çoğu da hizmetlerinin mükafatı olarak cezalandırılmışlar, kıymetleri bilinmemiş en sonunda da bir çoğu kahırlarından ölüp gitmişlerdir. İronik bir tanımla, bu insanlara “akılsız” denmez de ne denir?
Diyeceksin ki, bu akılsızlar, hayatları boyunca çalışırlar, didinirler en sonunda da cezalandırılırlarsa, akılsızlıktan vaz geçip akıllanırlar da nesilleri tükenmez mi?
Hiç merak etme, bu akılsızların nesli hiç tükenmez,
Einstein‘in bir sözü var. ‘’Evrenin sonu var mıdır, yok mudur emin değilim, ama insanın akılsızlığının sonu kesin olarak yoktur’’ demiş Einstein. Bu söz de doğruluyor ki her zaman bir çok akılsız piyasaya çıkacaktır. Nitekim, geçen akşam tesadüfen açtığım bir TV kanalında, Aselsan Genel Müdürü çıkmış beyanat veriyordu. Gözlüklü nur yüzlü bir bürokrat; şöyle diyordu:
 
Bizim bilgimiz, tecrübemiz bu füzeleri yapmak için yeterlidir Çin’den de, Amerika’dan da almaya gerek yoktur.  Yetki verin biz yapalım.
 
Gördün mü Günnur, al sana bizim sınıftan biri hemen ortaya çıkıverdi. Çok sevindim tabii; görsem adamı kucaklayıp öpeceğim ama bir yandan da düşündüm; ”Bu füzeleri Aselsan mükemmelen yapar da, bu füze işi netameli bir iş, içte dışta karışanı, bulaşanı çok olur; hiç Türkiye ‘ye yaptırırlar mı?”
 
Adamcağızı, Allah korusun dedim kendi kendime.
 
Sevgili Günnur,
 
Bizler, millet olarak zaman, zaman çok ilerledik, çağ atladık falan deyip öğünmeyi çok abartıyoruz ama kabul etmeliyiz ki, makine sanayimiz, gemi, kimya, ilaç sanayimiz dahil bütün sanayi kollarımız büyük ölçüde dışa bağlıdır.
Yol yaparak, çok katlı binalar yaparak geliştiğimizi zannetmek bizi yanıltmasın. Önemli olan yukarıda saydığım bütün sanayi kollarında dışa bağlılığımızı azaltmayı başarmaktır.
Sanayimizde dışa bağımlılığımızı azaltamazsak, ülkemizi tüketen bir ülke değil, üreten bir ülke haline getiremezsek, ne ekonomimizi istikrarlı bir hale ne de Türkiye’yi güçlü bir ülke haline getirebiliriz.
 
Peki… Bütün bunları kim yapacak?
 
Tabi ki yine memleketin akılsız evlatları yapacak; başka kim yapacak? Şayet rahat bırakılırlarsa…
Son olarak, benim memleketimin bütün akıllı evlatlarından bir ricam var. Akılsızları lütfen rahat bırakın. Bırakın akılsızlar uğraşsınlar, çalışsınlar, didinsinler, eserler meydana getirsinler. Adamları kıskanmayın, itip kakmayın, onların yaptıklarına dokunmayın, kapatmayın, yok etmeyin. Bırakın yaptıklarını geliştirsinler. Böyle yaparsanız ülkemiz gelişir; Türkiye üreten bir ülke haline gelir; bu durumdan sizler de bizler de istifade eder, refaha kavuşuruz.
 
Sevgili Günnur,
Sözlerimi, senin kapatılmış olan harika dökümhanenin en sonunda bir toplantı salonu haline dönüştüğünü görünce duyduğun üzüntü ile söylediğin son sözlere benzer bir şeyler söyleyerek bitireyim.
”Ben bu akıllı kardeşlerime daha ne diyeyim?”