Uluslararası Oyun İki Taraflı Hareketi Kaldırmaz

Türkiye’nin siyasi hayatında yaşanan önemli gelişmeleri bir bir sıraladığınızda her birinin içinde gerek icrada, gerek ise yasamada Süleyman Demirel’i bulacaksınız. Türk siyasi hayatına damgasını vurmuş, diplomasinin inceliklerini iyi bilen, bir çok söylemi halka mal olmuş, renkli bir politikacı olan Süleyman Demirel bütün bu özellikleri dolayısıyla denizcilik sektörünü de en iyi bilen kişilerden biridir. Bugün geldiğimiz nokta ile ilk günleri karşılaştırabilecek bir kaç siyasetçiden biri olan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile hem sektörü, hem limanları hem de AB konusunda son günlerde yaşanan gelişmeleri konuştuk. Her zamanki nezaketi ile bizleri karşılayan Demirel, özellikle limanlar konusunda önemli açıklamalar yaptı.

Geçmişten bugüne denizcilik sektöründe yaşanan gelişmeleri en iyi bilen kişilerden biri de sizsiniz. Türk denizcilik sektörü hak ettiği yerde mi?

1960’lı yıllardan itibaren Türkiye’nin bütün sorunlarını takip ettiğim ve cevap aradığım gibi bunlar içerisinde çok önemsediğim denizcilik sektörünü de yakından izledim. İcrada, yasamada bulunduğumuz süre içinde o günkü şartlarda yapılabilecek şeyleri yapmaya çalıştık. Bugün denizcilik sektörümüzün geldiği nokta ümit vericidir. 7.7 milyon DWT’luk bir filo, 3,5 milyon ton yabancı bayraklı ama Türk armatörlerin sahipliğinde, 3 milyon ton yerli ve yabancı tezgahlarda inşa halde bulunan gemiler ile 15 milyon DWT’luk bir filoya sahibiz. Bu çok güzel bir durum. Tabii ki bu filo Türkiye’nin bütün ihtiyacını karşılamıyor. Türkiye’nin denizyoluyla taşınan 151 milyon DWT yükü var. Bu yükün takriben yüzde 23’ünü kendi filomuzla, yüzde 77’sini yabancı bayraklı gemilerle taşıyoruz. Türk bayraklı gemiler başka ülkelerin yüklerini de taşıyor. Benim gönlümün istediği, gelecekte bu yükün yarısının Türk bayraklı gemiler tarafından taşınması. Filodaki gemilerimizin yaşları dünya ortalamasının üstünde. Filomuzun yenilenmesi lazım. Gemi inşa sanayi ise Türkiye’de gurur verici bir seviyede. Şu anda Türkiye tersanelerinde 126 gemi inşa ediliyor. Üstelik bu gemilerin yarıdan fazlası yabancı ülkeler için imal ediliyor. Yani Türkiye artık gemi yapan ve satan bir ülke haline gelmiştir ve 20 bin kişinin üstünde bir işçi nüfusu bu sektörde çalışmaktadır.­ Aslında her aileyi beş kişi olarak düşünürseniz bu 100 bin kişi demektir. Bir de fevkalede önemli olan bir yan sanayimiz var. Artık Türkiye bu gemilerin birçok parçasını kendisi üretebiliyor. Bu çok önemli bir gelişme. Gemi inşa sanayi işçi yoğun bir sanayi. Denizcilik sektöründe 2005 yılında Türkiye takriben 13 milyar dolar civarında bir iş hacmi sağlayabilmiş durumda. Bunun dört milyar doları taşımacılıktan, 1,5 milyar doları tersanelerden ve önemli bir kısmı da limancılıktan geliyor. Üstelik tersaneler iki seneliğine dolu. Tabi marinalar ve turizm işletmeciliğini de unutmamak lazım. Yani Türkiye için çok önemli olan döviz kazanma meselesinde, Türk denizciliği önemli bir hizmet yapıyor.

Bugün bulunduğumuz noktadan daha ileriye gitmek için neler yapmak gerekiyor?

Bugün birçok sektörümüzün olduğu gibi denizcilik sektörümüzün de sorunları var. Gemi inşa, aslında sanayileşmede önemli bir merhaledir. Gemicilik ise, yapacak başka işi olmayan bazı ülkelerde önemli mesafeler almıştır. Onlarla yarışmak, mesela Yunanistan’la yarışmak mümkün değildir. Yunanistan aşağı yukarı dünyadaki en büyük filolardan birine sahip ve neredeyse Yunanistan halkının yarısı ülkelerinin dışında. Biz kendimiz neyi yapabiliriz, ona bakmak lazım. Şu anda aşağı yukarı 15 milyon  DWT’a çıkmışız, demek ki bunu 20’ye 25’e çıkarmalıyız. Gemi yapımına hızla devam etmeliyiz. Yaptığımız gemilerin daha büyük bir kısmını kendi ülkemizde yapmalıyız. Denizcilik sektörü yalnız taşımacılıktan ibaret değil. Liman hizmetleri de fevkalade önemli. Limanlarımızı düzeltmeliyiz, çünkü limanlarımızın kapasitesi kafi değil. İzmir gibi bir yerde Alsancak’a gemi yanaşamıyor, Urla’da yük boşaltıyor. 12 metre su kesimi ancak var, 14 metreden aşağısına yaklaşamıyorsunuz. İstanbul Limanı’nın hali orta yerdedir. Yeni yaptığımız, Trabzon, Samsun, Zonguldak, Antalya Limanları bunların hepsi de kapasitesi dar olan limanlardır. Türkiye kalkınma hizmetlerini bir alanda yapmıyor ki, birçok alanda birden yapıyor. Biz iki milyon ton gibi bir gemi inşa edebiliyorsak, Kore’nin ve Japonya’nın 80 milyon ton üzerindeki inşa kapasiteleriyle yarışmamız daha epey zaman alacaktır. Biz kendimizin yapabileceğinin azamisini yapmalıyız. Bu azamisini yapma istikametinde de fevkalade güzel gelişmeler var. Eğitim bir dar boğaz. Hem gemi personeli yetiştirmek, hem de tersanecilik bakımından eğitim dar boğaz. Altyapı bir dar boğaz. Sonra pek çok formalite var. Bu formaliteleri Türkiye aşabilmeli. Neredeyse kendi elimizi kendimiz bağlıyoruz. Bütün bunlara rağmen bu süreç içinde başladığımız noktaya göre, bilhassa armatörlerimizin fevkalede müteşebbis olması ve gemi inşacılarımızın cesaretle hareket etmesi sayesinde, Türkiye’de denizcilik sektörü diye bir sektörün yaratılması sağlanmıştır. Bu sektör parlaktır ve geleceği vardır.

Limanlar Türkiye için önemli. AB sürecinde Kıbrıs ve limanlarla ilgili birtakım dayatmalar önümüze gelmeye başladı. Bu süreçte nasıl gelişmeler yaşayacağız?

Bence AB ile Kıbrıs sorunu dolayısıyla yaşanan liman meselesini ayırmak lazım. Çünkü Kıbrıs bir sorundur ve uluslararası arenadadır. Kıbrıs meselesi çözülmeden Güney Kıbrıs sanki bütün adanın devletiymiş gibi AB’ne dahil edilmiştir. Türkiye 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlayabilmek için biraz hızlı hareket etmiş ve protokolü imzalamak durumunda kalmıştır. Protokolü imzaladığınız yerde, “Güney Kıbrıs devletini ben tanımıyorum” demeniz çok şey ifade etmez. Tanımak ve tanımamak zaten hukuki bir olaydır. Ama 25 tane devletle Gümrük Birliği işlerinizi yürüteceğinizi kabul ettikten sonra ve 25. devlette Kıbrıs devleti olduktan sonra onun altına imza koyduğunuz taktirde, onun yüklediği mükellefiyetleri taşıyacaksınız.

Bu limanları açacağız anlamına mı geliyor?  

Hayır. Yani görünüşte. Ama onlar dediklerini tutmadılar. O yüzden biz de limanlarımızı açmıyoruz derseniz, bu ayrı bir şey. Fakat eğer limanlarınızı açmayacaksanız, o protokolü imzalamamanız lazımdı. O protokolü imzaladığınıza göre… Bakın devletler arasında ahde vefadır söz konusu olan. Onun altına imza koyduysanız meclisten geçireceksiniz, limanlarınızı açacaksınız. Meclisten geçirmiyorum, limanlarımı açmıyorum dediğiniz yerde AB ile aranızda bir itilaf doğar. O zaman size bunu niye imzaladınız diyecekler. Uluslararası oyun, uluslararası muamele iki taraflı hareketi kaldırmaz.­­ İmzayı koyduğun zaman üstünde ne yazıyorsa ona uyacaksın. “Efendim, biz bunu bir deklarasyon çıkararak imzaladık” deniyor. Karşı taraf da bir deklarasyon çıkardı ve sizin deklarasyonunuzu tanımadığını söyledi. Keşke, henüz AB müzakerelerinin başında Türkiye böyle bir durumla karşı karşıya kalmasaydı. Ama netice itibarıyla o imza orada dururken, bu limanları açmayı 24 ülkeye taahhüt ettiyseniz, 25.’ye etmiyorum diyemezsiniz.

Diplomasi ince bir sanat. AB sürecinde bazı diplomatik zaaflarımız olduğu söyleniyor. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

Olabilir. Çetin ve çetrefil bir meseledir bu ve diplomaside son yoktur. Siyaset bitti diyebiliriz, ama diplomasi bitti diyemeyiz. Diplomasi bir yerde bırakılırsa, ertesi gün oradan yeniden başlar. Diplomasinin gücü, kudreti buradadır. Sonra kaldı ki, AB’ye üye olmak için yapılacak müzakereler kendine özgü müzakerelerdir. Bu zamana kadar Türkiye’nin böyle çetin bir müzakereye girmişliği yoktur. Başka ülkeler bu müzakereleri yapıp, başarıya ulaştırmışlardır. Diğer ülkeler bu müzakereleri yaparken kırılmalar olmuştur, ama yeni baştan başlamışlardır. Yani bu müzakerelerin alt ve üst noktası vardır. Bunların hepsini tümünün içinden mütala etmek gerekir. Varılacak yer müzakerelerin başarıyla sonuçlanmasıdır. Türk diplomasisinin başarısı o zaman ortaya çıkacaktır. Arada birtakım ileri geri meseleler olabilir. Bence bunları Türk diplomasisinin zaafı veya gücü olarak mütala etmek erkendir. Neticeye vardığı zaman, tümüne birden bakmak lazım. Daha çok başlangıçtayız. 10 sene sürecek bir müzakere safhasının daha birinci yılında bile değiliz.

AB ile ilgili sizin düşüncelerinizi öğrenmek isteriz. Türkiye’nin AB konusunda neler yapması gerekir?   

AB projesi barış ve uygarlık projesidir. Önce siyasi bir proje, sonra bir pazar projesidir. Yani pazar projesi olması, siyasi projeden sonradır. Ve bu emsali olmayan bir projedir. Avrupa’da 30 devleti, 30 devletin halkını bir araya getireceksiniz ve kendi rızalarına dayanan bir yönetim kuracaksınız. Daha önce Roma bunu denemiştir, hatta Napolyon denemiştir. Ama hepsi yumrukla, zorla bu birliği meydana getirmeye kalkmıştır. Öncelikle halkların ve devletlerin rızasına dayanacak bir yönetim şekli olması önemlidir. Çünkü onlar bu yükü taşıyacaklar. Henüz siyasi birliğe, siyasi birliğin gerektirdiği dış politika birliğine, savunma birliğine giden istikamette adımlar atılmış değildir. Siyasi birliğin nasıl olacağı da belli değildir. Ama bir şey bellidir. Bugünkü haliyle AB projesi başarılıdır. Avrupa altın devrini yaşamaktadır. Adam başına 29 bin dolar gelir, Avrupa için çok güzel bir gelirdir. Avrupa’nın 25 ülkesi bugün 45 trilyon dolara varan bir rakamla, dünya GSMH’da yüzde 33’ü meydana getirmektedir. Bu Amerika’dan daha yüksek bir seviyedir. Zengin bir Avrupa meydana gelmiştir. Altı ülkeden 25 ülkeye, hatta Bulgaristan ve Romanya’yı da sayarsak 27 ülkeye çıkmıştır Avrupa Birliği. Demek ki, 21 ülke müzakere suretiyle buraya girmiştir. Türkiye müzakere ededilen 22. ülkedir. Türkiye niye bu müzakerelerde başarılı olamasın, bunu anlamak mümkün değil. “Efendim Türkiye’ye itirazlar var” deniyor. Olabilir. Ama Türkiye 43 senedir bunun peşinde. Üstelik 43 senedir Avrupa’nın kapısını çalıp da kapı yüzüne kapatılmış değildir. Adım adım önce Gümrük Birliği’ne kadar gelinmiş, Gümrük Birliği kabul edilmiş, arkasından aday gösterilmiş, adaylığı kabul edilmiş ve müzakere safhasına tarih verilmiştir. Bu bir taahhüttür. Avrupa hükümetleri, halklarının adına Türkiye’yi Avrupa’nın tam üyesi yapmayı taahhüt etmişlerdir. Türkiye’nin de bir taahhüdü var. Avrupa’nın bu taahhüdünü yerine getirebilmesi Türkiye’nin taahhüdüne bağlıdır. Türkiye bu birliğe girişin şartlarını yerine getirecektir. Yani kalkınmışlık seviyesini istenilen noktaya getirecek ve bilhassa yönetimde, hukukta, insan haklarında, pazar ekonomisinde o çıtayı tutturacaktır. Türkiye bu taahhütleri yerine getirirse, Avrupa’nın kendi taahhüdünü yerine getirmemesi mümkün değildir. Bakın İngiltere iki defa veto edilmiş, ama sonunda AB’nin içine dahil olmuştur. Sonra AB içine girip de yoksullaşmış hiçbir memleket yoktur, hepsi zenginleşmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisi bir Avrupa projesidir. Avrupa hukukuna ve Avrupa kanunlarına dayanır ve böylesine bir birliğin dışınde Türkiye kalamaz, kalmamalıdır da. Dışında kalması Türkiye’nin prestijini yarıya indirir. Peki Türkiye AB ile birlikte olmazsa kimlerle beraber olacak? Ticaretin yüzde 70’i Avrupa ülkeleri ile yapılıyor.. O istikamette Türkiye çağdaş, uygar, laik bir ülkedir. Bunun bana göre opsiyonu yoktur. Yalnız şunu da söyleyeyim; Türkiye AB’nin kayıtlı üyesi haline gelemezse kıyamet kopmaz, dünyanın sonu değildir.  Türkiye, bugün üye olmadığı halde vardır, dün de vardı, yarın da olacaktır. Fakat Türkiye buranın üyesi haline gelebilmelidir. Türkiye’nin önümüzdeki yıllar zarfında bu seviyeyi yakalaması gerekir. Bana sorarsanız Türkiye AB’nin tam üyesi olmuş, olmamış pek önemli değil. Türkiye Avrupa’nın tam üyesi olmak için o seviyeyi tutturabilmelidir. AB’ye Türkiye’nin üye olabilmesi Avrupa için değil, benim kendi halkım içindir. Halkımın mutluluğu, refahı, hürriyeti, adaleti ve kalkınmışlığı için lazımdır. Bunu da Avrupalı değil, biz kendimiz yapacağız. Bir hedefe kendinizi zorlamadan varmak pek kolay değildir. Biz çağdaş, demokrat, laik büyük Türkiye’nin, büyük Atatürk tarafından kurulmuş olan çağdaş, uygar ve zengin hedefine ulaşmaya çalışıyoruz. Bu bir yoldur.

Türk Lirasının aşırı değerlendiği söyleniyor. Bu durum ekonomiyi, özellikle bazı sektörleri kötü etkiliyor. Türk ekonomisi bugün hangi noktadadır?

Türkiye’nin üreten bir ekonomisi var. Bir defa 260 milyon dönüm ekili arazisi var. 25 bine yakın çalışan fabrikası var. Kendine yetecek kadar altyapısı var. Kendine yetecek kadar enerjisi var ve iğneden ipliğe her şeyi satın alan Türkiye, bugün iğneden ipliğe her şeyi yapıyor. 20 milyon turisti ağırlayacak kadar bir turist altyapısı var. Türkiye’nin bir inşa gücü var. Dünyada 10. İnşa gücüdür. Hem kendi ülkesine, hem de dış ülkelere yapacak kadar inşa gücü var. Türkiye 134 ülkeye sanayi malı satıyor. Bu büyük bir güçtür. Son günlerde Türk lirasının aşırı değerlendiğini  görüyoruz. Bu durum eğer benim insanımın işsiz kalmasına neden oluyorsa, ben ne yapayım bu parayı. İhracatçı sanayicimiz, neredeyse tümüyle karsız çalışma noktasındadır. İthalat karşısında rekabette zorlanan üreticilerimiz,  üretim faaliyetlerini yavaşlatmak veya son vermek durumunda kalmaktadır. Eğer sen 160 liraya mal üretiyorsan, dışarıdan o malı getirenler 130 liraya satıyorsa, onlarla rekabet edebilmek için fiyat kırmak zorunda kalıyor, zarar ediyor ve sonunda üretmekten vazgeçiyorsan, işçini de işten çıkartmak zorunda kalırsın. Tekstil sektöründe 30 bin kişi işten çıkarıldı. Bu çok büyük bir rakam. İstihdam için tehlikeli bir süreç. Bu konuda gerekli ek önlemlerin alınması şart.

Tekrar denizlerimize dönersek. Ülkemizde bir deniz kültüründen bahsetmek mümkün mü?

Ülkemizde bir deniz kültürü vardır. Ama önemli olan bunu geliştirmektir. Çok kapsamlıdır denizcilik kültürü. İçinde ticareti vardır, limanları, yolcu taşımacılığı, denizi, tarihi vardır. Bütün bunların kültür kavramıyla geliştirilmesi gerekir. Bu kültürün geliştirilmesi biraz da güç meselesidir. Yani şunu demek istiyorum. Türkiye tarihi zenginlikleri olan bir ülkedir, ama bu tarihin restore edilmesi için önemli kaynak gerekir. Bu nedenle bu kaynak, yani güç olmadan bazı şeyleri yapmak kolay değildir.

Denizcilik sektörüne vermek istediğiniz bir mesaj var mı? 

Denizcilik sektörü ümit dolu. Gerek armatörler, gerek taşımacılar, gerek inşacılar, gerekse sektörde çalışan herkes işçi, kaptan, mühendis, işletmeci herkes, cesaretle işlerini yapmaya devam ediyor. Gelecek parlak. Bu sözlerim Vira Dergisi içinde geçerli. Derginiz bana geliyor. Gerçekten kalite itibarıyla da, muhteviyatı açısından da çok güzel bir dergi. Hem sektör için, hem derginiz için gelecek parlak.

Kaynak:Dr.Hakkı ŞEN-Vira Dergisi Genel Yayın Yönetmeni

DenizHaber.Com

Editör: TE Bilişim