Ağustos  Ayı başında Gürcistan  Birlikleri’nin Güney Osetya'nın başkenti Tshinvali'yi kuşatmasıyla başlayan gerginlik, Rusya’nın  150 tankı bölgeye göndermesi ve  uçaklarıyla da Gürcü üslerini bombalamasıyla tırmandı.Takip eden süreçte Rusya, havadan, den

Ağustos  Ayı başında Gürcistan  Birlikleri’nin Güney Osetya'nın başkenti Tshinvali'yi kuşatmasıyla başlayan gerginlik, Rusya’nın  150 tankı bölgeye göndermesi ve  uçaklarıyla da Gürcü üslerini bombalamasıyla tırmandı.

Takip eden süreçte Rusya, havadan, denizden ve karadan yaptığı saldırılarla Gürcistan’a önemli kayıplar verdirdi. Poti Limanı ve Tiflis Havaalanı içerisindeki bazı noktalar başta olmak üzere stratejik hedefler  bombardımana tabi tutuldu. Rus güçleri, Tiflis'e 20-30 kilometre kadar yaklaştılar. Rusya; Gürcistan'ın önemli bölümünü işgal etti ve kontrolü altına aldı.

Gürcistan'ın ateşkes ilan etmesine, ABD Başta olmak üzere Batı’nın gösterdiği tepkilere rağmen Rusya’nın Gürcistan’dan çekilmek konusunda isteksiz davrandığı görülüyor.

Resmin tamamına bakıldığında ise Hazar bölgesi enerji kaynaklarının dünyaya dağıtılmasında jeostratejik öneme sahip Kafkaslar merkezli bu bölgede stratejik dengelerin değişmekte olduğunu ve bu değişimin ana hatlarının önümüzdeki dönemde netleşeceğini söylemek mümkün. 

Enerji deyince akla ilk gelen ülke, elbette ki tek başına dünya enerji kaynaklarının %40'ını tüketen ABD. Bölgeye ABD'nin ilgisi yeni değil.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonraki süreçte Karadeniz'e çıkmak konusunda istekli olan ABD, bölge ülkelerini birer birer NATO çatısı altına almak suretiyle Karadeniz'i NATO ile çevrelemek istedi. Gürcistan, bu çevreleme girişimin önemli halkalarından birisi, belki de en önemlisi olacaktı; ancak ne var ki güçlenen Rusya'nın yaptığı girişimler bu üyeliğin-en azından şimdilik- askıya alınmasına neden oldu.

Son harekattan sonra ise Gürcistan'ın NATO üyeliği iyice zora girdi. Belki de bu yüzden Rusya Gürcistan topraklarından çekilmiyor; belli ki bazı garantileri almadan da çekilmeyecek.

Aslında Rusya benzer durumlarda  eskiden daha sessiz kalmıştı. Karadeniz’i çevreleyen ülkelerden Bulgaristan ve Romanya’nın  1997'de başlayan ve 2004 yılında NATO üyesi olması ile sonuçlanan sürecinde fazla etkili olamayan Rusya, Ukrayna ve Gürcistan gibi geri kalan Karadeniz Ülkelerinin NATO üyeliği konusunda daha etkin bir politika izledi.

Bunun neticesinde geçtiğimiz Nisan ayı başında Romanya’da gerçekleşen NATO zirvesinde, üyelik bekleyen Gürcistan ve Ukrayna'nın üyeliği gerçekleşmedi. ABD'nin bu ülkelerin üyeliğe alınması yönünde yaptığı baskıya rağmen üye ülkeler arasında görüş ayrılığı çıkması nedeniyle bu iki ülkenin üyeliği sonuçlanamadı. Ancak konu Aralık’ta yapılacak zirveye bırakıldı.

Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliğe alınmasına karşı çıkan ülkelerin başını ise Almanya ve Fransa çekti. Bu ülkeler NATO’nun bu ülkeleri de içine alacak şekilde genişlemesinin stratejik açıdan doğru olmayacağı görüşünü dile getirdiler. Ancak Rusya'nın etkisi yadsınamaz.

Ekonomisini düzelten ve Batı’ya olan borçlarını ödeyerek güçlü bir yapıya kavuşan Rusya’nın Romanya ve Bulgaristan’ın NATO üyeliği zamanındaki gibi sessiz kalmayacağı ve elindeki ekonomik (Doğal gaz ve petrol) ve askeri (Nükleer ve stratejik) güçleri çekinmeden kullanmaya niyetli olduğu görülüyor. Nitekim bu niyetlerini Polonya’ya karşı açıkça dile getirmekten çekinmedi Rusya.

Ortaya çıkan durumda Türkiye’nin ve özellikle  Türk Boğazları’nın stratejik yönden önemini arttırdığını  göstermektedir. Türkiye’nin yüzyıllar boyu bu konuda sürdürdüğü ve artık tarihsel genlerini taşımakta olduğu denge politikalarına her zamankinden fazla ihtiyaç var.
Öyle ki, bu politikalar artık hata kaldırmaz; çünkü yapılabilecek strateji  hataları gerek bölge gerekse ülkemiz açısından çok vahim sonuçlar doğurma potansiyeline sahip bulunmaktadır.

Üzerinde hareket ettiğimiz ip kayganlaşmıştır, dengede durmak zorlaşmıştır ama başka çaremizin olmadığını da bilmek zorundayız.

Bölgemizde ortaya çıkan son durumu belli başlıklar altında kısaca incelemek daha yararlı olacaktır.

1- Montrö Boğazlar Sözleşmesi açısından

1936 Yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Karadeniz’in bir barış gölü olması ve öyle kalması açısından en önemli uluslar arası anlaşma olma özelliğini korumaktadır ve diyebiliriz ki bu anlaşma bugün daha da büyük önem kazanmıştır.  Anlaşma geneline baktığımız zaman 29 maddelik bir metin olduğunu görüyoruz.  29 maddesinin 22'sinin askeri 7’sinin ticari denizcilikle ve Sözleşmenin uygulanmasıyla alakalı olduğu Montrö Boğazlar Sözleşmesi bu yönüyle daha çok bölgenin askeri stabilitesi kaygılarıyla düzenlenmiş bir anlaşmadır denilebilir.

Bu yüzdendir ki Türkiye, bugüne kadar ticari maddelerinden birkaçının deniz emniyetiyle ilgili zorluklar yaratmasına rağmen isabetli bir politika güderek Montrö’yü tartışmaya açmamış; “Montrö’yü masaya yatıralım siz de işinize gelmeyen bu maddeleri değiştirme imkanını bulursunuz” yönündeki telkinlere kulak tıkamış ve Saakaşvili’nin Güney Osetiya’ya savaş açarak girdiği öngörüsüz pozisyona hiçbir zaman düşmemiştir. Bu açıdan bu politikaları başarıyla yürüten Türk Dışişleri’ni kutlamak gerekiyor.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ilginç bir sözleşmedir. Türkiye’ye pek çok haklar verdiği gibi, bazı hakları da Türkiye’nin “Bölge Ükeleri’ne sorması” koşuluna bağlamaktadır. Son günlerde ABD’nin Gürcistan’a insani yardım malzemesi göndermek istediği ve Türkiye’nin buna izin vermediği konusu gündeme geldi, ama kimsenin aklına Montrö’nün bu konuya nasıl baktığı gelmedi. Oysa Montrö’de bu konuya açıklık getiren çok ilginç bir madde var. Sözleşme’nin 18. Maddesi (d) bendini hep beraber okuyalım:

“Karadeniz kıyıdaşı olmayan bir ya da birkaç Devlet, bu denize, insancıl bir amaçla deniz kuvvetleri göndermek isterlerse, toplamı hiçbir varsayımda 8.000 tonu aşmaması gerekecek olan bu kuvvetler, işbu Sözleşmenin 13. maddesinde öngörülen ön-bildirime gerek duyulmaksızın, aşağıdaki koşullar içinde Türk Hükümetinden alacakları izin üzerine, Karadeniz'e girebileceklerdir: Yukarıdaki a) ve b) paragraflarında öngörülen toplam tonaj dolmamışsa ve gönderilmesi istenilen kuvvetlerle bu toplam tonaj aşılmayacaksa, Türk Hükümeti, kendisine yapılmış olan istemi aldıktan sonra en kısa süre içinde bu izni verecektir; sözü geçen toplam tonaj daha önce kullanılmış bulunuyorsa ya da gönderilmesi istenilen kuvvetlerle bu toplam tonaj aşılacaksa, Türk Hükümeti, bu izin isteminden, Karadeniz kıyıdaşı Devletleri hemen haberli kılacak ve bu Devletler, haberli kılındıklarından yirmi-dört saat sonra bir karşı görüş öne sürmezlerse, ilgili Devletlere istemlerine ilişkin olarak verdiği kararı en geç kırk-sekiz saat içinde bildirecektir.”

Bu madde, görüldüğü gibi, Karadeniz’e insani amaçlı gönderilecek savaş gemilerinin tonajını 8000 ile sınırlamakta, bu tonajın üzerinde Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerden izin demesek bile, olumlu görüş alınması koşulunu getirmektedir.

ABD’nin bölgeye göndermek istediği USS Comfort adlı deniz kuvvetlerine ait hastane gemisi tek başına bu tonajı aşmaktadır. 69 bin tonluk bu geminin Boğazlar’dan geçerek Gürcistan’a gidebilmesi, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin yukarıya aldığımız 18. Maddesi (d) bendine göre Türkiye’nin bölge ülkelerini haberdar etmesini zorunlu kılacak, bu haber vermede sessiz kabul (tacid acceptance) koşulu işleyecektir. Yani Türkiye’nin haberdar etmesinden sonra kıyıdaş ülkelerden karşı çıkan olmazsa kabul etmiş sayılacaktır.

Bu Maddenin işletilmemesi ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışmaya açmadan sonuçlandırılması kanaatimce yerinde olmuştur.

Öte yandan, Montrö Boğazlar Sözleşmesi bugüne kadar bölgeyi destekleyen ve Karadeniz’in barış gölü olmasını garanti eden hükümleriyle bugüne kadar işlevini başarıyla sürdürmüş ve imzalayıcı ülkeler anlaşmaya desteğini sürdürmüş iseler de, bu durumun ilânihaye böyle gitmeyebileceğini düşünmek ve ona göre de hazırlıklı bulunmak mecburiyetindeyiz. Bu durum sadece Türkiye için değil, Karadeniz’in barış gölü olarak kalmasını isteyen Montrö imzacısı olsun olmasın tüm ülkeler için geçerlidir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin sona erdirilmesi 28. Maddede ele alınmıştır. Buna göre yirmi yıllık sürenin bitiminden iki yıl önce, hiçbir Bağıtlı Yüksek Taraf, Fransız Hükümetine Sözleşmeyi sona erdirme ön-bildirimi vermemişse Sözleşme, bir sona erdirme ön-bildirimin gönderilmesinden başlayarak, iki yıl geçinceye kadar yürürlükte kalacaktır. Bu ön-bildirim, Fransız Hükümetince, Bağıtlı Yüksek Taraflara iletilecektir. 

Bu maddeye göre, Sözleşmenin sona ermesi için imzalayan taraflardan birisinin Fransız Hükümeti’ne sözleşmeyi sona erdirme ön bildiriminde bulunması gerekmektedir. Bu ön bildirimden sonra iki yıl daha yürürlükte kalacak olan Sözleşme iki yılın sonunda sona erecektir.
Sözleşme eğer bu şekilde sona ererse, yine aynı madde hükümlerine göre, imzacı ülkeler yeni bir konferansa katılmak ve bu konferansta yeni bir Sözleşme hazırlamakla yükümlüdürler.

Montrö'ye en hararetle sahip çıkan ülkelerden birisi Türkiye ise, ötekisi de Rusya'dır; demek ki Montrö'nün yürürlükte kalması için Türkiye ve Rusya'nın ortak çıkarları bulunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Rusya'nın bölgede güç kazanması Türkiye'nin aleyhine olmayacaktır. Bu bir avantajdır.

Dezavantaj ise şudur: bu çıkarlara zarar vermek isteyen ülkeler için Montrö'nün yeniden ele alınması hedef teşkil edecektir. Bunun için 2 yıl ööcesinden bir bildirim yapmanın yeterli olduğu da göz önüne alınırsa; kuyuya hiç kimsenin taş atmamasını dilemek Bölge için en hayırlısı olacaktır.

Özetle söylemek gerekirse, Bölgemizde ortaya çıkan son durum Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin önemini arttırmış durumdadır.  Montrö Boğazlar Sözleşmesi bölgenin sigortası durumundadır. Dileriz ki bu sözleşme imzacı bütün ülkelerin sahip çıkmasıyla devam eder ve sigorta görevini ve işlevini sürdürür.

2- Türk Boğazları’nın Üzerindeki Petrol Yükü Açısından:

Rusya’nın Gürcistan’da yürüttüğü harekat ve yapılan açıklamalar, Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattı’nın geleceği açısından da endişelerin doğmasına yol açmıştır.

Bu hat, Rusya’nın enerji koridorlarını kontrol etmek üzere elini zayıflatması nedeniyle Rusya tarafından olumlu bakılmayan bir hat niteliğindeydi.

Ne var ki, bu hattan yılda yaklaşık 40 milyon ton petrol, Ceyhan'a akmaktadır. Eğer bu hat olmasa idi, Türk Boğazları üzerindeki petrol yükü bugünkü yıllık  160 milyon ton düzeyinden 200 milyon ton düzeyine çıkmış olacaktı. Bu da yaklaşık %25 artışa tekabül edecekti. Yani Boğazlar’dan geçmekte olan her 4 tankere 1 tanker eklenmiş olacaktı. Tankerlerin Boğazlarda ekstra beklemeye neden oldukları göz önüne alınırsa Türk Boğazlarında sıkışıklık artacak, deniz emniyetine ilişkin önlemlerin gevşetilmesi yönünde Türkiye üzerinde baskıların artmasına neden olacaktı. Rusya tarafından yapılan açıklamalar, özellikle de Rusya Parlamentosu Uluslararası İlişkiler Danışmanı Aleksandr Dugin’in  " Bakû-Tiflis-Ceyhan boru hattı şu anda çalışmıyor ve bir daha da çalışmayacak” şeklinde basına yansıyan sözleri bu hatla ilgili belki de maksadını aşmış sözlerdir ama Rus tarafının BTC’ye bakış açısını da özetlemektedir.

Dolayısıyla bölgede güç kazanmış bir Rusya- ki son gelişmeler buna işaret etmektedir- Azerbaycan üzerindeki nüfuzunu da kullanarak BTC’nin işlevini sekteye uğratmaya çalışabilecektir. Nereden bakılırsa bakılsın, zaten petrol taşımacılığına doymuş olan Türk Boğazları üzerine en azından yakın gelecekte ekstra bir yükün binme olasılığı çok yüksek görünmektedir. Marmaray çalışmaları nedeniyle Boğazlardan geçişin zorlaştığı bir dönemde Boğazlar üzerine yüklenecek 40 milyon ton petrolün yol açacağı sorunların sorumlusu Türkiye olamaz.

SONUÇ

Bölgemizde meydana gelen son gelişmeler, Türkiye’nin ve Türk Boğazlarının stratejik önemini arttırmıştır.

Diyebiliriz ki Boğazlar konusu Türkiye'nin ve bölgenin en hassas konusudur. Çünkü Karadeniz'e çıkmak için de, Karadeniz'den çıkmak için de Türk Boğazlarından geçmek gerekmektedir.

Askeri açıdan da, ticari açıdan da.

Asırlardır başarıyla uyguladığımız denge politikasını devam ettirmek, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne sahip çıkmak, Karadeniz’i dışarıdan müdahalelere karşı korumak doğru girişimler olacaktır. Bir NATO üyesi olan Türkiye, artık Karadeniz’e kıyısı olan tek NATO üyesi değildir; bu yeni durum yeni zorluklar ve yeni fırsatları beraberinde getirmektedir.

Diliyoruz ve umuyoruz ki Karadeniz bölge ülkelerinin hizmetinde bir barış denizi olma işlevini hep sürdürecektir.