Atatürk’ün ölümünün 70. yıldönümü için hazırlanan ‘Mustafa’ gösterime girdiği günden itibaren seyircinin yoğun ilgisiyle karşılaştı. Can Dündar’ın yazıp yönettiği ‘Mustafa’ vizyona girdiği ilk gün 150 bin kişi tarafından izlendi. 193 kopyayla 206 salonda gösterilen film medyada da geniş yer buldu. Kimileri film için “Kemalizm’e yeni bir hayat öpücüğü” nitelemesi yaparken, kimileri de “bu film ulusalcıların ezberini bozdu” dedi.

İşte "Mustafa" hakkında söylenenler. 

ARABASI KIRILANA YOL GÖSTEREN ÇOK OLUR
Çetin Altan, Milliyet (2 Kasım 2008)

Nasreddin Hoca, yolda komşusunun damadına rastlamış. Genç damat:
- Hoca, demiş; bir oğlum oldu.
Nasreddin Hoca kutlamış kendisini ve sormuş:
- Adını ne koydunuz?
- Mustafa koyduk.
Nasreddin Hoca:
- Keşke, demiş; biraz daha düşünseydiniz Mustafa koymadan önce.
- Neden?
- Neden olacak, “Mustafa uyuyor”, “Mustafa meme emiyor”, “Mustafa emeklemeye başladı”, “Mustafa taytay duruyor” dedikçe; bir yığın kıyamet kopabilir Ankara’da.
- Allah Allah neden ama?
- Nedenini git Can Dündar’a sor sen; “Mustafa” diye yaptığı filmin nasıl bir gümbürtü çıkarttığını görmüyor musun?”

MUSTAFA
Güneri Cıvaoğlu, Milliyet (29 Ekim 2008)
(...) Belgeselin ötesine geçen “ruh” var filmde... Can, “duyguludur” fakat dahası ve bu film için çok önemli özelliği “duyarlı” da oluşudur. Başkasını hissedebilmesidir. Binlerce not, kitap, belge ve görüntünün arasında iz sürerek sonradan kazanılmış “Kemal” ve “Atatürk”ten ayrıştırdığı saf ve yalın “MUSTAFA”yı bulmuş, hissetmiş.


 


(...) Filmde üzerinde çok konuşulacak ve tartışmalar yapılacağını sandığım bazı bölümler var. Örneğin... Atatürk’ün kendisini çılgınca alkışlayanlar için “Aynı kalabalık yarın bizi linç de edebilir” söylemi. Yadırgansa da onun ne kadar gerçekçi olduğunu gösteriyor. Alkışlarla başı dönen ve kendilerini “siyaset evliyası” mertebesinde görenlerin sonları hazin olmuştur. Atatürk’ün “Kürtlere yerel özerklik verilmelidir” söylemi de polemiklere neden olacaktır. Belki kullanılacaktır.
Oysa o günün koşullarında söylenmiş sözleri değişmez bir kalıp olarak görmek hata olur. Buna karşılık... Atatürk’ün daha o zamandan Kürt kökenli yurttaşlarımız için nasıl geniş bir açıyla sorunu gördüğünün de kanıtıdır.


RECEP İVEDİK Mİ MUSTAFA MI?
Mehmet Y.Yılmaz, Hürriyet (1 Kasım 2008)
BELGESEL bir filmin bu kadar çok tartışma yaratması ancak bizim cennet vatanımızda gerçekleşebilecek bir durum. Can Dündar’ın “Mustafa” belgeseli öyle görünüyor ki önümüzdeki ayların en canlı tartışma konularından birisi olacak. Deniz Baykal’ın filmle ilgili eleştirileri gişe başarısı açısından umut veriyor bence. Benim de kendime referans aldığım film eleştirmenleri var. Onlar beğenirse filme gitmiyorum, beğenmezlerse ilk seansta yerim hazır! Deniz Baykal da bence böyle bir etki yaratacak. (...) İnsani yönlerini öğrendikçe Atatürk’e saygım daha da artıyor. İki kadeh fazla içiyor ya da kendini yalnız hissediyor diye Atatürk değerinden bir şey kaybetmez. Tarihi kişilikleri, gerçek bir “kişilik” yapan şey de zaten bu tür sıradışı özellikleridir. Yoksa herkes “tarihi kişilik” olur ki bunu yazacak tarih kitabı milyon sayfa olur, kimse okuyamaz!

CAN DÜNDAR’IN ‘MUSTAFA’SINI DAHA ÇOK SEVDİK
Mehmet Ali Birand, Posta (29 Ekim 2008)

(...) Can Dündar, 70 yıldır ilk defa bize bronz heykellerdeki sert bakışlı, at üstünde uçar gibi giden veya siyah-beyaz fotoğraflardaki çok ciddi, hatta katı bakışlı bir lideri değil, Atatürk’ün insan tarafını gösterdi. Aşık olan, sevgilisine Fransızca nefis mektuplar yazan, içki içen, arkadaşlarıyla eğlenip şarkı söyleyen, dans eden bir Atatürk’le karşılaştık. Gerektiğinde, görüşlerini paylaşmadığı insanlarla da işbirliği yapan, hedefine varmak için şeytanla dahi el sıkışan, gerçekçi bir lideri tanıttı.
Can Dündar, 70 yıldır kendi kendimizi hapsettiğimiz fildişi kafesin kapısını açtı. Ben kendimi Mustafa’ya çok daha yakın hissettim. Onu, bronz atlar üstünde şaha kalkmış heykellerinden daha çok sevdim. Daha çok benimsedim. Eline sağlık Can Dündar.

MUSTAFA’NIN TARTIŞILACAK YÖNLERİ
Fikret Bila, Milliyet (30 Ekim 2008)

(...) Zaafları, zayıflıkları, hırsı, aşkları, sigarası, içkisi, dinden-imandan uzaklığı, Türkiye’den çekip gitmek isteğiyle perdeye yansıyan Mustafa’nın, Kemalistleri tatmin ve memnun edeceğini sanmıyorum. Buna karşılık, Kemal’den hazzetmeyenlerin ilgisini ve beğenisini daha fazla çekebilir. Tahmin ediyorum ki “Mustafa” bir “Kemal” tartışması yaratacak...

Vahdettin’i sevenler de filmden memnun kalabilirler. “Mustafa”da siyasi konulara girildiğinde soru işaretleri oluşuyor. Vahdettin konusu da öyle... Son Padişah Vahdettin’in vatan haini değil gerçek bir “vatansever” olduğunu savunanlar, onun, Atatürk’ü “vatanı kurtarmaya memur” ettiğini savunurlar. Nitekim, Atatürk’ün Samsun’a gitmeden sarayda Padişah’la yaptığı görüşme buna yorulur ve yeterli görülür. “Mustafa” filminin verdiği mesaj da bu yönde. Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’ya, “Paşa, devleti kurtarabilirsiniz” diyor filmde. Ama arkası gelmiyor. En azından, “Peki Mustafa Kemal için çıkarılan idam fermanında imzası bulunan bu Vahdettin değil mi?” sorusu gelecektir.



“Mustafa” insani yönleriyle anlatıyor Atatürk’ü ama siyasi alandan yapılan seçkiler genellikle tartışmalı konular. Güncel tartışmalar olduğu için bu konular tercih edilmiş izlenimi veriyor. Örneğin, Atatürk’ün son dönemlerde tartışılan ve PKK-DTP cephesinin sık sıkıya sarıldığı ünlü İzmit basın toplantısı konu ediliyor. Filmde, Atatürk’ün İzmit’te bazı gazetecilere yazılmamak üzere, “Kürtlere anayasal özerklik verileceğini söyledi” deniliyor. Bu konunun da arkası gelmiyor. İhtimal ki, filmin bu yönü de tartışmalara neden olacak. Güneydoğu’ya özerklik verilmesini isteyen PKK-DTP cephesi, filmin bu kesitini beğenecek ve ihtimal ki kullanacaktır.

(...) Mustafa’ değişik bir Atatürk portresi yansıtıyor. Can Dündar ve arkadaşları, Atatürk’ü insani yönleriyle anlatmak istemişler. Can Dündar ve arkadaşlarının gün ışığına çıkardıkları yeni görüntü ve belgeler, özellikle Atatürk’ün günlükleri, takdir edilmesi gereken gazetecilik başarısı. Can Dündar’ı ve ekibinin bu başarısını kutlamak gerekiyor. (...)


MUSTAFA HAKKINDA ÇOK ŞEY
Avni Özgürel, Radikal (1 Kasım 2008)

Atatürk’ün bütün hayatını anlatma derdine düşmek, filmi ortaokul tarih kitabı sınırı içine hapsetmiş. Sevgili Can’ın göz ardı ettiği bir husus, gerçekte bir değil birkaç Mustafa’nın olduğu.

(...) Sevgili Can’ın şimdiye kadarki yapımları açık söylemek gerekirse onun romantik üslubuna hayran, ürettiklerini huşu içinde seyretmeye hazır kitlelerin beğenisine sunduğu, TV ekranlarına, özel gösterimlere ve DVD piyasasına dönük, deyim yerindeyse bir tür ‘kapalı havuz ya da akvaryum’ projeleriydi. ‘Mustafa’ ise kelimenin tam anlamıyla ‘açık denizlik’ iş.

Alkışlamayı sona bırakıp eleştirilerimi söyleyeyim... Atatürk’ün bütün hayatını anlatma derdine düşmenin filmi Emin Oktay’ın ortaokul tarih kitabı ve kronoloji sınırı içine hapsettiğini söylemem gerek. Mustafa Kemal’in hayatındaki önemli dönemeç noktalarının çoğu ya bir iki cümleyle geçilmek zorunda kalınmış ya da büsbütün görmezden gelinmiş. Oysa Can Dündar yeteneğinde bir kalem Atatürk’ün özeli dahil zincirdeki halkalardan herhangi birinin üzerine gitse herhalde ortaya çok daha iddialı bir yapım çıkardı. Her şeyden biraz anlatmaya çalışmak lokanta tabiriyle ‘ortaya karışık/ şefin tabağı’ türünden bir şey çıkarmış.

Sevgili Can’ın bildiğinden emin olduğum ama her ne sebeptense göz ardı ettiği bir husus, gerçekte bir değil birkaç ‘Mustafa’nın olduğu. Örneğin, ‘Medeni Bilgiler’ kitabında yer alan la-dini cümleleri yazan da, İslamiyet ve Hazreti Peygamber’le ilgili en övücü değerlendirmeleri yapan da odur. Geçen asrın büyük din âlimi Elmalılı Hamdi Yazır’a hâlâ aşılamamış Kur’an tefsirini yazdıran, Buhari’nin hadis külliyatını tercüme ettirerek yayımlanmasını sağlayan kişidir Atatürk. Ve Elmalılı Hoca’nın Diyanet’le yaptığı sözleşmede yer alan, tefsirin nasıl hazırlanacağına dair maddeleri kaleme alan kişidir. Aynı durum arı dil yani Türkçe’nin sadeleştirilmesi meselesinde de, ‘Güneş Tarih Teorisi’ diye isimlendirilen maziyi farklı kalıba dökme girişiminde de vardır. Eski silah arkadaşlarıyla arası açılmıştır açılmasına ama bunda sadece ideolojik görüş ayrılığının etkisi olduğu söylenemez. Yani devrimlere muhaliftiler onun için araları açıldı derken de ihtiyatlı olmak gerekir. Doğru; kumandanlar muhaliftiler devrimlerin bazılarına. Harf inkılabına, şapka dayatmasına, hilafetin kaldırılmasına karşıydılar, ama aralarındaki soğukluk o zaman değil Sakarya Harbi sırasında başlamıştı. Enver Paşa’nın Batum’da muhtemel bir muvaffakiyetsizlik halinde Anadolu’ya geçip kendisini safdışı etmeye ve kumandayı ele almaya hazır beklediğini, üstelik kimi silah arkadaşlarının onunla temas halinde olduğunu öğrendiği günden itibaren uzaklaşmıştı Mustafa Kemal.
Alkışı sona bıraktığımı söylemiştim...

Eleştirilerime rağmen ‘Mustafa’ beni heyecanlandırdı ve açık söyleyeyim, izlemekten keyif aldım. Can’ın olağanüstü bir özenle ama aynı oranda cesaretle Cumhuriyet’in kurucusuna yaklaştığı şüphe götürmez. Su gibi akan sade bir metin, iyi bir kurgu ve altlarında çağlayan Bregoviç’in müziği.
Mustafa’nın sponsorluk konusunda gereksiz tartışmalarla hırpalanmasına üzüldüğümü de söylemek istiyorum. Kimi gazeteci arkadaşlarımızın, Can’ın geçmişte yaptığı, yazının girişinde ‘havuz/akvaryum projeleri’ olarak nitelediğim çalışmaları gündeme getirerek ‘Mustafa’dan imalı, kinayeli cümlelerle bahsetmeleri de hoş değil.

Filmle iki duvar yıkıldı
Üstelik ‘Mustafa’yla iki duvar yıkıldı.. İlki harcıâlem, makyaja dayalı benzetme gayreti ve genelde Milli Mücadele hikâyelerinin fonunda yansıtılmaya çalışılan Atatürk ilk kez dozunda, başarılı bir canlandırmayla sinema seyircisine sunuldu. Yıkılan ikinci duvar beyazperdenin belgeselle tanışması. Nesli Çölgeçen’in Milli Mücadele’nin son kahramanlarını belgelediği çalışma geliyor bunun arkasından. Umuyorum, diliyorum ki devam eder ve sinema salonlarını belgesel izlemek için dolduran bir seyirci kitlesi oluşur...

MUSTAFA TARTIŞMALARI
Murat Belge, Taraf (1 Kasım 2008)
(...) Mustafa Kemal’i gerçekten sevenler arasında, burada özetlemeye çalıştığım bu resmî tapınma havasından hoşnut olmayanlar var. Onlar, Mustafa Kemal Atatürk imgesinin toplumun bütününü ayağa kaldıracak bir imge olamamasını, bu resmî propagandanın genel sevimsizliğine bağlıyorlar. Doğal olarak, daha “insancıl”, daha “güler yüzlü” bir Atatürk imgesine ihtiyaç duyuyorlar. Değerlendirebildiğim kadarıyla Can Dündar da böyle düşünenler arasındadır. İnsanın en “insanî” kabul edilen çocukluk çağını filmine ana konu olarak seçmesi, böylece bu samimî “Mustafa” hitabına ortam hazırlaması, herhalde bu gibi kaygılara dayanıyordu.
Gene, “çocuk”luğun vurgulanması, asıl “tabu” konusu yılların eylemlerinden uzaklaşmaya da imkân tanıdı. (...)


Deniz Baykal, Atatürk’ün demokrat olduğunu, oysa Can Dündar’ın filminin onu “diktatör” gibi sunduğunu söylemiş. (...) Her toplum sevdiği, teşekkür borçlu olduğuna inandığı, siyasî veya değil, “büyük” saydığı insanları heykellerle anar, kitaplar, biyografiler yazılır. Ama demokratik ülkelerde bu işler ne kurulu bir sistem içinde yapılır, ne de bir sansür çerçevesinde. Türkiye’de Atatürk kültünün benzetilebileceği olgu, daha çok eski Komünist ülkelerde görülen önder kültüdür. Ama bu da, ancak bir dereceye kadar. Troçki, “Stalinist’lerden söz ederken, “epigon” kelimesini kullanır. Bu Yunanca kelime, kabaca, “taklitçi izleyici” anlamına gelir. Taklit edenin, taklit ettiğiyle aynı düzeyde olamadığını da ima eder. Troçki’ye göre “epigon”, taklit ettiği “idol”ünün belirgin bir özelliğini seçip alır ve bunu abartılı bir biçimde yaşatmaya veya sürdürmeye veya yeniden üretmeye çalışır. Troçki’nin hedef aldığı “Stalinistler” Stalin’i hunharlıkta geçmeye çalışıyorlardı. (...) Troçki’nin “epigonlar hakkındaki tesbiti oldukça isabetli. “Epigon”, önderin, çok zaman büyük bir kusur olan özelliğini alıp bağrına basar, öncelikle ona sahip çıkar. Bu determinizm, “epigon-üreten” kültürlere içkin bir determinizmdir. Onun için Deniz Baykal’ın -öteki sözlerinin yanı sıra- “Atatürk diktatör değil, demokrattı” sözü yerini buluyor. Deniz Baykal dahi hiç sanmam ki bunun böyle olduğuna inansın, ama “demokrasi işte bu” diyeceği nesnenin özelliklerini iyi biliyor.

MUSTAFA
Derya Sazak, Milliyet (30 Ekim 2008)
(...) Can Dündar, ‘Sarı Zeybek’ten bu yana Mustafa Kemal’i ‘siyah beyaz’ görüntülerin bize hatırlattığı 20. yüzyılın başlarındaki savaş yıllarının askercil liderleri arasından çıkarıp, çağı değiştiren, devrimci, barışçı, insani Atatürk kimliğiyle buluşturmaya çalışıyor. ‘Mustafa’ filminde hayatın içinden bir ‘portre’ çıkarmaya çalışıyor Dündar. Aşk ve özlem mektupları yazan, gülen, zeybek oynayan, hüzünlenen, öfkelenen, giderek yalnızlaşan, ‘Beni hatırlayınız’ diye not düşen bir Atatürk’ü de görüyoruz.

(...) Dündar, cumhuriyetin ilanı ile 1930’lar arasındaki ‘devrim’ yıllarında Atatürk’ün ‘diktacı’ kimliğine, Kürtlere özerklik sözünden yeni devleti inşa mücadelesinde ‘İslamiyet ile komünizm’i birleştiren ‘pragmatist’ siyasetine de göndermeler yapıyor. Bir çağdaşlaşma ve modernleşme projesi olarak Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun 85. yıldönümünde de sorunlarla boğuşuyor. ‘Mustafa’yı özellikle genç kuşaklar izlemeli.





KOVULDUNUZ
Perihan Mağden, Radikal
Bu bayram, sanatsal/sinemasal: yapıcılarını finansal olarak DA gönendirecek bir Cumhuriyet Bayramı oldu. Olacak yani. Can Dündar, mesela, Cumhuriyetin İçli Böreği olarak Susurluk’tan aldığı/duyduğu heyecanı, Ergenekon için duyamıyormuş. Hayret! Böylesi 1 araştırmacı dolgusalcı! Neden acaba? E; işin içinde yüksekyüksek generallerimiz olduğu için mi? 1 Numara hâlâ ortaya çıkarılmadığı, bir başka (daha alçak) general Rusya’ya tüymüş olduğu için mi? Genelkurmay, tarihçilerimize dahi açmaya kıyamadığı arşivlerini Müthiş Dolgusal AraştırmaElemanımız Can Dündar için açı açıvermiş: Ki, o da ‘Mustafa’ isimli, ay pek bi ‘controversial’, Mustafa Kemal’in insani yanlarını pek bir ortaya çıkartan filmini, Genelkurmayımız’ın DA cömert katılımlarıyla ortaya koyuversin diye. Artık gelsin okul gezileri Bu Film’e; gitsin Gülben Ergen’in lastik (ve fakat armalı) çizmeleriyle katkılandırdığı Dolmabahçe’de galalar! İş Bankası’nın Çocuk Mustafamız cömertçe kızkardeşi Makbule’yle karga kovalayan reklamlarına bakıyorum filan: Bizim Kemalizm’de olsun, Mustafa Kemal tapıcılığında olsun EKSİĞİMİZ Mİ VAR?

KEMALİZM KALMADI, MUSTAFAİZM VERELİM
Yıldıray Oğur, Taraf
80 darbesi bu Atatürk’ü de beğenmeyip depoya kaldırdı ve kendi Atatürk’ünü yarattı. Bu Atatürk, o yıllarda her yere asılan kürklü kabanlı o meşhur Atatürk resmi gibi o kadar can sıkıcı, öylesine iç bunaltıcı resmi bir Atatürk’tü ki, o yıllarda gayri-resmi tarih zirve yaparken, 90’ların başında artık Atatürkçülük dibe vurmuştu.
Ta ki Refah Partisi’nin yerel seçim başarıları ve Uğur Mumcu’nun öldürülmesiyle yükselen laik duyarlılıklarla Atatürk’ün bir popüler kültür imgesi olarak yeniden keşfedilmesine kadar. Atatürkçü Düşünce Dernekleri, ÇYDD’ler öncülüğünde diğer laik aydın cinayetleriyle arada alevi harlanan, 28 Şubat ile zirve yapan bu yeni “Rozet Atatürkçülüğü”, Kemalizm’i belki de tarihinde ilk kez popüler bir ideoloji yaptı, orta-üst sınıfları mobilize etmeyi başardı.

İşte Can Dündar tam da bu yeni nesil Atatürkçülerin/ Atatürkçülüğün ihtiyaçlarını karşılayan başarılı işlere imza attı. Talep mi arzı doğurdu, arz mı talebi yönlendirdi bilmiyoruz. İşte böyle bir tarihsel anda Kemal Atatürk’ün imdadına yetişti küçük Mustafa. Bakalım sevimli, masum, yanaklarını sıkasımız gelen öksüz Mustafa, öfkeli, sevimsiz, yaşlı, darbeci Kemalizm’i bize unutturabilecek mi? Bakalım bu Mustafa-Kemal kavgasından geriye İttihatçı Matematik hocasının Kemal’i mi, İslamcı Zübeyde Hanım’ın Mustafa’sı mı kalacak? Yoksa Mustafa, Can Dündar’dan Ergenekon önlerinde nefessiz bırakılmış Kemalizm’e yeni bir hayat öpücüğü mü?

CAN DÜNDAR’A
Reha Muhtar, Vatan (30 Ekim 2008)
(...) Bir ufak kuşkum var ki filmi görmeden sana söylemeliyim...
Bu soru aynı zamanda filme gitmeye hazırlanan her insanın merak edeceği bir sorudur...
1) Kesinlikle aynı düşünüyoruz, insanlar putlaştırılmamalı, insanî özellikleri, zaafları ortaya konmalı...
2) İnsanlar etten kemikten insan gibi algılanmalı, yalnızlıkları, korkuları, içtikleri rakıları, kırdıkları potları da milyonlarla paylaşılmalı...
3) Devir öyle bir devir, hayat ve insanlar artık şeffaftır...
4) Ve fakat içimi fena halde kaşıyan bir korkum, bir ürpertim var...
5) İnsanî zaaflar ya da özelde gizli kalmış hayatlar ortaya çıktığında, bütün bir hayatı etkisi altına alırlar...
6) Bir gün birisi Can Dündar’ın belgeselini yapacak olsa, sen hangi yaptıklarının senin isminin haksız yere önüne geçmesini istemiyorsan, sen de bir başkasının belgeselini yaparken, bazı özel ayrıntıları o kişinin özelliklerinin önüne geçirmeyeceksin.


TAPINMAYALIM... ATATÜRK’Ü SEVELİM
Nazlı Ilıcak, Sabah (3 Kasım 2008)
(...) Can Dündar “Mustafa” filmiyle “putu” değil ama, bazı tabuları yıkıyor. “Put”, yerli yerinde. Zira o film Atatürk’ü yüceltiyor; bunun yanı sıra sevdiriyor da.
Babasını kaybedip, dayısının yanına sığınan küçük Mustafa için, yüreğim yandı. Dolmabahçe’deki odasından, bir 29 Ekim’de, Harp Okulu talebelerinin söylediği “Dağ başını duman almış” marşını dinleyen yorgun ve hasta Atatürk için ağladım. Sonu belli olan bir dokümanterdi seyrettiğimiz; buna rağmen, 10 Kasım’da ölümünü gösteren sahnede sanki daha dün bir yakınımı kaybetmişim gibi gözyaşlarımı tutamadım.

“Atatürk’ü, bir inatlaşmanın, bir kavganın tarafı yapmayın” dememiz bundandır. 28 Şubat sürecinde, dindar olduğu farz edilen kimselere, meselâ başörtülü kızlara “Atatürk’ü sever misin?” diye sorarlardı. Daha öncesine gidelim, “Seni sevmek bir ibadettir” cümlesini sarf eden, Atamızın mumyasını terk edildiği Etnografya Müzesi’nden alıp, törenle Anıt Kabir’de toprağa veren Celâl Bayar bile Yassıada’da, diğer Demokrat Partili arkadaşlarıyla birlikte, “Atatürk düşmanı” olmakla suçlanmamış mıydı? 1981’de, 12 Eylül döneminde, bir yıl boyunca, “Atatürk 100 yaşında” kutlamaları düzenlendi. Yapılan eziyet ve işkenceler bu kılıfla örtülmek istendi. Zaten her askeri müdahale, “Atatürk’ ün kurduğu cumhuriyeti koruyup kolluyoruz” diye meşrulaştırılmadı mı?

Belki ona “Deccal” diyen birkaç fanatik çıkmıştı. (Sonra onların çoğu da pişman oldu ya!) 1968’de, bir Kur’an kursunda okunduğu söylenilen ve “Ben Muhammed ümmetindenim...” diye başlayan bir yemin, sık sık tozlu raflardan indirilip bütün dindarlar şaibe altında bırakılmadı mı? Can Dündar şahane bir eser ortaya çıkarmış; nitekim, 300 kişilik salonu dolduran seyirci, adeta huşu içinde, nefes almadan ve çıt çıkarmadan filmi izledi. Ama hâlâ kimileri Atatürk’ün aşağılandığından söz edebiliyor. Pes doğrusu! Ben buna ya “kıskançlık” derim, ya da “Atatürk istismarcılığı”. Kusura bakmasınlar ama, “Atatürk sevgisi” adını veremeyeceğim.


MUSTAFA!
Murat Birsel, Star (30 Ekim 2008)

(...) Benim ilk aklıma gelen, ‘Bugüne kadar bu film neredeydi’ ve ‘İyi ki Can Dündar var’ düşünceleri oldu. Ve açıkcası bu milletin evladı olarak gurur duymak bir doğum hakkım olmasına rağmen insan yerine konulup nedenlerinin anlatılması beni kalbimden vurdu. Tarihimiz, derslerimiz, piyeslerimiz ‘Ata ile yurttaşı’ işlerken film, Mustafa Kemal ile vatandaşı tanıştırıyor. (...)

YENİ BİR ŞEY YOK, TARİHTE BİLDİKLERİMİZE UYGUN
İlber Ortaylı, Yenişafak (Yakup Bulut-Ankara, Gül Kireko-İstanbul) (31 Ekim 2008)
İçki konusu yeni bir şey değil. Tarih adına bakıldığında belgesel bilinenleri ortaya koyuyor. Belgeleri harmanlamış ve özel hayatına ait gösterilenler bildiğimiz olaylar. “Gerçekçi değil, gerçeklere uygun değil” diye bir eleştiri yapamam. Gayet tarihte bildiklerimize uygun. Atatürk’ün dehasına aykırı, herhangi bir hakaret de söz konusu değil. Zaten yakın tarihte her şey açık ortada. Ama film olarak seyirci çekebiliyor mu ona bakmak lazım. Bunu da bir hafta sonra anlarız.



CESARET VE MAHARET
Mümtaz Soysal, Cumhuriyet (31 Ekim 2008)
Mahir yapımcı Can Dündar’ın cesaretini kutlamak gerekiyor. Yaptıkları tarihe, kişiliği kitaplara sığmayan bir insanı topu topu iki saatlik bir filme sığdırmak, içinden çıkılması çok zor bir yığın sorunu göze alabilmek demektir.

Yalnız kaynak bulmak, belge toplamak, yeni veriler eklemek, kadro oluşturmak, yer gezmek, tanıtımı örgütlemek gibi özde “maddi” ve somut denebilecek güçlükler değil, boyutları çok değişik ve farklı yorumlanabilecek yaratıcılıkla ve sunuşla ilgili daha bir yığın başka sorun. (...)

ATATÜRK
Ahmet Altan/Taraf (4 Kasım 2008)
Tabii ki insanlar saçmalayabilirler. Ama saçmalığı bir ideoloji haline getirip “herkes bu saçmalığı tekrarlamak zorunda” dediğiniz zaman sorun da başlamış demektir.
Can Dündar’ın “Mustafa” filmi fevkalade ciddi bir saçmalama yarışı başlattı. Filmle ilgili şöyle eleştiriler okudum: “Atatürk’ü kısa göstermiş.” Eee, ne olmuş? Uzun boylu muydu Mustafa Kemal? Yoo, kısa boylu, ince sesli bir adamdı. Onun bu fiziksel özellikleri, onun yaptıklarını ya da yapmadıklarını değiştirir mi? “Atatürk’ü içki içerken gösteriyordu,” diyorlar. İçmiyor muydu? Sıkı içiciydi ve içiyordu. Ne var bunda? Tabii filmle ilgili asıl söylemek istedikleri şu: “Atatürk’ün insani zaaflarını Gösteriyor.” Yok muydu Atatürk’ün insani zaafları? Vardı ve çoktu. Kimin yok ki? Hepimizin var. Mesele tam da burada işte. “Atatürk sıradan fanilere benzeyemez, benzetilemez, o bizler gibi değildir.” “Onun insani zaafları olamaz.” Türkiye’nin çok önemli kilitlerinden birini çözecek soru burada karşımıza çıkıyor işte. “Neden Atatürk’ü insanüstü biri gibi anlatmak istiyorsunuz bize?” Niye onun önemli bir lider, tarihte yerini almış bir şahsiyet olması yetmiyor da, ona “tanrısal” bir görüntü yüklemek istiyorsunuz? Bir insanı, bütün insani zaaflarından soyarak tanıtmak, ona bir tür “dinî dokunulmazlık” sağlamaya uğraşmak, “laiklikle” ne kadar bağdaşır, o da ayrı bir soru. Her dinden insan için “peygamberi” kutsaldır, buna rağmen peygamberlerle ilgili filmler yapıldı. Hatta Hıristiyanlar kendi peygamberleriyle dalga geçen filmler bile çektiler. Bizde ise, Atatürk’e, neredeyse “peygamberlerin” bile sahip olmadığı bir “tanrısallık”, bir dokunulmazlık yüklemeye uğraşıyorlar. Neden yapıyorlar bunu? Çünkü Atatürk, bu ülkenin yaşadığı birçok çarpıklığın, çürümüşlüğün sorgulanmasını önleyen bir kalkan gibi kullanılıyor birçokları tarafından. Atatürk’e “tanrısal” bir statü verip, onun arkasına saklanıyorlar. Şu anda, halkı tarafından böyle algılanan ve böyle algılanması için çaba gösterilen bir tek “lider” var.
O da Kuzey Kore’nin yöneticisi. Doğrusu ya, Atatürk’ün o adama benzetilmek isteyeceğini de hiç sanmıyorum. Kendi yaptıklarını Atatürk’ün arkasına saklanarak yapmak isteyenler, saçmalıklarını gittikçe artırıyorlar. (...)

ATATÜRK ‘MUSTAFA’YI GÖRSE
Bekir Coşkun, Hürriyet (1 Kasım 2008)
Atatürk: “Pekiiii... Aziz milletimiz sinemaya girip, aziz askerlerimizin cephelerde elde ettikleri muazzam zaferleri vefa hissiyatları içinde mi seyretmekte?..”

İsmet Paşa: “İnsani yön belgeseli hesabıyla bakmaktadırlar, gece karanlıkta önderimiz ne yapmakta...”

Ata: “O karanlık gecelerde uykusuz kalıp bir hür vatan yaratma sancılarımın acısını anlamışlar demek ki...”

İsmet Paşa fısıldayarak: “Hayır, bir oturuşta büyük rakı içtiğiniz, gece karanlıktan korktuğunuz ima edilmekte...”

Atatürk hüzünle: “Buna asıl aydınlıktan korkan hilafetçiler sevinecekler... Onlar hálá dergáhlarında oturuyorlar mı İsmet?...”

İsmet Paşa: “Hayır Gazi Hazretleri, devletin tepesinde oturuyorlar...”

“Peki, Cumhuriyet Bayramı diye neyi kutlamaktadır bu millet...”

İsmet Paşa: “Cumhuriyetten geri kalanını...”

Atatürk, atını çevirir: “Gidelim Paşa...”

RÜYADAN UYANMAK!
Fikri Sağlar, Birgün (31 Ekim 2008)

(...) Cumhuriyet’in 85. yılını Türkiye’ye hatırlatan en önemli olay ‘Mustafa’ oldu!. Resmi tarihin dışına çıkan, eleştiren ama çarpıtmayan, nefis bir dille Can Dündar’ın yazıp yönettiği, ‘Mustafa’ filmi muhteşemdi.

(...) ‘Mustafa’ Can Dündar’ın entellektüel birikimi kadar, artistik yönünün ihtişamını da göstermiş. ‘Mustafa’ 6yıldır unutturulmak istenen Atatürk ve Cumhuriyeti hatırlatan, önemli bir olay olmuş... ‘Mustafa’ bir liderin önce insan olması gerektiğini çarpıcı şekilde yüzümüze vurmuş. (...)

MUSTAFA’YA GİTTİM...
Yılmaz Özdil, Hürriyet (4 Kasım 2008)

Sarhoş. Kafayı bulunca ağlayan... Hoyrat. Soğuk. Kalpsiz. Çevresine eziyet eden... İtiraz edeni asan... Arkadaşlarını satan... Goygoycuların dolduruşuna gelen... Milletten bihaber. Hatta milleti küçümseyen... Alay eden. Hesabını kitabını bilmeyen... Batı hayranı. Sefa düşkünü. O balo senin... Bu balo benim, gezen. Zampara.
Cephede bile karı-kız düşünen... Savaşmadığı için sıkılan... Ordu varken, çete kurmaya kalkan... Devrimleri intikam için yapan... Dinsiz. Kendi heykellerini diktiren... Megaloman. Bencil. Günde 3 paket sigara içen. Usul usul intihar eden... Psikolojik bunalımda... Yalnız. Çaresiz. Basiretsiz. Zavallı bir adam.

Mustafa’daki Mustafa bu. Anafartalar 1 saniye. İşgal 2 saniye. Tası tarağı toplayıp kaçmak için, sığır sürüsünün çıkardığı toz bulutundan bile tırsan... Sığır sürüsüyle düşman ordusunu ayırt etmekten aciz biri... Başkomutanlık meydan muharebesi desen... Taktiğini falan başkasından araklamış zaten.

Hak edilmiş bence Oscar... En azından Nobel.

AYKIRI ATATÜRK OLMAK-1
Hasan Bülent Kahraman, Sabah (1 Kasım 2008)

Can Dündar’ın belgesel filmi Mustafa tartışma uyandırdığına göre amacına erişmiş demektir. Sadece bilinenlerin tekrarına dayanan, herkesin benimseyip kabul ettiği görüşler üstünden ilerleyen bir film olsaydı Mustafa hiçbir anlam ifade etmezdi. Bir belgeselin içine gerçeğe ters düşen bilgiler koymak yoluyla tartışma yaratmak da mümkün ama kimsenin Dündar’a böyle bir şey atfettiği yok. Ortada cereyan eden “kamplaşma” bizim ezeli bir derdimizden kaynaklanıyor: Atatürk kimdir? (...)

“MUSTAFA” MI? “ATATÜRK” MÜ?
Altemur Kılıç, Yeniçağ (1 Kasım 2008)

Can Dündar’ın “Mustafa” drama-belgeseli tahmin ettiğim gibi tartışmalara yol açtı. Bence bu tartışmalar, bir yerde, hem kaçınılmaz, hem de faydalı. Başta kimin nerede olduğunun, “Mustafa Kemal’in” kimler tarafından, nasıl anlaşıldığını veya anlaşılamadığını göstermesi bakımından faydalı. Bana gelen tepkilerde, benim işaret ettiğim, kasıtlı olduğuna inanmak istemediğim hatalı, eksik bilgilerden başka, ince noktalara dokunuyorlar filmi görenler! Ben tekrar ediyorum: Belgeseli genellikle beğendim... “Paradoks” olacak, ama bu tartışmalardan ortaya çıkacak olan sonuç Mustafa Kemal Atatürk gerçeğine daha yaklaşmamız ve o büyük adamı daha da iyi anlamamıza vesile olur, diye düşünüyorum!


CAN’IN MUSTAFA’SI
Nazım Alpman, Birgün (28 Ekim 2008)
Can Dündar kendisinden her zaman “iyi şeyler” bekleyenleri bir kez daha yanıltmadı. Mustafa filmi Can’ın belgeselciliğinin taçlanmış bir örneği olarak sinemaseverlerin huzuruna çıkıyor..

(...) Can Dündar’ın kadife sesiyle anlatmaya başladığı Mustafa, Atatürk’ün ölüm döşeğindeki bir anımsama ile başlıyor. Dört mevsim bir arada tablosunun içinden tek başına beyaz perdeye gelen küçük çocuk, büyük işleri başardıktan sonra yine aynı tablonun içinden yürüyüp gidiyor. Can, bu şekilde Mustafa Kemal’in sonsuzluğunu (ölümsüzlüğünü) gösteriyor. Ama gazeteci Can Dündar ulaştığı belgeleri meslek ahlakı içinde son derece dürüst olarak okuyup, Mustafa’nın bir ölümlü fani olduğunu da anlatıyor. (...)


ATATÜRK’Ü GÖKLERDEN DÜNYAYA İNDİREN FİLM
Nagehan Alçı, Akşam (29 Ekim 2008)
(...) Film Atatürk’ü müthiş güçlü bir lider ama inanılmaz tatminsiz bir insan olarak resmediyor. O lider önce imparatorluğu ölümden kurtarıyor. Onu, bir hamura şekil verir gibi eğip büküyor. İnsanları yeniden yaratıyor. Ama savaşmak zamanı geçip de eserin olgunlaşma aşamasına gelindiğinde durgun sulara bakıp can sıkıntısından güçsüz düşüyor. Ata hükmetmeyi varlığının öyle ayrılmaz bir parçası haline getiriyor ki etraftaki toz duman kalkınca kendini işlevsiz hissediyor. Bir imparatorluktan devraldığı orduları ve insanları yöneten adam, kendi iç sıkıntısını yönetemiyor.

Can Dündar ve ekibinin Çankaya’nın özel arşivlerini açarak ve Ata’nın izinde Balkanlar’ı dolaşarak ortaya çıkardığı “Mustafa”, bugün gösterime girdi. Kalıplar ve heykellere sıkıştırarak onu öcüleştirenlere, onun arkasına sığınarak darbe planları yapanlara ya da sadece Kemal’siz ve Atatürk’süz Mustafa’yı merak edenlere duyurulur...

MUSTAFA, ERGENEKON, PKK, ÜZMEZ
Ali Ünal, Zaman
(...) Mustafa Kemal’i öncelikle İslâm’a karşı, hattâ Allah’ın varlığını bile sorgulayacak derecede inkârcı biri olarak takdimde ısrar eden Can Dündar’ın “Mustafa”sı konusunda Kürşat Bumin’in tesbiti şöyle: “Mustafa, hakkında izlemeden de konuşmanın pekalâ meşru sayılabileceği filmlerden biri. Ülke tarihi çoğul okumalara kapısını sonuna kadar açmış olacak ki, yapılan edilen şeyleri izleyip de iyi vakit geçirebilelim. Bu yoksa ne işime yarar ‘belgesel’? O’nun ülkenin kamusal hayatına ilişkin gerçekleştirdikleri enine-boyuna sadece bir değil bin tane belgesele konu olmamış ise, ‘özel hayatındaki insanı getiriyoruz önünüze’ diyen bir belgeselden bize ne?” Ana karakteriyle ele alınmayan, alınması kanunlarla, anayasayla mümkün bulunmayan ama bir gün her gerçek gibi ortaya çıkacak olan bir gerçek, temelde o gerçeğe karşı ve onu ideolojik-siyasî, hattâ misyonik hedefi istikametinde kullandığı pekalâ düşünülebilecek biri tarafından başka yönleriyle yansıtılıyorsa üzerinde düşünmek gerekir.

(...) Yalçın Küçük’ü, Soner Yalçın’ı en çok okuyanlar gibi, korkarım Mustafa’yı en çok merak edenler de İslâm hassasiyetli Müslümanlar olacak.


MUSTAFA KEMAL’DEN APE MUSA’YA...
Rasim Ozan Kütahyalı, Taraf (2 Kasım 2008)
(...) Can Dündar’ın Mustafa’sı da bence Tek Adam ve Çankaya tipi Kemalizm çizgisini izleyen bir eser. Tıpkı onlar gibi ciddi ve nitelikli bir eser Mustafa... Müzik kullanımları, resim seçimleri, hikâye bağlanışları çok iyi. Yağ gibi kayan, akıcı bir belgesel. Ki bunu belgesel-film alanında yapmak zor iştir... İçeriği de bu filmin hitap ettiği temel Kemalist kitle açısından çok yerinde bence. Dündar fazla ileri gitmeden temel bazı noktalarda günümüz “çılgın” Kemalistlerine tadımlık dokundurmalar yapmış. Bir tip “Makul olalım, kendimize gelelim” çağrısı bu. Vahdettin meselesine, Kürtlere anayasal özerklik sözü verildiği hakikatine ve altı ok ilkelerinin dogma olmadığı noktasına bir dokundurup geçmiş Dündar. Ki bu kadarı bile en başta Baykal olmak üzere birçok çılgın-Kemalistin bu filme cephe almasına yetti. Fakat bence Dündar müsterih olsun, geniş popüler Kemalist kitle Dündar’a Baykal’a kıyasla çok daha fazla güven duyuyor. Popüler Kemalist çizgi için Dündar kilit nitelikte bir isim. (...)


TABU YIKAN ‘MUSTAFA’
Rasih Yılmaz, Bugün (31 Ekim 2008)
Filmde işlenen ve oldukça tartışma yaratan bazı bildiğimizi zannettiğimiz bilinmeyenler ise şunlar:
1. Ölmeden önce bizzat kendi direktifleriyle heykellerinin dikilmesini istediği,
2. Kürtlere muhtariyet hakkı tanınmasını istediği,
3. Bildiğimizin aksine, aslında İzmir Suikasti’nden sonra başlayan süreçte gittikçe yalnızlaştığı,
4. Günde bir büyük rakıyı ve üç paket sigarayı tükettiği,
5. Devrimlerle alakalı olarak, öğrencilik yıllarına ait günlüğünde gerçekleştireceği devrimlerle ilgili ipuçlar verdiği ve şu satırlarla bunları belirttiği, “Elime kudret geçerse, bir günde darbeyle sosyal hayatı değiştiririm. Neden ben bu kadar yıllık bir yükseköğrenim gördükten, uygar yaşamı, toplumu inceledikten ve özgürlüğü elde etmek için hayatımı harcadıktan sonra cahillerin seviyesine ineyim. Onları kendi seviyeme çıkarırım. Ben onlara değil onlar bana benzesin.”

ATATÜRK’ÜN MUSTAFA HALİ
E. Nesibe Özbudak, Zaman (29 Ekim 2008)
(...) Filmin üzerinde konuşulması gereken yanlarından biri de Atatürk’ün çocukluğunu canlandıran kişinin bir Yunanlı olması. Kendi ülkesine karşı savaşan bir kumandanın çocukluğunu, yıllar sonra o zamanın ‘düşman’ ülkesinden bir Yunanlının canlandırması filme farklı bir anlam katmış. Yönetmen Can Dündar, bu çocuğun kendine ait küçük bir sığınak yapmasını da Atatürk’ün kendi ülküsüne ait yeni bir yurt kurması ile metaforik olarak ilişkilendirmiş. Atatürk’ün diğer dönemlerini canlandıran kişiler ise aslında kendisine pek de benzemiyor. Zira bunun için ayrı bir uğraş da sarf edilmemiş. Film, türünden dolayı seyirciye biraz uzun gelebilme ihtimaline karşın hem teknik olarak görüntü ve sesiyle hem de içerik olarak verdiği bilgilerle doyurucu bir çalışma ve bayram hediyesi niteliğinde. (...)

GERÇEK ATATÜRK’ÜN PEŞİNDE
Atilla Dorsay, Sabah (31 Ekim 2008)

Can Dündar’ın Mustafa’sı, Atatürk üzerine yapılagelmiş en iyi belgesellerin başına gelip yerleşiyor. Bundan böyle geniş bir kitle tarafından izleneceğini, özel günlerde, TV ekranlarında, okul veya kışlalarda sık sık gösterileceğini düşünmek kehanet olmaz. Bu, aslında belgesel sinemanın ‘kompilasyon film’ alt-türüne giriyor. Yani, temelde varolan malzemeyi seçip ayıklayarak yeniden kurgulayan filmler. Ki bizde örneği çok fazla da değil. Dündar, filmin son jenerikleri akarken görüleceği gibi, çok zengin bir tarama yapmış. Yerli-yabancı sayısız arşiv ve kaynağı taramış. Ve bunları düzgün ve işlevsel biçimde kurgulamış. Böylece ortaya, çocukluk günlerinden başlayarak ölümüne dek uzanan, belki eksiksiz değil, ama yine de gayet doyurucu ve çok şeyi hatırlatan bir Atatürk portresi çıkmış. Kendi hesabıma, bana çok şey öğreten...



(...) Filmin tumturaklı ve hamasi olmayan, akılcı ve makul metnine biçimsel bir olgunluk da ekleniyor. Dolmabahçe’deki Dört Mevsim tablosunun Makedonya doğasına dönüştüğü sahne gibi...Ve bu güzel film, aynı zamanda gerçekten üzüntü veriyor: Ata’nın hayatının çok zengin bir dramatik malzeme içeren çeşitli olay ve dönemleriyle, hâlâ bir ya da birçok filmde işlenmemiş olmasının üzüntüsü...

MUSTAFA: DENGEDE BİR BELGESEL
Alin Taşçıyan, Star (30 Ekim 2008)
(...) Can Dündar’ın ‘Mustafa’ adlı Atatürk belgeseli her şeyden önce dengeli bir çalışma. Can Dündar’ı elini taşın altına soktuğu için kutlamak gerek. Dünyaya yön veren kişilikler üzerine herhangi bir yapıtta denge kurmaktan zoru yoktur. Böyle bir yapıtın içine ne koysanız başka şeyler eksik kalacaktır. Hele süresi kısıtlı bir filmde. Zorunlu olarak yazar ve yönetmenin tercihleri doğrultusunda bir belgesel olmuş ‘Mustafa’. Can Dündar’ın birikimi ve araştırmaları, estetik anlayışı ve belgesel tarzı üzerinden bir Atatürk biyografisi izlediğimiz.

Açıkçası anlatıcı sinemadan çok televizyona uygun bir format. Ama röportajsız bir belgeselde anlatıcısız idare etmek zor. Bu anlatımı olabildiğince sinematografik kılmak ve arşiv görüntülerinin renksizliğine alternatif yaratmak için dramatik bölümler özel efektlere masalsı bir havaya büründürülmüş, Goran Bregoviç’in ezgileriyle filmde Rumeli denen Makedonya’nın nostaljisi yaratılmış. Seçilenler ve ayıklananlar tartışılır, neden Fikriye’nin intiharı var Sivas Kongresi yok, neden Hatay var Dersim yok, İsmet İnönü ile meselesi nedir diye sorulur, böylece yeni araştırmalara ve belgesellere kapı açılır.

(...) Can Dündar siyasal yönden eleştirel olmaktan özellikle kaçınmış. Olabildiğince yumuşak bir tavırla tartışmalı olabilecek konulara doğrudan temas etmemiş. Akıllıca manevralarla kendi yorum yapmamış. Sözü belgelere bırakmış. Kurtuluş Savaşı’na başlarken Bolşeviklerle ilişkilerini bağışladıkları sandık sandık altının öyküsünü bir fotoğrafıyla koymuş filme. Komünistlerin ve Müslümanların birleşeceğine dair görüşlerini Atatürk’ün kendi sözlerinden aktarmış. İktidarını mutlak kılmak isterken çok partili sisteme yani demokrasiye geçişe izin vermeyip diktatörlüğe kaymasını bir Fransız gazetesi yorumundan alıntılamış. Böylelikle Mussolini’nin heykeltıraşının elinden çıkan o büyük heykellerdeki, okul kitaplarının şablonlarındaki, resmi ideolojinin yarattığı tabudaki iki boyutlu Atatürk’ün yerine ‘Mustafa’yı koyabilmiş. (...)

‘MUSTAFA’ HAKKINDA HERŞEY
Uğur Vardan, Radikal (29 Ekim 2008)

(...) Dündar’ın ‘Mustafa’sı, yukarıda bütün bu özetlemeye çalıştığımız, “Aman dokunursak bir yeri çizilir, belki kırılır, dökülür, tamir de edemeyiz” portresini yeniden tanımlamasa da, bugüne kadar yapılan okumaları ileriye götürmeye çabalayan bir çalışma. Atatürk’ün 1938’de hasta yatağında başlayan film, geriye dönüşlerle hem Mustafa’nın, hem de onun nezdinde yeni bir ulusun doğum sancılarını anlatıyor.

Film, görsel açıdan elindeki olanakları son derece başarılı kullanmış. Canlandırmalarda, elde edilen yeni belge ve fotoğrafların kullanımında hiçbir sorun yok. Ayrıca diyaloglar da iyi yazılmış. Ama benim bu filmden çıkardığım ‘kıssadan hisse’ yalnız bir adam portresinden çok, Türkiye’nin 20. yüzyıl serüveninde başımıza gelen şeylerin kaynağını daha iyi görebilmek. Bir asker olarak Atatürk, yapacağı işleri hep kafasında kurmuş ve aynı zamanda ‘sosyal bir darbeci’ olarak her şeyin bir gecede olabileceğine inanmış. Keza bu inancını uygulama fırsatı da bulmuş.

Sonuç olarak bu filmin modern eğitim sistemi içinde, eski tabiriyle ‘Milli Eğitim Bakanlığı’nın tavsiyesiyle’ ibaresi eşliğinde orta dereceli okullar için kaynak bir eser olduğunu söyleyebiliriz. Goran Bregoviç’in müziği de elbetteki vurgulanması gereken bir başka unsur. Daha önce Nâzım’ı canlandıran Yetkin Dikinciler’in bu kez Atatürk’ün sesi olarak karşımıza çıkması ise değişik bir tat olmuş. “O iktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirmişti” ifadesi de laiklerle diğerlerini yeniden karşı karşıya getirecek ve filmin üzerine yapılacak tartışmalar daha da şiddetlendirecek galiba. (...)

“MUSTAFA” KARGA KOVALAMAYI SÜRDÜRÜYOR
Tunca Arslan, Aydınlık

Can Dündar’ın yönettiği “Mustafa” filmini, 29 Ekim akşamı İstanbul-Beyoğlu’ndaki Sine-Pop sinemasının 18.30 seansında seyrettim.Gençlerin yoğunlukta olduğu salonda hiç boş yer yoktu. Film sürerken, 18 Ekim’de Antalya’da festival kapsamında gerçekleştirilen ilk gösteriden hemen sonra yapılan televizyon röportajlarında dile getirildiği kadar abartılı değilse de gözyaşlarını tutamayanlar, hafifçe hıçkırarak ağlayanlar vardı. Mustafa Kemal’in yaşamından, mizahi sayılabilecek, seyirciyi gülümseten kimi kesitler, alabildiğine coşku ve umut veren kimi anlar kadar, annesi Zübeyde Hanım’la mektuplaşmalarında yer alan bazı vurgular ya da Atatürk’ün ölüm döşeğindeki ruh hali vb. gibi bazı üzücü, hüzünlendirici anları da belgeselinde dengeli biçimde kullanmıştı Can Dündar. Salon boşalırken bir genç kızın yanındaki arkadaşına “Asıl böyle filmlerin seyirci rekoru kırması lazım, Recep İvedik’in değil” dediğini duydum. (...) Filmden sonra İstiklal Caddesi’nde bir iki yere uğradım, karşılaştığım hemen herkes “Mustafa”dan söz ediyordu. Filmi görenler kadar, görmemiş olanların da bir fikri vardı. Görenler de beğenenler-beğenmeyenler diye ikiye ayrılıyordu, henüz görmemiş olanlar da...

ATA SİGARA DA İÇERDİ, RAKI DA
Sina Koloğlu, Milliyet (30 Ekim 2008)

Meclis Başkanı Köksal Toptan filmi beğenmiş. Ama bir eleştirisi vardı: Atatürk’ün sigara içtiği sahneler neden ayıklanmamıştı! Yani gençlere kötü örnek olma durumu. Haydaa, bir de buradan yakalım. Atatürk bugün Kulüp Rakısı’nın logosunda. Atatürk sigara da içerdi rakı da içerdi. Eğer farklı Atatürk olayı verilecekse bunun içinde fasıllar, içkiler vs. olacak. Ben filmi seyretmedim, ama anlatılanlar böyle. Churchil’in purosunu buzlayabilir misiniz tarihten? Ben açıkçası Sayın Toptan’ın bu eleştirisini nasıl diyeyim “resmi tarih” diye yorumladım!

GAZİ CAN DÜNDAR
Ali Saydam, Akşam (29 Ekim 2008)

(...) Nereden kaynaklanıyordu bu düş kırıklığı? Büyük bir bölümündeki görüntüleri daha önce yüzlerce kere izlemiş olmamızdan mı? Hayır, Dündar araya en azından bir-iki farklı ‘Yeni’ (bilmediğimiz) görüntü koymuştu... Peki, resmi tarih tezinin dışına mı çıkılmıştı? Hayır tam tersine; tarlada karga kovalamaktan, 10’uncu yıl nutkuna kadar her şey “Emin Oktay’ın lise III Tarih Kitabı”na uygundu... Yüzeysel ve çok... Peki çok mu yüceltilmiş, putlaştırılmıştı Gazi? Hayır, tam tersine yalnız, hastalıklı, cılız, ayyaş, depresyonlar içinde kıvranan, iktidarı bırakıp her an kırlara kaçmayı planlayan bir Mustafa Kemal vardı karşımızda...

Tamam da nereden geliyordu o düş kırıklığı, insanların yüzündeki o mutsuz ifade? Ben bir tek akıllıca yanıt bulabildim bu soruya: Başkalarını bilemem, ancak bizde düş kırıklığını, beklentinin bu kadar yukarı çekilmesi yaratmıştı... Biz ‘Aslan vurması’nı beklemiştik Can Dündar’dan... Ancak o geyik vurmuştu mesela... Oysa geyik vurmuş olacağını düşünerek gitseydik tamamen tatmin olmuş olarak ayrılabilirdik o geceden...

Adı ‘Mustafa’ydı mesela. Yani Atatürk’ün arkasındaki kişinin dramı... Belgeseli değil sadece... Fragmanlardan iki şey bekliyorduk: Sadece bir parça değil, baştan sona bir Bregovic şöleni... Sonra belgesel dramanın, drama yanının çok daha yoğun yaşanacağı vaadi... Atatürk rolünde yepyeni bir yaklaşım izleyecektik. Yüzünü yakından hiç göremeyeceğimiz, perdede tek bir kelime etmeyen, ne yaptığı hayal meyal seçilen bir lider değil...

O giriş sahnesinin vaadi anlatılmakla bitmez... Film bitti çıkıyoruz... Üniversiteden bir hocama rastladım. Dedim ki: “Keşke vaat bu kadar yüksek olmasaydı... Bu gece bana muhteşem bir şölen yaşatacağınıza dair vaatte bulunup, beni...” Sözümü kesti hocam: “Sonra seni profesörler evine götürmem gibi mi?”... “Evet” dedim “Tam da öyle... Oysa baştan profesörler evi hedefini gösterseydin, çok mutlu olabilir, en ufak düş kırıklığı yaşamazdım!..”

Mustafa tam da Can Dündar’a yakışan bir belgesel. Öncekiler gibi... Ne bir fazla ne bir eksik... Onun samimiyetinden hâlâ en küçük tereddüdüm yok... Ah şu iletişim ve konumlandırma hatası da olmasaymış... Bu savaştan sadece yaralanmadan döndüğü için değil, zafer kazanmış olduğu için sevinirdim... Yine de eline sağlık Can Dündar.

MUSTAFA HAKKINDA ‘ÖTEKİ’ ŞEYLER
Onur Baştürk, Hürriyet Kelebek (1 Kasım 2008)

(...) Bu belgesel sayesinde diğer meziyetlerinin yanı sıra Atatürk’ün aslında ne kadar zekice imaj ve pazarlama çalışmaları yaptığının farkına varıyorsunuz. Örnek bol... Sofya’da düzenlenen baloya, “Hálá Osmanlı’nın boyunduruğu altındasınız” mesajını vermek için yeniçeri kıyafetiyle gitmesi, kendisine “dinsiz” diyenleri susturmak için Meclis’i 22 nisan perşembe değil 23 nisan cuma günü açtırması, 1923’ten altı yıl sonra bir güzellik yarışması düzenlenmesine önayak olması ve “başı açık Türk kadını” imajını dünyaya ilan etmesi... En çok tartışılacak olanı da, Mussolini’nin heykeltıraşını getirtip kendi heykellerini yaptırması. Bu heykelleri her yere koydurması. Bu sayede, halka otoriterliğini hissettirerek yapacağı devrimleri daha hızlı gerçekleştirebilmesi... Halkı aşağılıyor mu?

Başka tartışmalı bir bölüm, Atatürk’ün sosyal hayat üzerine söyledikleri. Günlüklerinde, “Bu halkın sosyal hayatını bir darbeyle değiştireceğim” deyip ilerde bunu çok süratle yapıyor. Hatta, “Ben onların seviyesine ineceğime onlar benim seviyeme çıksın” diyor. Burada halkı aşağılıyor mu Atatürk? Çünkü mail zincirlerinde herkesin takıldığı nokta bu. Nereden baktığınıza bağlı. Bence aşağılamıyor. Sonuçta onun kafasında bir model varmış. Batılı, modern bir model. Bu modeli hızla uygulamaya geçirmek istemiş. Modeli beğenir ya da beğenmezsiniz. Bir tek, bu “modeli uygulama hızı” eleştirilebilir. Nitekim o hızın sancısını hálá yaşamıyor muyuz? Dışımız/görüntümüz/imajımız modern çoğu zaman, ama ya beynimiz?

Can Dündar, Fikriye’ci
Atatürk’ün özel hayatı bölümleri yeni bir şey içermiyor. Fikriye-Latife çatışması, çok içmesi filan... Burada tek dikkatimi çeken, dönem gazetelerinden Vatan’ın, Latife Hanım Atatürk’ün evine geldikten sonra Fikriye Hanım’ın yaptığı ziyareti yazması. O dönemde de magazin var, her daim olduğu gibi! Ve belgelselden bir kez daha anlıyoruz ki, Can Dündar, Fikriye’ci.

Peki sonuç ne?
Sonuç? Belgeseli beğenmeyenlerin tabiriyle “yeni Can Dündar” kendisinden beklenmeyen bir iş yapmış. Atatürk hakkındaki “öteki” şeyler”i de belgesele ustaca eklemiş. Bunlara bakıp da, “Bak Atatürk böyleymiş, hadi Misak-ı Milli sınırlarımızdan vazgeçelim” diyen olacağını zannetmiyorum. Kimse aptal değil. Gaza gelmek yerine düşünmek en iyisi. Becerebilirsek tabii... Bakınız, bu konuda Atatürk’ün bir Anadolu gezisi sonrası hissettiği karamsarlıktayım (Not: O gezi sonrası özetle, “Halk her şeyi benden bekliyor” deyip yorgun düşmüş Atatürk).

BU KALP SENİ UNUTUR MU?
Yüksel Aytuğ, Sabahla Günaydın (29 Ekim 2008)

(...) Onu böylece yücelteceğimizi sanırken, sadece “büstten” ibaret hale getirdik. Can Dündar ise onu olabildiğince sadeleştirip, “Mustafa” düzeyinde saflaştırmış, durulaştırmış, arındırmış. Kuşkusuz, bugüne kadar bize dikte ettirilen Atatürk’le ilgili “büst-seller” eserlerin yanında Mustafa çok daha sıcak, çok daha gerçekçi bir etki bırakıyor. Bu haliyle “Mustafa”nın da “Atatürk” kadar görkemli ve etkileyici bir kişilik olduğunu fark ediyor, Mustafa Kemal Atatürk’e daha çok saygı duyuyorsunuz. (...)

HER DEVRİMCİ YALNIZDIR BİRAZ
L. Doğan Tılıç, Birgün (30 Ekim 2008)
(...) Ankara’daki galada Mustafa’yı izledikten sonra, sevgili Dilek Dündar, belgesel-filmin yapımcısı, “Gözlerimin içine bak ve söyle” dedi, “Nasıl buldun?”. Orada ayaküstü söylediğim şu oldu: “Putlaştırıp göklerde dolaştırdığımız Atatürk’ü yeryüzüne indirip dokunulabilecek bir insana dönüştürmüşsünüz. Başlı başına bu bile çok önemli.” Aynı sözler başkaları tarafından da söylenecektir, üstelik komplocu yaklaşımlarla ve ağır bir eleştiri olarak. Bence, “Mustafa”nın önemi burada. Aynen, Mustafa Kemal’in cumhuriyetle “iktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirmesi”, tanrı referanslı iktidarların yerine dünya, hayat ve insan referanslı iktidarı koyması gibi, film de Atatürk’ü gökyüzünden yeryüzüne indiriyor. (...)

CAN DÜNDAR KISKANÇLIĞI
Hakan Aygün, Bugün (1 Kasım 2008)

Can Dündar’ın “Mustafa” belgeseli eleştiriliyor da, siz hiç “şurası yalan” diyene rastladınız mı? “Atatürk rakı masasına indirgenemez” eleştirilerinden öteye geçen bir şey yok.(...) Can, Türkiye’nin “Atatürk uzmanı” olacak kadar bu işe başkoydu. Sarı Zeybek’ten Mustafa’ya uzanan çizgi, bir “kırılma” değil, “giderek daha fazla doğruyu bulma” çizgisidir. (....) Mustafa belgeselinin içindeki Atatürk sevgisini anlayamamak demek, “sevimsiz-resmi suratlı Atatürk”ü tercih etmek demektir. Atatürk’ü aşklarıyla, zaaflarıyla, hatalarıyla görmek, son tahlilde dünyada eşine az rastlanır bir lider olduğunu görememek demek değildir. (...) Mustafa belgeselini, aslında genç nesillere gerçek Atatürk sevgisini aşılamak için önemli bir başlangıç görüyorum.

CAN’IMIZ CAN’LARIMIZ SAĞ OLSUN
Savaş Ay, Takvim (30 Ekim 2008)

Görüyoruz ki o da bizim gibi, bizden biri gibi. Onun da korkuları, endişeleri, şaşkınlıkları, yanlışları, eğrileri, doğruları ve belki bizden fazladan pek çok muhteşemlikleri var. Can Dündar’ın anlatımıyla “Bizim gibi acı çeken, uykusuzluk sorunu yaşayan, yetim kalmış, İstanbul’un gece hayatını görünce dersleri sermiş. Rakı içen, yürekler yakan bir adamın çok daha sıcak, bize dokunan, içselleştirebileceğimiz bir lider. Biz zaman içinde Atatürk’ü herkes sevsin diye biraz oraları yontmuşuz. Görmezden gelmeye çalışmışız.

Çanakkale zaferi gibi ortak paydada yoğunlaşmışız ama laiklik konusunda da ne düşünüyor, din meselesinde ne düşünüyor, Muhammed konusunda ne düşünüyor? Oralara hiç girmemeye çalışmışız. Kadınların başörtüsü ve Kürt meselesi hakkında yazıları var mesela. Filmin içinde herkesin hoşlanacağı ve rahatsız olacağı bölümler olabilir.” Ne güzel bir yaklaşım nasıl da tabu kıran bir anlayış değil mi?

ATATÜRK’ÜN OĞLU
Sırrı Yüksel Cebeci, Tercüman (3 Kasım 2008)
CAN Dündar ortalığı toz duman etti. Böyle bir konjonktürde gerçeklerle yüzde yüz örtüşmeyen böyle bir belgesel yapmaya neden ihtiyaç duyuldu? Atatürk’e Saldıranların eline yeni silahlar vermek için mi? Günde bir büyük rakı, üç paket sigara içen... Kürtlere özerklik vaat eden... Hayattayken kendi heykellerini diktiren...
Çocukluğunda Kur’an hocası Kaymak Hafız’dan yediği dayak nedeniyle hilafeti kaldıran... Yani sarhoş, ayyaş, din düşmanı ve gayrimeşru ilişkileri olan bir diktatör!.. Atatürk’ü ölümünden 60 yıl sonra bu şekilde tanıtmanın kime ne yararı olabilir? (...)

MEMLEKETİMDEN “MUSTAFA” MANZARALARI
Mevlüt Tezel, Hürriyet

Star gazetesi köşe yazarı Ahmet Kekeç, “Mustafa” belgeselini izleme zahmeti bile göstermeden “Muhtemelen Can bize ‘insan Atatürk’ü anlatmıştır. Fakat bu filme de ‘ikon’ muamelesi yapmayın lütfen. Durduk yerde yeni bir ‘Şu Çılgın Türkler’ fetişizmi yaratmayın. Hele, ilk ve ortaokul öğrencilerini sinema salonlarını ‘ziyarete memur’ etmeyin” diyor. Çünkü korkuyor!

CHP Başkanı Deniz Baykal, “Atatürk, yalnız ve umutsuz, kadınlara zaafı olan, günde bir büyük rakı içen, yaptıklarından pişman biri olarak gösterilmiş. Bunlar gerçek değil. Atatürk’ün diktatör eğilimi de yoktu. Belgeselde, Türkiye’nin başta Ergenekon olmak üzere yaşadığı 2008 sürecinin yansıması olan Can Dündar yaklaşımı var” diyor.

Çünkü seri üretim bir ulusalcı olduğu için ezberi bozuluyor. Radikal yazarı Perihan Mağden de belgeseli izlemeden “MİT Görevlisi Evladı Can Dündar’ın Mustafa’sı” diyor. Çünkü üretmeyi değil, sadece çamur atmayı biliyor. Akşam köşe yazarı Ali Saydam, “Tarlada karga kovalamaktan, 10’uncu Yıl Nutku’na kadar her şey ’Emin Oktay’ın lise 3 tarih kitabına uygundu” diyor.

Çünkü izlediğini bile anlayamıyor. Cumhuriyet gazetesinin kültür sayfasında sadece “Mustafa belgeseli tartışılıyor” başlıklı küçük bir habere yer veriliyor. Çünkü o da seri üretim ulusalcı. Anlı şanlı Kemalist köşe yazarları bile tek kelime yazmıyor, çünkü Atatürk’ün not defterinden çıkan bilgiler onların da algısını bozuyor. “Atam böyle bir şey söylemiş olamaz” sendromu yaşıyorlar.

CAN DÜNDAR’IN SONU
Tuna Serim, Tercüman (2 Kasım 2008)

CAN Dündar yıllardır entelektüellerin vazgeçilmez adıydı, ne zaman epostalarımı açsam, onun bir yazısıyla karşılaşırdım, gençler onu çok severdi. “Mustafa” filmi tam bir Can Dündar tantanasıyla piyasaya çıktı, bütün kanallar ücretsiz reklâmını yaptılar, film, gidilmemesi olanaksızlar (!) listesinin tepesine yerleşti. Ama görüntü ile tanıtım farklıydı, gidenler gitmeyenlere şaşkınlıklarını anlatıyorlardı. Yıllardır Atatürk adını kullanarak paraya para demeyen Dündar, dudak uçurtan bir Mustafa Kemal portresi çizmişti. Atatürk içkiciydi, sigara elinden düşmüyordu, sofrasında ve yönetimde bir diktatördü, yalnızdı, en başta Kürtlere verdiği sözü tutmamıştı ve Müslümanlığı kaldırmak istiyordu! Film’deki “Mustafa”, Can Dündar’ın o kırık sesiyle TV’lerde anlattığı Mustafa Kemal’e hiç benzemiyor. (...) Can Dündar efsanesi bitti, yıllardır ardına sığındığı Atatürk’ü, Mustafa’ya indirgediği filmiyle kendini sevenleri karşısına aldı, yani sonunu kendi hazırladı.

SİLİK BİR FOTOĞRAF RENKLENİYOR!
Olkan Özyurt, Sabah (2 Kasım 2008)
(...) Zaman içerisinde silik bir fotoğrafa dönüştürülmüş Atatürk. Biz bunu biraz yırtmaya yeltendik.” Can Dündar’ın bu yaklaşımı oldukça önemli. Çünkü belki de bu sayede Mustafa Kemal’le doğru düzgün empati kurabileceğimiz bir portreyle karşılaşıyoruz. Atatürk’ün ne kadar hırslı bir kişiliği olduğunu, yakın arkadaşlarıyla, sevdiği kadınlarla ilişkilerini, onun da hepimiz gibi hislenip ağlayabildiğini öğreniyoruz. Yani silik fotoğraf renkleniyor. Dündar “Bence,” diyor “bunları bilmek Atatürk’ü daha değerli kılıyor. Resmi tarih diye zaman zaman dalga geçtiğimiz bir şey gerçekten var. Bence bu tarih yanlış yazılmış. Bizim elbirliğiyle bunu düzeltmemiz gerek.

Yalnızlık Ömür Boyu
Can Dündar’ın Atatürk’le yollarının ilk defa kesişmediğini biliyoruz. Bu kadar araştırmadan sonra Atatürk’ün hayatında Dündar’ı etkileyen en önemli şey ne? Hiç düşünmeden cevap veriyor: “Yalnızlığı. Neredeyse doğumla başlamış yalnızlığı. Kaybedilmiş kardeşler, babası, annesinden ayrılığı, eşinden, arkadaşlarından ayrılması... Yani peş peşe ayrılıklar silsilesi bütün hayatı.” Ama İsmet İnönü’nün hep yanında olduğunu söylüyor: “İsmet Paşa belki de son kale onun için. Israrla yanında kalmayı başarıyor. İkisinin ilişkisini, açık denizleri seven bir yelkenliyle bir limana benzetiyorum. Atatürk arkasında bir liman olduğunu bilerek o kadar açılıyor, İsmet Paşa ise onun açılması gerektiğini düşündüğü için limanda bekliyor. Birbirlerini çok dengeliyorlar. Zaman zaman düşünüyorum, Atatürk olmasaydı İnönü böyle bir Cumhuriyet yaratabilir miydi ya da İnönü olmasaydı Atatürk’ün başına neler gelirdi? Tablo çok farklı olurdu.” Ya kadınlar, Dündar kadınların Atatürk’ün hayatına hep teğet geçtiğini düşünüyor: “Derinlemesine bir ilişkisi yok. Bu bir eksiklik. Ama bunun nedeni de sürekli göçebe hayatı sürmesi. Kendisi ‘Sevmeye imkân vardı da sevmedik mi?’ diyor zaten. İki yıl aynı yerde yaşayamamış bir insanın köklü ilişkiler kurması beklenemez. Bence Atatürk için ilişkiler dediğimiz şey, yollardan yazılmış mektuplardır.” Mustafa belgeseli 29 Ekim’de gösterime girdi. Kimi çok sevip duygulandı, kimisi de Atatürk’ün yanlış tanıtıldığını düşündü. Tabii tabulara dokunmak zor iştir. Dündar da bunun için gelen tepkileri normal karşılıyor. Huzurlu ve memnun, bizimle Mustafa’yı tanıştırdığı için.”

DEĞİL 350 BİN, 3 EURO VERMEM ‘MUSTAFA’YA
Aziz Üstel, Star ( 2 Kasım 2008)

Oturdum, izledim “Mustafa”yı...Hani Can Dündar’ın yaptığı, adına da “belgesel” dediği, 29 Ekim’de gösterime giren, girdiğinden bu yana da bir iki kişinin dışında hemen herkesçe tefe konup çalınan filme... Her şeyden önce Can Dündar”m “Mustafa” öncesi iki belgeseli daha vardır. Sarı Zeybek, Fikriye.. Bunlann ikisi de, izlenesi ve alkışlanası çabalardır. Ama ya Mustafa?! Bu filmi aslında tek cümleyle özetlemek olası: Bir Adam Varmış... Canı Sıkılaaaan O kadar... Yok gerisi..

TÜRKİYE’NİN ÇİVİSİ ÇIKIYOR
Can Ataklı, Vatan (3 Kasım 2008)
Sevgili okurlar geçen haftanın en şiddetli tartışma noktalarından biri de Can Dündar’ın yaptığı ‘Mustafa’ belgeseliydi. Türkiye’nin bunca kritik tartışmaları arasında böyle bir filmin ortaya çıkması ve durup dururken Atatürk’ün kişiliği üzerine bir tartışma başlatılması ne kadar uygun, bunu kamuoyunun takdirine bırakmak istiyorum.
İnsani boyut kavramı. ‘Mustafa’ belgeseli AKP’ye destek veren çevrelerce beğenilirken, diğer kesimin tepkileri farklı oldu. Özellikle Can Dündar’ın “insani boyut” Dediği Atatürk’ün özel hayatının irdelendiği bölümler tepki de çekti. Sadece şunu söylemek istiyorum: İnsani boyut demek ille de zaaflar anlamına gelmez. Atatürk’ü, “insani boyutunu da sunuyorum” maskesi arkasında kimi çevrelerin açık saldırılarına hedef haline getiren bir tablo yaratmak yanlıştır.

Yakından bakalım. Sevgili okurlar, Mustafa’yı bir yabancı olarak izlesem belki de çok beğenebilirdim. Ama Atatürk ilkelerine, devrimlerine ve bizzat Atatürk’e yönelik tavırları açıkça bilinen siyasi hareketin iktidarda olduğu Türkiye’de aynı duyguları paylaşmayacağım kesin. Yıllardır Atatürk’ü zaaflarıyla eleştirmeye kalkanlar, Küçücük çocukların beynine “marazi bir Atatürk portresi” oturtmaya çalışanlar bu filme “bize ne çıkar” gözüyle bakacaklardır.

Akılda kalanlar. Filmi izledikten sonra insanın aklında kalan şu oluyor: Atatürk babası öldükten sonra evlenen annesine karşı içi öfke dolu, bu yüzden mutsuz bir çocukluk geçiriyor, imam olan öğretmenden dayak yediği için İslam’a kin besliyor, içki, kadın ve safahat hayatına düşkün, gayrimeşru çocuğu olduğu şüphesi taşıyan, evlat edindiği bir kadınla aşk yaşadığı ima edilen, diktatörce davranıp tüm dava arkadaşlarını saf dışı eden, popülist bir tavırla herkesle işbirliği yapıp sonra hepsinden hesap soran, halktan koptuğu için yalnızlaşan ve halk tarafından sevilmediği için hep hatırlanmama kaygısı içinde kıvranarak ölen bir lider. Bu mudur Atatürk? (...)

MUSTAFA ÇOK TARTIŞILACAK
Serdar Akbıyık, Star Cumartesi (1 Kasım 2008)
(...) Şimdiye kadar duymadığınız sözleri söylüyor filmde Atatürk. Bunları hem geride bıraktığı belgelerden okuyoruz, hem de eski siyah beyaz dokümanter çekimlerde görüyoruz filmin içinde. Mesela Atatürk diyor ki, ‘Emperyalistleri Anadolu’da komünistler ve Müslümanlar beraber durduracak.’ Alın bakalım şimdi böyle bir laf Atatürk’ün ağzından çıkıyor. Daha buna benzer birçok şey...

(...)Filmin gösteriminden sonra Dündar ile yaptığımız sohbette bize bir müjde daha verdi. Bundan sonraki üretimi Atatürk’ün çok da bilinmeyen babasıyla olan ilişkisi hakkında olacak. Dündar babasının Atatürk üzerinde büyük etkisi olduğunu söylüyor. Kısacası Can Dündar’ın Atatürk’ün izinden giden sinemasal yolculuğu bitmeyecek gibi. Bize de tebrik etmekten başka şey düşmüyor. Son söz olarak Mustafa filmini mutlaka izlemenizi öneriyorum.

HERKESİN MUSTAFA’SI KENDİNE
Ahmet Kekeç, Star (1 Kasım 2008)
(...) Durduk yerde kendisini ‘Ergenekon’un avukatı’ ilan eden Baykal kabullenmekte güçlük çekebilir ama, birçok cesaret örneği sergileyen ve Cumhuriyet’i kuran Atatürk korkardı da, alınırdı da, üzülürdü de, sevinirdi de, eğlenirdi de, acıkırdı da, hastalanırdı da... İnsandı... Mesela, kadınları, içkiyi ve kahveyi çok severdi. Sigarayı sigaraya ekleştirmeye bayılırdı. Arkadaşlarıyla şakalaşırdı. Küçük muzırlıklar yapardı. Bizim ‘Mustafa’mız böyle bir adamdı. Sizin sekter, katı, militarist, ‘teknik Mustafa’nız size, bizim ‘insan Mustafa’mız bize..

MUSTAFA’YI ANLAMAK
Fulya Pekşen Meral, Yenigün (İzmir) (2 Kasım 2008)

Büyük lider, büyük asker, Ata’mız... Bir milleti esaretten kurtaran, işgalcileri püskürten, cumhuriyet ile yönetilen bir devlet kuran dünya lideri... Mustafa Kemal Atatürk...Peki ya sade “Mustafa” nasıl biriydi? İnsani zaafları, korkuları, aşkları, hataları, yalnızlıkları. .. Mustafa’yı anlamak için, yaşadığı dönemin koşullarını da iyi anlamak gerekir. O’nu daha yakından tanımak için bu filmi mutlaka izlemelisiniz. Tartışmalara neden olan ve tepkilerin hedefi olan Can Dündar’ın “Mustafa” adlı filminde, Atatürk ilk kez bilinmeyen yönleriyle anlatılıyor. Karaca Sineması’nda filmi izledim. Belgelere dayalı anlatım ile film bilmediğimiz “Mustafa’yı anlatıyor. (...) Tarihin tozlu sayfalarında hiç bilmediğimiz gerçekler... Kimilerine ters gelse de, ‘Mustafa’nın da nihayetinde bir insan olduğunu unutmadan, dönemin ve ülkenin şartlarını düşünerek, O’nu anlamalıyız.

KADER AĞLARINI ÖRDÜ, BÜYÜK BİR YÖNETMEN GELİYOR
Aykut Işıklar, Bugün (22 Ekim 2008)

... Mustafa filmi ile Can Dündar’ın müthiş patlamasına tanık olduk Antalya’da. Dündar artık sinemayı ön plana almak zorunda. Kader ağlarını ördü, büyük bir yönetmen geliyor...

SELANİK’TEN DOLMABAHÇE’YE
Sadık Özcan, Günboyu

Son bahar yapraklarının döküldüğü, yavaş yavaş kış mevsimine girdiğimiz Ekim ayının son haftasında yine bir birinden güzel filmler gösterime giriyor. Bana göre haftanın en güzel filmi Can Dündar’ın yazıp yönettiği “Mustafa” filmi izlenmeye değer .. Bu harika belgesel tadındaki filmde şimdiye kadar görmediğimiz bir çok fotoğraf ve belge hatta Atatürk’e aşık olan bir kadının aşkına karşılık bulamayınca intihar edişi bile var. Batlıların “Hasta Adam” dediği ülkemizi düşman istilasından kurtaran ve yaptığı devrimlerle Türk ulusunun kalbinde yaşattığı Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’ten başlayıp Dolmabahçe’ye kadar süren hayatının her devresinin anlatıldığı bu filmi çoluk çocuk ailecek mutlaka izleyin derim. Görüntü kalitesi, müzikleri, kurgusu harika. 70 yıldır yapılamayan Atatürk filmini Can Dündar çok da güzel yapmış. Eline sağlık Dündar.

EN ROMANTİK ATATÜRK FİLMİ
Özkan Binol, Takvim Saklambaç (1 Kasım 2008)
Sarı Zeybek ile Ata’nın insani yüzünü toplumla tanıştıran Can Dündar, “Mustafa” isimli belgeseli ile de şimdi onun hayatını sinema filmi tadında bir belgesel ile anlatıyor. Dündar tamamen şablonlardan uzak durarak sadece askeri, siyasi yönlerini değil, tutkularından yalnızlığına insani boyutları ile bir Atatürk portresi çiziyor. Can Dündar’ın “Mustafa” filmi ile tüm dünya bambaşka bir Atatürk keşfedecek. (...) Daha filmin ismi ile hemen kendisini ortaya koyuyor: “Mustafa”. Bu adın önünde, ardında hiçbir takı yok. Atatürk belki de ilk kez son derece samimi ve en naif hali ile sevenleri ile buluşmaya hazır. Seyirci ile film arasında dostluğun temelleri daha ilk olarak burada başlıyor. Zaafları ile bir Atatürk portresi Can Dündar bu filmle sıradanlığın ötesindeki özellikleri ve karizması ile lider olarak Atatürk’ün farkını ortaya koyarken, aynı zamanda onu espri yapan,içkisini içen. zeybek oynayan, karanlıktan korkan. Fikriye’nin intiharı ile kalbi sevgiye küsen, öfkesini, hüznünü, sevgisini saklamayan bir insan olarak beyazperdeye başarı ile yansıtıyor. Bugüne kadar Ata’nın hak ettiği bir film yapamayan Türk Sineması belki de ilk kez bunu “Mustafa” ile kırmayı deniyor. (...) “Mustafa”ya sadece belgesel demek büyük haksızlık olur. O sinemanın bütün olanaklarını kullanan sinema tadında muhteşem bir film.

VASAT BİR FİLM
Tuğçe Tatari, Akşam (2 Kasım 2008)

Özel bir gösterimde izledim, o yüzden film başlamadan sahneye öğrenci korosu çıktı. Onların tek bir ağızdan “İstiklal” demeleri tüylerimi diken diken etmeye yetmişti. Ancak Mustafa’yı izlerken değil ağlamak, sıkıntıdan ayaklarım uyuştu... Uzun zamandır bu kadar sıkıldığım olmamıştı. Sadece ben olsam iyi, yanımda oturan hanımlar da aynı fikirdeydi. İnanın Ata’ya saygıdan filmin sonuna kadar oturdum. Benim görüşüm ise filmin beklentileri karşılamadığı. İçerdiği mesajların tartışılmasını bile hak etmeyecek kadar vasat bir filmdi. (...) Sadece televizyonda yayınlanabilecek, sinemaya çıkma iddiasını hak etmeyen bir belgesel. Biyografi deseniz değil, çünkü Atatürk’ün hayatından bazı önemli kareler yok. Kopukluklar had safhada, kurgu, canlandırma çekimleri çok başarısız. Yeni mezun bir öğrencinin eseri olsa daha olumlu, teşvik edici sözler söylenebilir ama “Ben belgeselciyim” diyen biri, profesyonel biri, bir gazeteci yani Can Dündar sınıfta kalmış sayılır.

HADİ CAN DÜNDAR’I ÇARMIHA GERELİM
Takvim, Savaş Ay (3 Kasım 2008)
Kendi bahçesinde dal budak olamamış adamların başka bahçelerde ağaçlık taslaması ne matrak. Olayı bir sinema filmi eleştirisinden öte, bir medyatik recm haline getirenler Can Dündar’a ve “Mustafa” filmine demediklerini bırakmıyor baksanıza. Hayatları boyunca bine bir bile katamamış, üreticiyaratıcı tek bir fikir çıkarmamış kişiler vur ha vur gidiyor Dündar’a.

Ceza büyük olmalı. Bu beyler ve hanımların çoğu, bırakın filmde de ortaya çıkan “insani” taraflarını, ilkeleri, mücadelesi, inançlarını bile yüzeysel bilirler Atatürk’ün.
Onları da muhtemelen ilk mektep sıralarında ‘örtmen’ kafalarına kaktığı için öğrenmişlerdir. Ama her mikrofon uzatılan, her altına “köşe” çekilen, her ağzı olan konuşuyor, yazıyor, çoğu da kezzap saçıyor durmadan. Memleketimizde hiçbir başarı cezasız kalmaz biliyoruz. Ama Can Dündar mademki “çok büyük bir adam” hakkında böyle bir filmi akıl edip, kotarmak başarısına erişti, onun cezası çok daha büyük olmalı. (...)

MANEVİ KIZI: YALNIZLIK ÇEKMEDİ
Ülkü Adatepe (Atatürk’ün manevi kızı) (27 Ekim 2008)

Filmin başını çok beğendim. Çekimler çok güzel, harika. Fakat sonuna doğru çok beğenmedim. Atatürk çok fazla bitkin, yorgun, sürekli pencereden bakan ve çok fazla içki içen bir insan gibi olarak gösterilmiş. Bunu da biraz tuhaf karşıladım. Çünkü öyle değildi. Atatürk hiçbir zaman yalnızlık çekmedi. Ama ders alınacak, Atatürk’ün gençliğini ve sonra yaptığı inkılapları gösteren çok güzel bir film. Ayrıca tebrik ederim.

Editör: TE Bilişim