Bilinçli DenizHaber okurları yorumlarıyla denizciliğimizin yolunu aydınlatmaya devam ediyorlar. Son tartışmalarla ilgili Necati Sansa adlı okurumuzun "Aydın Düşmanlığı" başlıklı ilginç yorumunu yayınlıyoruz. Karar sizlerin. Görüşlerinizi siz de yazabilirsiniz. [email protected] adresine veya sayfa altındaki yorum ekleme bölümüne görüşlerinizi yazın, sizin de görüşleriniz DenizHaber farkıyla sektörde yerini alsın.

"AYDIN DÜŞMANLIĞI"

Eh görünce dayanamadık, eski hikâyeyi bir de bu yandan anlatalım dedik...

Yıl 1980'lerin ikinci yarısı. Öyle Özal’ın falan (hey gidi tonton) rüzgar gibi estiği, esip de geçtiği, papatyaların güzel çiçeklerden çok konken partilerine katılan kadınları çağrıştırdığı yıllar. O zaman daha Grup Gündoğarken'in esamesi okunmuyor, “amca” orta yaşlı olup genç kız peşinde, yeğenler de üniversite öğrencisi henüz.
Konuyu dağıtmayalım, evet daha dün gibi hatırlıyoruz ki, bu üniversite sanayi işbirliği denilen nane daha o zamanlar yeni yeni tartışılıyor. Tabi o zamanlar memlekette sen de 24, ben diyeyim 26 tane üniversite var. Yarısından çoğu da memleketin büyük şehirlerinde zaten.

Özal da, Menderes'in her mahallede bir zengin yaratma, Çiller'in herkese iki anahtar dağıtma maceralarına benzer bir şekilde "her kente, hatta her kasabaya bir üniversite açacağızzzzz benim sevgili vatandaşlarım" demeye yeni yeni başlamış. Özal'ın yürüttüğü, ( Özal demeyelim de neo-liberalizmin alaturka versiyonu diyelim biz buna) üniversitelerin, başka bir deyişle bilimsel üretim sürecinin, sermayeyle entegrasyon süreci de buna paralel olarak aynı dönemde hızlanıyor üstünüze afiyet. Bu sürecin başlangıcını her ne kadar YÖK'ün kuruluşuna tarihleyebilirsek de esas olarak 1987-88 yıllarında hızlanan bir süreç olarak düşünebiliriz elbette.

Bu tarihten sonra bir yandan memleketin dört yanında gecekondu üniversiteleri diyebileceğimiz yüksek meslek liseleri açılır ve buralarda okuyan öğrenciler bölgesel sanayiye ve emek piyasasına "nitelikli" eleman olarak sunulurken, büyük şehirlerdeki "elit üniversiteler" de bir yandan sanayinin/sermayenin bir uzantısı olarak iş görürken öte yandan da devlet üniversitelerinin nitelikli eleman temeli üzerinde kendi özel üniversitelerini tasarlamaya başladılar.

Ama fazla didaktik olmayalım şöyle bir kaç örnek verelim. Bu dönemde öğretim üyeleri şirketlerin yönetimlerine atanmaya, kimi özel projeleri üniversite bünyesinde yürütmeye, öğrencileri bu projelerde bilabedel çalıştırmaya, mesleki deneyim, staj, hayata hazırlık vb. Adlar altında büyük holding ve şirketlere öğrenci transferine, özellikle tıp, mühendislik ve idari bilimler gibi bölümlerde özel şirket projelerine ve döner sermaye girişimlerini arttırmaya yine bu dönemde başladılar bilmem hatırlar mısınız?
Üniversiteler kamu çıkarı, toplum menfaatleri, bilimsel üretimin kamu yararı gözetilerek yapılması gibi üniversitenin kurucu ilkeleri de bu süreçte hızla erozyona uğradı. Dahası üniversitelerin toplumsal itibarının yok edilmesine paralel olarak "aydın düşmanlığı”nın da aynı dönemde serpilip gelişmesi de ne güzel bir "tesadüf"tür değil mi?

1990'larda yaşananları ise herkes ucundan kıyısından biliyor zaten. Şimdi herkesin sayısını unuttuğu kadar çok üniversitemiz, on binlerce öğretim üyemiz mevcut. Türkiye ise bilimden geçilmiyor. Bilim adamı olarak en çok televizyonlara çıkan zat-ı muhterem'in Zekeriya Beyaz olması da üzmesin sizi. Benzerlerinden binlerce var memleket sathında. Rahmetli Özal "alışırsınız, alışırsınız" diyordu. Zamanında. Eh alıştık işte, doğru söylemiş rahmetli, boşyere günahını almışız... O ne vizyonmuş öyle vay ki vay...
Son olarak teknokent, bilimkent türü projeler ise ben bildim bileli bir bilim-kurgu hikayesi olmaktan pek öteye gidemedi malumunuz. Üniversiteler birer parakent, kışlakent falan olmaya devam ediyor... Ona da alıştık. Eh hala alışamayanlar var ama onları da o soruşturma senin, bu okuldan uzaklaştırma benim dehleyip yolluyoruz üniversitelerden.. Ha üniversite sanayi işbirliği mi? Devam ediyor o. 20 yıldır falan tüm hızıyla sürüyor yani sizin anlayacağınız. Yeni bir şey değil. En iyi öğretim üyeleri özel üniversitelerin sunduğu maddi ve bilimsel koşullara hayır diyemiyor, öğrenciler ise bizzat birer şirket haline gelmiş üniversitelere devam ediyor. Bilimsel üretim mi? Ohoo tavana vurdu o. Geçen gün samanyolu galaksisi dışına süper ultrasonik bir dolmuş kaldırdı bizim Sarıkamış Üniversitesi uzay fiziği anabilim dalı. Yarın da kanlıca üniversitesi kansere çare bulmuş onu açıklayacakmış... DTO odamız dünyaya yılda 2000 zabit yetiştirip Filipinlileri Hintlileri geçecekmiş,yoğurt kansere iyi geliyormuş. Ama tabi yine Roche'in katkılarıyla sağlanmış bu büyük... Şu bizim bin yıllık yoğurt. Hem Kanlıca’nın yoğurdunu yemesi de güzeldir tabi. Yersen...

Necati Sansa

(Okurumuz bu yorumu "İspat etsinler istifa edeceğim" başlıklı http://www.denizhaber.com/index.php?sayfa=habgst&id=7500&links=1 adresindeki haberimize bırakmıştır)

DenizHaber.Com

Editör: TE Bilişim