Sitemizin köşe yazarlarından Müh. Süleyman Savaş'ın tersanelerimizde yaşanan dramı gözler önüne seren yazısı, denizcilik medyamızın duayen yazarlarından Osman Öndeş'in Referans gazetesindeki haftalık yazısının konusuydu.

İşte Osman Öndeş'in yazısı:


Hayat kimseye adil davranmıyor

Bu çağrışım ve hüzün dolu başlık Yıldırım Gemi İnşa Tersanesi'nin Genel Müdürü Süleyman Savaş'a ait. denizhaber.com web sayfasındaki makaleler arasında okuduğumda, geçen sene bastıran küresel krizin Türk gemi inşa tersanelerini nasıl vurduğunu birkez daha yüreğimde hissettim.

Başka ülkelerde de tersaneler çok zor günler yaşamaya başladılar. Çalışanların bir kısmının iş sözleşmeleri iptal edildi. Bunca uzmanlaşmış usta, işçi işlerinden oldu, tersaneler bu eğitimli elemanlarını çaresizlik içersinde kurban verdiler. Kapanan gemi inşa tersaneleri oldu!

Türkiye'de eğitimli tersane işçisi ,ustası sorunu yaşanırken krizle beraber varolanlar da hep çaresizlik içinde işten çıkartıldılar.

Bu sıkıntıları, acıyı yüzyüze yaşayanların başında gelenlerden biri kuşkusuz tersane genel müdürleri ve insan kaynakları müdürleridir.

Denizcilik dünyamızın muhterem bir ismi, dostumuz, kardeşimiz süleyman savaş tanık olduğu sıkıntıları bir makalesinde dile getirmiş.

"Bir sene öncesinde inanılmaz hareketli olan tersaneler bugünlerde bomboş" diyor ve devam ediyor; "Geçen sene bu zamanlarda tersanemizde beş projenin üretildiği dört kızakta bu sene bir proje bile yok. yaklaşık 500 kişinin çalıştığı yerde şimdi çalışan sayısı 150 kişiyi bulmuyor. İşlerin aniden kesilmesi sonucunda, elimizdeki projelerle bir süre idare edebildik. Projeler tamamlanıp teslim edildikçe tersanenin sabit giderlerini bile karşılayamaz hale geldik. Çok zor olmasına karşın yapacak başka bir şey kalmamıştı. Kadroda azaltma yapmamız gerekiyordu. Binbir güçlükle bir liste hazırladık.

Listedeki çalışanlar tek tek çağrılarak, teşekkür edip işler açıldığında tekrar işe alma sözü verilecek ve iş akidlerinin sona erdiği bildirilecekti.
 
Görev, İnsan Kaynaklarına verildi.

Kaderin cilvesi, geçen sene binbir rica ile kadromuza aldığımız montajcı İbrahim Usta da listedeydi. Sıra O'na gelmişti. Tertemiz işbaşısı ile dimdik ayakta duruyordu.

Oturması söylendi. Dikkatlice oturdu.

Ufak tefek kavruk biriydi. İnanılmaz ölçüde sakin ve sessizdi. Hiç isyan etmedi, işten çıkışını büyük bir olgunlukla kabul etti.

Her şeyi unutmuş, kaderine teslim olmuş birini izliyordum.

Kasvetli bir yaz gününde, işten çıkarılmanın hüznünü bütün onuruyla taşıyordu.

Cebinde ekmek alacak parasının olup olmadığını bilmiyordum. Hatta şekerleme bekleyen torunlarının olup olmadığını da bilmiyordum. Ancak ekmek parasını onuruyla kazanmak isteyen, işten çıkarılınca yalakalık yapmayan bir adamı izliyordum.
 
İbrahim Usta hiç konuşmadı

Sesssizce, belli etmemeye çalışarak yüzüne baktım. İbrahim Usta hiç konuşmadı, hiç itiraz etmedi. Yanındakilerin görevini yaptığını biliyordu.

İşbaşısının cebinden eskimiş ama özenle katlanmış bir mendil çıkardı. Burnunu siliyormuş gibi yaparak kimselere göstermek istemeden göz yaşlarını sildi.

Etrafındaki bizlerin farkında bile değildi. Önüne uzatılan evrakları imzalama çabası içindeydi. Yanına yaklaşıp elini sıktığımda bile yüzüme bakmadı, sadece "Hakkını helal et abi" demekle yetindi.

Yazın ortasında gökyüzü gri bulutlarla kaplı. Yağmur yağdı yağacak. Sıkıntılı bir hava, sıkıntılı bir ortam.

Yüreğimde ince bir sızıyla hayatın gerçeğini bir kez daha kabullendim. Hayat hiç kimseye adil davranmıyordu. Susmuş, susturulmuş, işten atılmış beş parasız kalmış huzursuz bir sürü insanın hayattan kopmalarını izliyorduk.
 
Huzursuzluk

Kitaplar, huzursuzluğu "Belirsiz bir durumdan duyulan rahatsızlıktır, en tipik göstergesi ise insanların hiçbir şeyden zevk alamamalarıdır. Huzursuz bir insanı rahatlatmanın yolu, ona korkularının abartılı olduğunu, kısa zaman içinde herşeyin istediği biçimde gerçekleşeceğini söylemektir"diye tarif ediyor.

Peki, işten çıkarıldığını öğrendiğinde iki damla gözyaşını utanarak silen İbrahim Usta'ya korkularının abartılı olduğunu söyleyebilir miyiz?

En kısa zamanda herşeyin düzeleceğini, isteklerinin arzuladığı biçimde gerçekleşeceğini söyleyebilir miyiz?

En kısa süre?

Bir ay mı? Beş ay, bir sene, üç sene mi?... Ne kadar?

Hadi söyleyebildik diyelim, İbrahim Usta'yı bu şekilde teselli etmek doğru olur mu? "En kısa süre" diye onu yanıltmış olmaz mıyız? Geleceğe ilişkin bu iyimser tahminlerimiz onu en kötü sona karşı hazırlıklı olmaktan alıkoymaz mı?

Arzularımız gerçekleşmediği takdirde nelerle karşılaşabileceğimizi şöyle mantıklı bir şekilde düşünürsek, yaşayabileceğimiz sorunların, yol açtıkları huzursuzluğa kıyasla çok daha küçük olduklarını görürüz.

O zaman biz de İbrahim Usta'nın nelerle karşılaşabileceğini mantıklı bir şekilde düşünelim; İşten çıkarıldı. Beş parasız kaldı. Hadi bu ay idare etti.

Önümüzdeki ay; 460 lira ev kirası. Okullar açılıyor, üç çocuk için defter, kitap, önlük, ayakkabı en az 300 lira. Elektrik, su, telefon, tüp 100. Kredi kartı 150. Bakkala borç birikti, ona da 200 vermek lazım. Hasta kayınbirader, ihtiyar anne. Evde yedi nüfus. Günde 15 ekmek. 80 kuruştan, ayda 360 lira yalnız ekmek parası! Pazar parası, yol parası, doktor, ilaç! Ne etti? Hesaplayalım mı?

Konunun özü biraz ürkütücü...

Eğer bir halkın bütün endişesi, korkusu, bütün derdi günlük ekmek kaygısına indirgenmişse, o halk ekmeğin hangi yolla geldiğini tartamaz, düşünemez, önemsemez"

Süleyman Savaş'ın çizdiği bu tablo ağır bir gerçeği anlatmaktadır.

Editör: TE Bilişim