UNUTUL(MAY)AN TÜRK ADALARI

Avrupa Birliği üyelik sürecinde Kıbrıs’tan sonra Ege sorunların da yeni çözümler aranıyor. Ankara kulislerinde Türk-Yunan taraflarının görüşmeleri hızlandırdığı konuşulurken, iki akademisyen Uluslararası Sürekli Hakem Mahkemesi’nin kararıyla Türkiye’nin yeni bir hukuki kazanım sağladığını ortaya koydu.

Ege Denizi’ndeki Türk-Yunan sorunları yeni bir mecraya ilerliyor. Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecinde Kıbrıs’tan sonra Türkiye’nin karşısına çıkacak en önemli konulardan biri olan Ege sorununun müzakerelerle çözülmesi gerekiyor.

Egemenliği devredilmemiş adalar, karasularının 6 milin üstüne genişletilmesi, kıta sahanlığı, hava sahası (FIR), adaların askersizleştirilmesi gibi konuların çözümü için bugüne kadar Uluslararası Adalet Divanı’na gitme politikası güden Yunanistan’da farklı perspektifte tartışmalar yaşanıyor. Helsinki zirvesi ile başlayan çözüm arayışları çerçevesinde Atina’nın artık Adalet Divanı’na gitmek istemediği gündeme getiriliyor. Çünkü Yunanistan istediği çözümlerin ilacını AB’nin sunabileceğine inanıyor. Dışişleri Bakanlığı’nın tanımıyla Yunanistan ile Türkiye arasında istikşafi, yani keşfe dönük görüşmeler yapılıyor. Zaten sorunlar yumağı olarak görülen Ege’de yeni adımlar atılırken Türkiye’nin yeni tezleri de gündeme geliyor.

Türk-Yunan ilişkilerinde bu gelişmeler yaşanırken Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Uluslararası Hukuk Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren ile Ali Kurumahmut, “Ege’de Gri Bölgeler Unutul(may)an Türk Adaları” başlığıyla akademik bir çalışma yayımladı. Başeren ile Kurumahmut, Uluslararası Sürekli Hakem Mahkemesi’nin, Kızıl Deniz’deki eski Osmanlı toprağı olan bazı ada, adacık ve kayalıklar üzerindeki egemenlik uyuşmazlığını Lozan Barış Andlaşması’nın 16. maddesine atıfla çözerken Türkiye’ye yeni bir hukuki kazanım sağladığını ortaya koydu. Uluslararası anlaşmalar ve Osmanlı Arşivleri taranarak yazılmış olan kitapta, Kardak Kayalıkları’nın da içinde yer aldığı egemenliği devredilmemiş 150 kadar adanın son durumu ortaya konarak yeni haritalar oluşturulmuş. Çalışmada, Hakem Mahkemesi’nin kararına göre, egemenliği devredilmemiş bu adaların iddia edildiği gibi Yunanistan’a ait olamayacağı, bunların geleceğinin belirlenmesinde ilgili devletlerin ortak bir kararına ihtiyaç olduğu ileri sürülüyor.

Egemenliği devredilmeyen adalar Ege’nin yüzde 5’i

Kurumahmut ve Başeren’in ortaya koyduğu haritalara bakıldığında, Hakem Mahkemesi Kararı’na göre Yunanistan’a ait olmadığı anlaşılan ada, adacık ve kayalıkların Türkiye’ye Menteşe Adaları bölgesinde Ege Denizi’nin uluslararası sularına yeni açılma imkanları sağladığı görülüyor. Bu durum Ege sorunlarının temelinde yer alan karasuları meselesi başta olmak üzere diğer anlaşmazlık konularında da Türkiye’nin elini güçlendiriyor.

Yunanistan’ın, karasularını 1936’da 3 milden 6 mile çıkartarak Türkiye’yi sıkıntıya soktuğu; şimdi de 6 milden 12 mile çıkartacak olursa tamamen bu bölgeye hapsedeceği göz önüne alındığında konunun önemi daha da iyi anlaşılıyor. Egemenliği devredilmemiş adaların karasuları Ege’nin yaklaşık yüzde beşini oluşturuyor.

Başeren ve Kurumahmut’un kitabında, Eritre ile Yemen arasında 1995’te on iki kişinin ölümüne neden olan silahlı çatışmaların yaşandığı benzer bir ada ve adacıklar krizini (Haniş-Zukar Adaları) çözen mahkeme kararında yer verilen Lozan Barış Andlaşmasının 16. maddesi ile ilgili yorum ele alınıyor. Mahkemenin bu yorumuyla Osmanlı İmparatorluğu’nun eski topraklarından oluşan adaları “egemenliği belirlenmemiş toprak” statüsüne soktuğu kaydediliyor. Yapılan tespitlere göre, bu yorum Yunan tezlerinin aksine egemenliği belirlenmemiş toprak statüsüyle uyuşmazlık konusu ada, adacık ve kayalıkların Yunanistan’a ait olmadığı gerçeğini uluslararası hukuk dilinde de alenileştiriyor. Mahkeme kararının 165. paragrafı, “Türkiye’nin eski Osmanlı toprakları ve adalarındaki tüm hak ve yetkilerinden geleceklerinin ilgili taraflarca belirlenmesi kaydıyla feragat ettiğini” hüküm altına alıyor.

Adalar Osmanlı’nın mirası

Bu hükmün Lozan Barış Andlaşması’nda özel hükümlerle egemenlik düzenlemesine konu olmuş Ege’deki adalara uygulanamayacağını savunan yazarlar, aksi söz konusu olsa bile hükme göre uyuşmazlık konusu adaların Yunan toprağı olamayacağını vurguluyorlar. Bundan şu hüküm çıkıyor: Ege’de uyuşmazlık konusu olan adalar Osmanlı’nın egemenliğini devretmediği adalardır. Bu adalar Osmanlı İmparatorluğu’nun halefi olan Türkiye Cumhuriyeti’ne intikal etmiştir ve Türk toprağıdır.

Başeren ve Kurumahmut’un son çalışmalarına göre, Kardak’tan başlayan egemenliği devredilmemiş adalar listesi Menteşe Adaları bölgesinde genişliyor. Eritre-Yemen kararının getirdiği yorumdan ve Osmanlı Arşivleri’ndeki bilgilerden yararlanılarak belirlenen bu adaların önemli olanlarından bazıları şöyle: Kardak, Eşek Adası (Gaidaros), Nergiscik (Mandiraki), Bulamaç (Farmakonisi), Keçi (Pserimos), Kızkardaşlar (Adelfia), Sirina, Üç Adalar (Plakhida), Safran Adaları (Sofrana), İstakida (Astakidhapula), Kandilli (Kandhelioussa), Koçbaba (Koçpapas-Levita), Sirina Ardıççık (Zenari-Kinaros), Kendiroz (Liadi), Hurşid (Furni), Fornoz (Fimena) ve Koyun Adası.

Tarihi anlaşmalara bakıldığında ise adaların 150 yılı aşkın acı devir serencamı gözler önüne seriliyor. Egemenliği 24 Nisan 1830 tarihi itibariyle Yunanistan’a devredilen adalar, Eğriboz Adası ile Kuzey Sprorat Adaları ve Kiklad Adaları olarak geçiyor. İngiltere’nin 29 Mart 1864’te Yunanistan’a devrettiği Çuha ve Küçük Çuha adaları ile 30 Mayıs 1913 Londra Andlaşması’nın devrettiği Girit Adası’ndan başka Lozan Barış Andlaşması’na kadar Ege’de herhangi bir ada, egemenlik devrine konu olmamış. Bu çerçevede Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları üzerindeki Türkiye hakimiyeti teyit edilmiş, antlaşma aksine hüküm olmadığı takdirde Asya sahilinin üç mili içerisindeki adalar Türk hakimiyetine bırakılmış. Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adaları ismen sayılarak; Taşoz, Bozbaba ve İpsara Adaları ise ismen sayılmış olmamalarına rağmen, Lozan’ın 12. maddesinin ayrılmaz bir parçası olan Altı Büyük Devlet Kararı gereğince 13 Şubat 1914’te Yunanistan’a devredilmiş. Bu bölgede egemenliği Yunanistan’a devredilmiş başka ada, adacık ve kayalık bulunmuyor.

Başeren ve Kurumahmut tam burada Türkiye’nin Osmanlı’dan devraldığı hakların Yunanistan’a karşı savunulmasını öneriyor. Kardak Kayalıkları ve çevresindeki adalarda bugüne kadar fener dikmek, tarım yapmak, keçi otlatmak, iskele inşa etmek, asker çıkarmak, tatbikat yapmak gibi yöntemlerle hak iddia ederek fiilen egemenlik uygulamasına girişen Yunanistan’ın taleplerinin tamamının Eritre-Yemen uyuşmazlığı çözümünde açıklığa kavuşturulduğu gibi boş talep ve iddialar olduğu görülüyor. Hakem mahkemesinin kararı bu adaları Lozan’ın 16. maddesine istinaden egemenliği belirlenmemiş toprak statüsüne sokuyor. Bu statü ise, Yunanistan’ın tek taraflı uygulamalar ile hak kazanmasına engel teşkil ediyor.

Kardak ortak egemenlik alanı olsun

Yeni tezle “AB’ye üyelik sürecinde Türkiye’nin Yunanistan ile yapacağı Ege pazarlığında dezavantajlı bir pozisyonda olduğu görülüyor. Ege sorunlarını AB’ye girmek için çözelim yaklaşımı doğru olmayacaktır. Ege sorunlarını objektif hukuk kurallarının bize tanıdığı haklara sahip çıkarak çözelim. Bu uyuşmazlıklar sonuç itibariyle devletlerarası hukuk kuralları çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla objektif hukuk kuralları çerçevesinde Türkiye’nin hak olarak korunan çıkar ve menfaatleri vardır. Bunlara sahip çıkalım. Bu hakları AB’ye girmek için feda etmeyelim.” deniyor.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Dr. Erdem Denk ise öncelikli olarak kıta sahanlığından başka sorunların da olduğuna Yunanistan’ın ikna edilmesi gerektiğine işaret ediyor. Ege sorunlarının uluslararası mahkemelerde “al-ver” yaklaşımıyla çözüleceğine inanan Erdem Denk, “Ege sorunlarının çözümüne deniz yetki alanlarının belirlenmesiyle Fenomenbet başlanmalı. Bu da ada, adacık ve kayalıkların egemenliklerinin kime ait olacağına bağlı. Türkiye’ye deniz yetki alanlarında yeni koridorlar açıyoruz denirse ya da adacıkların deniz yetki alanı yoktur denirse sorunlar daha kolay çözülür.” diyor.

Kardak Kayalıkları dahil bazı adacık ve kayalıkların aidiyeti konusundaki anlaşmazlığın Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar listesine en son eklenen uyuşmazlık olduğunu kaydeden Denk, egemenlik sorununun ön koşulu niteliğindeki ada ve adacıkların statüsünün belirlenmesiyle diğer adımlara geçilebileceğini kaydediyor. Denk, 22’den 152’ye kadar varan adacık ve kayalıktan bahsedildiğini aktarıyor.

Tarafların, Ege sorunlarını gizli görüşmelerde ele aldığını hatırlatan Erdem Denk, Yunan gazetelerine sızan haberlerde uyuşmazlık konusunda uzlaşmaya varılamadığının yazıldığına dikkat çekiyor. Denk’in, egemenliği tartışmalı adacık ve kayalıklar sorununun sembolü haline gelen Kardak Kayalıkları ile ilgili de çözüm önerisi var. Denk, kayalıkların taraflarca (sadece iki kayalık için geçerli olduğu vurgulanarak) ortak egemenlik alanı (condominium) ilan edilmesini öneriyor. Böylece sorunu çözümsüzlüğe iten bir sembol, Yunan ve Türk tarafının ‘kaybet-kaybet’ formülüyle ortadan kaldırılacak. Diğer uyuşmazlıkların çözümü için kapı aralanabilecek.

Avrupa Birliği’ne üyelik stratejik kararı ile yürüyen Türk dışişleri politikasında Yunanistan ve Ege sorunları Helsinki Zirvesi’yle birlikte özel bir yere kavuştu. İki ülke arasındaki uyuşmazlıkların dolaylı da olsa muhatabı Avrupa Birliği oldu. Bu üçlü ilişkinin önümüzdeki günlerde neler getireceği bilinmese de Türkiye’nin Yunanistan’a karşı talepkâr olması gerekiyor. Prof. Dr. Bayram Öztürk, Ege bölgesinde yaşayan Türk nüfusunun Yunanistan’ın toplam nüfusunun iki katı (20 milyon) olduğunu hatırlatarak, Ege Denizi’nin bir Yunan gölü olmadığını Yunanlıların kabul etmesi gerektiğinin altını çiziyor: “Burada amaç çatışma değil. Uzlaşmacı, ancak haklarını bilen bir Türkiye, Ege’deki haklarını korumalı ve istemeli.” Ege Denizi’nde Türkiye’nin bugünkü durumunu tek böbrekle yaşayan hastaya benzeten Öztürk, Türkiye’nin Ege Denizi’nde daha geniş karasuları hakkı olduğunu ve bunun hakkaniyete uygun olacağını belirtiyor.

Ege Denizi, keşfedilen petrol rezervi, turizm, denizcilik ve balıkçılık faaliyetleri açısından da her iki ülkeye karşı cömert davranmış. Bu cömertlikten bugüne kadar daha çok Yunanistan istifade etmiş. Örneğin Yunanistan’ın 1970-2000 yılları arasında Ege Denizi’ne ait toplam su ürünleri üretimi yıllık 40 bin tondan başlıyor. 1996-97 döneminde 150 bin tonu bulmuş. Türkiye’nin ise yıllarca Ege’deki balık üretimi 5-10 bin ton civarında seyretmiş. 1988-2000 döneminde 50 bin tonu geçmiş. Türkiye’nin hızla gelişen bir balıkçılık endüstrisi var; uluslararası sularda avlanan balıkçıların sayısının artması yanında açık denizlere gelecekte kurulacak balık çiftlikleri için de yer gerekiyor. Karasularının 6 milden daha fazla genişletilmesi, canlı kaynaklardan yararlanmamıza engel olabilir. Buna karşın Türkiye’nin Ege Denizi’nden elde ettiği balıkçılık verimi gittikçe artıyor. Gıda güvenliği bakımından bu denize bağımlıyız. Ege’de en verimli alanlar 0-200 metre arasında yani ada ve adacıkların hemen yanı başında bulunuyor.

Yunanistan politikası çok romantik

Bölgede egemenlik tartışmalarının dışında başkaca riskler de var. Örneğin Rus ve Hazar petrollerinin 100 bin tonu Marmara Denizi ve Ege üzerinden Avrupa ve dünya pazarlarına ulaşıyor. Adalar bölgesinde meydana gelecek herhangi bir tanker kazasıyla plajları ve kıyıları, dip balıkları ve ekolojik zenginlikleriyle bilinen adalar fiziken kaybedilme tehdidiyle karşı karşıya. Ayrıca turizm de sekteye uğrayacak. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı Başkanı Bayram Öztürk, egemenliği devredilmemiş adacık ve kayalıkların kapsadığı yüzde 5-6’lık bölgenin Türkiye’ye yeni iktisadi kaynaklar kazandıracağına işaret ediyor. Öztürk, yıllık 100 bin ton sınırını zorlayan Ege balıkçılığının artmasıyla yeni kazanımlara işaret ediyor. Türkiye’nin mevcut Yunanistan politikasını fazlasıyla romantik bulan Öztürk, Yunanistan’ın kuruluşundan bu yana Türkiye’nin aleyhine genişlediğine dikkat çekiyor.

NATO toplantısında bir adanın bize ait olduğunu dile getirdik

“Osmanlı ve Türkiye, Ege’de kaybedeceği kadar kaybetti.” diyen Kurtuluş Savaşı gazisi babasının sözlerini hatırlatan Emekli Amiral Çetinkaya Apatay, Eritre-Yemen kararının Türkiye’nin haklılığını bir adım daha öne çıkarabileceğine işaret ediyor. Apatay, Ege’deki adaların 30 Mayıs 1913’te Balkan Harbi sonrasında imzalanan antlaşmalar ve İngiliz taktikleriyle yitirildiğini hatırlatıyor: “Ege Adaları’nı İngilizler’in cambazlıklarıyla kaybettik. Yunanistan’ın AB’ye girmesiyle rahatlama dönemi yaşanıyor. Artık Yunanistan Türk korkusuyla yönetilmiyor. Halk ‘AB’ye girdik, neden Türkiye’den korkayım’ diyor. Yani Türk düşmanlığı üstüne politika yapılamıyor. Yumuşama dönemi çözümü kolaylaştırır. Mahkemenin uyuşmazlıkla ilgili kararı Yunanistan’ın da iddiasını çürütüyor. Tarafların oturup masada çözüm bulmasını öneriyor. Biz de yıllardır bu adaları, antlaşmalarda ismi zikredilmeyen bütün adalar Osmanlı’ya dolayısıyla bize aittir teziyle savunduk. Karar, Türkiye penceresinden çözümü daha da kolaylaştırıyor.”

Apatay, Kardak Krizi’nin yaşandığı dönemde NATO toplantısında genç bir subayın Menteşe Adaları grubundaki Gavati (Gauda) Adası’nın Türkiye’ye ait olduğu iddiasını dile getirdiği anektodunu aktarıyor. Apatay, Yunanistan ve Türkiye’nin Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na gitmek yerine, karşılıklı görüşmelerle AB sürecinde sorunu çözeceğine inanıyor.

Yemen-Eritre kararı ile hareketin Türkiye’nin işlerini zorlaştıracağına, Ege sorunlarını çıkmaza iteceğine inananlar da var. Eski Atina Büyükelçisi Tuncer Topur, 28 Aralık 1932 tarihli Türk-İtalyan Toplantı tutanaklarında Kardak Kayalıkları’nın 12 Adalar çerçevesinde kendilerine verildiğini belgeleyecek delilleri ileri sürdüğünü hatırlatıyor. “Türkiye egemenliği devredilmemiş adaları talep ederse Avrupa ayağa kalkar.” diyen Topur, Yunanistan’ın bunu Türkiye aleyhinde kullanabileceğine dikkat çekiyor. Topur, bugüne kadar Ege sorunlarını çözmek için Uluslararası Adalet Divanı’na gitme politikası güden Yunanistan’ın şimdi AB bünyesinde çözüm arayışlarını ‘Daha talepkâr olacakları bir ortam yakalamak istiyorlar’ şeklinde yorumluyor.

Yunanistan, Ege’de sosyal hayatı sürdürebilmek için büyük fedakarlıklar, çok ciddi altyapı yatırımları yapıyor. Ege Adaları’nda yaşayan Yunan nüfusu 2 milyonu buluyor. Halkı adalarda tutabilmek için teşvikler veriliyor. Ekonomik fedakarlıklar yapılıyor. Örneğin bazı adalarda su yok. Deniz yoluyla ulaşım uzun mesafeleri kapsıyor. Bunların hepsi ek bir külfet getirdiği için adalara sunulan kamu yatırımları pahalıya mal oluyor. Tecrübeli bir diplomat ise, “Bazı bölgelerde halk oturmak istemiyor, adalar Türkiye’ye devredilmek istenir mi diye gizli bir korku yaşanıyor. Yunanistan adalarda nüfusun çoğalmasını bile teşvik ediyor. Rum nüfusu çok olsun diye her şey yapılıyor. Biz bu sorunu Kardak Kayalıkları çerçevesinde biliriz. Bunlardan herhangi birisinin Türkiye’ye verilmiş olması, Yunanistan’ın bütün bu çabalarını bir anda çökertmiş olacak. Hakkımızı aramalıyız, ancak sorunlar uzlaşmayla çözülmeli.” diyor.

Eritre-Yemen kararını veren Sürekli Hakemlik Mahkemesi’nin hakimi R.J. Jennings geçen sene vefat etti. Bu karar adaları açık sahipsiz yaptığından yeni tezin önümüzdeki günlerde daha da öne çıkacağına dikkat çekiliyor.

Kaynak: Fatih UĞUR-Aksiyon


Editör: TE Bilişim