Kültür Üniversitesi Devletler Hukuku Profesörü Hasan Köni Gemi krizini yorumladı...

İsrail, Türkiye gibi hem Müslüman hem demokratik hem de NATO üyesi bir ülkeyi kaybetti. Stratejik açıdan önemli bir kayıp bu ama arkasında Amerika var. Dolayısıyla o kadar da önemli değil... Türkiye’nin kaybını ise uzun zamanda hissetmeye başlarız. Ne mi olur? Ekonomik terslikler meydana gelir, etnik gruplarda hareketlenmeler artar, insan hakları komisyonlarında Türkiye aleyhine kararlar çıkmaya başlar...
 
- BM’nin Mavi Marmara raporundan sonra Davutoğlu’nun açıkladığı sert yaptırımlar arasında Batılı diplomatların ve özellikle de İsrail’in çok önemsediği bir cümle var. Aslında sürpriz olan ve içinde en fazla yaptırım taşıyan cümlenin de bu olduğu belirtiliyor. Davutoğlu, “Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı olan sahildar devlet olarak Türkiye, seyrüsefer serbestisi, yani sefer güvenliği için gerekli gördüğü her tür önlemi alacak” diyor. Bu ne anlama geliyor?
 
Tamam, Türkiye en uzun sahili olan ülke. Ama Türkiye’nin 1.5 mil-2 mil ilerisinde Yunan adaları var. Yunanistan karasularını 10-12 mil diye ilan etmiş, Papandreu bir yerde “6 mile indireceğim” dediği için, onu bile eleştirdiler. Diyeceğim Türkiye, Ege’de kendi içine kapanmış bir ülke... Bu arada Kıbrıs görüşmelerinde ne oluyor? “Hemen çözeceksiniz bu meseleyi!” diyorlar. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon Kıbrıslı Rum ve Türk liderlerini Amerika’da bir eve kapayarak, Kıbrıs meselesini çözdürüyor şimdi. O mesele de çözüldükten sonra Kıbrıs’ın da, ki bir AB üyesidir, bir karasuları haritası olacak. İsrail ile kendi arasındaki sularda petrol aramaya başladı bile. Amerikan şirketleriyle birlikte! Kıbrıs sorunu da çözülürse, Türkiye hem Ege’de hem Doğu Akdeniz’de içeriye kapatılmış, kilitlenmiş bir ülke olacak. Ondan sonra hangi gemiyle, hangi ülkeye refakat edip de, Doğu Akdeniz’de kime savaş açacak!
 
Türkiye’nin bu seyrüsefer hakkı devam etmeyecek mi?
 
Hayır. Kıbrıs ayrı bir cumhuriyet çünkü.
 
Peki sahillerinin uzunluğu sebebiyle?
 
Hayır. En uzun sahilinin karasuları 12 mil. 12 milden sonrası açık deniz. Ekonomik bölgesi ne kadar bilmiyorum. Herhalde Kıbrıs’ın ekonomik bölgesi ve karasularına dahil olamaz. Sonra Doğu Akdeniz’de İsrail var. Kıbrıs ve İsrail coğrafi olarak birbirine çok yakın... İki ülke o sularda araştırma yapıyor şimdi. Türkiye ne yapacak peki?
 
Tam bir satranç oyunu gibi... Bu hamleleri Türk diplomatlar ve hükümet yetkilileri düşünmüşlerdir herhalde?
 
İnşallah diyorum. Ben düşünüyorum! Bu arada Yunanistan da araya giriyor, “Biz Kıbrıs’ın karasularını ve hakkını koruruz!” diyor. Yani 11 milyonluk iflas etmiş Yunanistan, böyle bir fırça çekebiliyor Türkiye’ye. Ondan sonra da binlerce Türk, Yunan adalarına gidip para aktarıyor. Bizim kıyılarımız yetmedi, karşı kıyıları kalkındırıyoruz.
 
Obama bile İsrail’e karşı duramadı
 
Papandreu “Efharisto Türkiye!” diyor. Bize teşekkür ediyor...
 
Ya! Yani problem bir değil. Biliyorsunuz Kıbrıs ve İsrail arasında bir anlaşma da var, bu arada Yunanistan’la da yakınlaşmaya başladılar. Oradan da sıkıştırılıyoruz. Bu sırada sen içinde bulunduğun o büyük güç sistemine göre davranışlarını belirlemek zorundasın. Ama ne yapıyorsun? ABD ve Batılı ülkelerin yer aldığı bu güç sistemini çok iyi kullanan ülkeyle, İsrail’le çatışıyorsun.
 
O zaman bütün bunları da dikkate alınca, İsrail’le diplomatik ilişkilerin ikinci katip düzeyine indirilmesi, askeri anlaşmaların askıya alınması ve ‘Doğu Akdeniz’de gemiler bizim güvencemizde’ demek ne anlama geliyor?
 
Doğu Akdeniz kısmı çok önemli değil. Biliyorsun yine bazı insani yardım gemileri gidiyordu Gazze’ye. Yunanistan bunları durdurdu. Türkiye’deki gemi de motoru bozuk diye kalkmadı. Bu iş burada bitti. Bundan sonra direnme olmaz. Öbür tarafta Türkiye haklı olarak İsrail’deki diplomatik temsilini en aşağı seviyeye indiriyor. Bunu 1982’de de yapmıştı. Sabra ve Şatilla katliamından sonra... İsrail yanlısı aşırı sağcı Hristiyan Falanjist milisler Batı Beyrut’ta Filistin mülteci kampları Sabra ve Şatilla’yı basarak çocuklar dahil binlerce kişiyi öldürmüştü. Katliamda, sonradan Ariel Şaron’un rolü olduğu anlaşıldı. Şaron bunun üzerine Savunma Bakanlığı görevinden istifa etti. Ama bütün bunlara rağmen Mavi Marmara’da olduğu gibi yine haksız durumlar ortaya çıktı. BM orada İsrail aleyhine kararlar aldı ama bu kararlar İsrail tarafından uygulanmadı. Türkiye de bunun üzerine İsrail’deki temsilini en alt seviyeye indirdi. Ve en sonunda da Ariel Şaron yıllarca İsrail’e başbakanlık yaptı!
 
Peki Türkiye ile ilişkiler ne oldu?
 
1994 yılında İsrail-Ürdün Barış Anlaşması yapılınca diplomatik temsilimizi tekrar büyükelçilik seviyesine çıkardık.
 
İsrail-Ürdün Anlaşması da İsrail’in lehine olmuştu, değil mi?
 
Evet. İsrail 1967 savaşında işgal etmiş olduğu topraklardan 300 kilometrekarelik bir alanı Ürdün’e geri vermişti. Ürdün ise bu anlaşmayla savaş öncesinde kontrolünde tuttuğu Batı Şeria toprakları üzerindeki İsrail hakimiyetini resmen tanımıştı...
 
Yani kazanan hep İsrail oluyor?

 
Öyle...
 
Peki Türkiye-İsrail ilişkileri bugünküne benzer bir kriz yaşadı mı daha önce?
 
Hayır. Bir kere Türkiye 1949’dan sonra Amerika’nın yanında yer aldığı için İsrail ile bir kriz yaşamamaya dikkat etti. Yalnız uluslararası dengelere göre İsrail’deki temsil seviyesini ya aşağı çekti, ya da yukarı. Ama el altından ilişkilerini hiç bozmadı. Bugüne kadar tabii... Aslında şimdi de aramızda önemli olarak bir silah alımları, terörle mücadelede çok önemli olduğu söylenen insansız casus uçakları Heronlar vardı... Herhalde artık onların da teknolojisini öğrenmişizdir! Çünkü eski Genelkurmay Başkanımız söyledi, “İyi kullanamıyoruz teknolojiyi” dedi. Yani biz Heronları alsak da fark etmiyor! O yüzden biraz İsrail’in orada para kaybı olur, bizim pek kaybımız olmaz.
 
Diyeceğim, Türkiye şimdi haksızlığa uğramış, 9 vatandaşı öldürülmüş bir ülke olarak diplomatik zorlama tedbirleri alıyor. İsrail üzüntü duyuyor, bunu açıklıyor ama bir özür dileyip, tazminat ödemek istemiyor. Türkiye uluslararası hukuk açısından kendi vatandaşlarını korumak ve bu tepkileri göstermek zorunda. Öbür türlü önüne gelen devlet Türk vatandaşlarını hiçe sayar, vurur, öldürür. Türkiye bu yaptırım kararlarını almak zorunda. İsrail’deki temsiliyetini azaltmak, bir ülke olarak haysiyetini korumak zorunda ama gerçek analizde bunun dışında yapabileceğimiz ne var? BM’ye tekrar müracaat edip orada diplomatik yönden hak arayabiliriz, uluslararası mahkemelere başvurabiliriz. Ama uluslararası mahkemelerin çoğu da Avrupalıların, Amerikalıların, İsrail’e yakın ülkelerin elinde. Yani sonuç pek de değişmez. Bunun dışında bu gidişatın silahlı bir boyutu olabileceğini zannetmiyorum. Fazladan da Türkiye yoğun bir şekilde Kürt sorunuyla ve PKK’yla uğraşırken...
 
Peki bu kadar demokrasi yanlısı Batı niye hâlâ İsrail’in Filistin’de yaptıklarına göz yumuyor, yine İsrail’i tatlı çocuk olarak görmeye devam ediyor? Bu tatlı çocuğa dur diyecek biri çıkmayacak mı? Bu Erdoğan olamaz mı? Öyle bir ihtimal yok mu?
 
Obama Filistin’de çözüm için öneriler getirdi ve İsrail Başbakanı Netanyahu ile çatıştı. Fakat ardından Netenyahu Amerika’ya geldi, Amerikan Kongresi önünde konuştu. Baktı ki Obama ara seçimleri kaybedecek, ki kaybetti de, hemen İsrail’e karşı tavrını değiştirdi. Bütün bunları iyi hesaplamak lazım. Yüzlerce denge var. Ekonomik dengeler var, siyasi dengeler var, askeri dengeler var. Ama İsrail, Türkiye gibi hem Müslüman hem demokratik hem NATO üyesi bir ülkeyi kaybetti. Tabii stratejik açıdan önemli bir kayıp bu ama arkasında Amerika var. Dolayısıyla o kadar da önemli bir kayıp değil.
 
Peki ya Türkiye’nin kaybı?
 
Türkiye’nin kaybını uzun zamanda hissetmeye başlarız. Ekonomik boyutlarda birtakım ters yatırımlar gelir, etnik gruplarda hareketlenmeler artar, insan hakları komisyonlarında Türkiye aleyhine kararlar çıkmaya başlar... Batılı ve Amerikalı gazetelere bakıyorum, “İsrail haklı çıktı” deyip, olayı İsrail lehine yorumlamaya başladılar bile.
 
Arap baharı Türkiye’ye yaramadı
 
O zaman önümüzdeki günlerde bizi neler bekliyor?
 
Eylül ayı heyecanlı geçer. Dün de belirttiğim gibi, özellikle 20 Eylül’de Filistin devleti ilan edildikten sonra Ortadoğu’da terör yükselir. Türkiye’de de yükselir tabii... Çünkü Kürt vatandaşlarımız toplandılar ve dediler ki, “Ortadoğu’da durum tamamen değişmektedir. Biz de o değişen duruma göre tavır alacağız. Eski Türkiye’nin yanında olan rejimler teker teker yıkılıyor, güya demokratik bir yapı geliyor, o yapı içinde herkes istediğini elde ediyor, o halde biz de istediğimiz elde ederiz!” Bu hayırlı bir yorum değil. Türkiye açısından olaya bakarsan, demokratikleşme tamam, olayı yeniden oturup tartışalım ama çevremizde üç tane gelişmiş ve bölgeselleşmeye başlamış Kürt bölgesi var, onları ne yapacağız?
 
İki hafta önce Güneydoğu’da artan terör olayları nedeniyle Prof. Sedat Laçiner’le konuşmuştum. O bütün bu olanları 1 Mart tezkeresine bağlamıştı. Katılıyor musunuz?
 
1 Mart tezkeresi şuna benziyor, Türkiye zaten hastaydı, zatürreydi, üzerine soğuk duşa girdi, verem oldu. 1991’den beri Amerikan ders kitaplarında Kürt haritaları vardı. O kitaplarda Kürtler’den, Ortadoğu’da vatansız, büyük bir millet diye bahsediliyordu. Biz de aldık o kitapları, ders anlatacağız diye, bir de baktık ki Kürdistan haritaları var! Şaşkınlık içinde o kitapları değiştirmek zorunda kaldık. Bu daha Batı’nın 1970’lerde hazırladığı bir projeydi... 2003 yılındaki bir olayla, yani 1 Mart tezkeresiyle gelişmiş olamaz... Ama 2003’te şu oldu; Türkiye’nin de desteğiyle Kuzey Irak otonom bölgesi ortaya çıktı.
 
Peki şimdi ne olacak?
 
İşte gördük, BDP’liler kongre yaptılar. “Demokratik özerklik istiyoruz” dediler. Onları bütün Avrupa’nın, Latin Amerika’nın sol partileri, sol örgütleri destekledi. Önümüzdeki günlerde Amerika Ortadoğu’da Barzani’yi destekleyecek. O da dolaylı olarak PKK’nın gücünü artıracak.
 
Oysa Türkiye için Ortadoğu’da gücünü artırıyor yorumları yapılıyordu...

 
O Arap baharı başlamadan evveldi. O zaman Türkiye Ortadoğu’daki gücünü artırıyordu. Çevresindeki ülkeleri bağlıyordu. Sıfır sorun diyordu, olsa da olmasa da Suriye açılımları vardı, İran’la görüşmeleri sürüyordu... Libya’ya milyarlarca dolarlık yatırımlar yapılmıştı, müteahhitlerimiz gidip geliyordu... Ama ortalık birdenbire Arap baharı mıdır, karnıbaharı mıdır çıktı, karıştı. Ve bu noktalara gelindi.
 
Yani Arap baharı Türkiye’ye yaramadı?
 
Hayır. Bunun Batı’nın tezgahladığı, Ortadoğu’nun yeniden düzenlenmesine yönelik bir hareket olduğu anlaşıldı. Türkiye’nin oluşturduğu yapı tamamen başka yönlere gitti. Bundan sonra olacaklar ise spekülatif. Gelişmelere göre Türkiye tedbirini alacaktır. Hep söylediğim gibi Batı’ya dahil olduğumuzu herkes biliyor. Türkiye’nin ona göre davranmak zorunda olduğunu düşünüyorum. Başbakan, bu ayın 13’ünde Gazze’ye, 19’unda BM’ye gidecek. Ondan sonra Batılı müttefiklerimizin bize karşı gerçek tutumlarını anlayacağız.
 
İyi ama ultimatom gibi şeyler söylemişiz. İşler nasıl düzelecek?
 
Diplomatik zorlama bunlar, başka türlü olmaz. İlişkiler donmuş olur. Yani İsrail’le böyle müthiş ekonomik ilişkilerimiz var, binlerce insan gidip geliyor, İsrail büyük bir pazar ve ondan vazgeçilmez değil ki! Ama şu var tabii, Nisan ayında karşımıza yine Ermeni sorunu geldiğinde ve İsrail onların yanında olursa ne olacak? Pat diye Amerika’da karar çıkacak, Kıbrıs’tan sonra Ermeni sorunu başımızda daha büyümüş bir sorun olarak patlayacak. İnşallah Arap ülkeleri yanımıza gelip bizi kurtarır! Kurtarır mı sence? Arap ülkeleri işe yarar mı? Bizi kontrpiyede bırakmadılar mı? Bu yüzden mecburen Libya’ya donanma göndermedik mi? Oysa Türkiye, herhangi bir Arap toprağını bombalamıyor. Yani Müslümanlığa uyan davranışlarını tutarlı hale getiriyor. Peki Arap ülkelerini bombalamaya ilk destek veren ülkeler hangileri? Başta Katar, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan! Onlar Müslüman değil mi?
 
Türkiye Gazze için çok büyük bedel ödüyor diyebilir miyiz o zaman?
 
Diyebiliriz. Türkiye’nin başına bu olayı kimler sardırdıysa, Arapların radikal kısmıyla anlaşarak, Türkiye’yi bir bedel ödeme durumuna getirdiler. Halbuki Türkiye kendi sorunlarını çözüp ekonomik açıdan çok parlak bir ülke olmaya doğru gidiyordu. Güçlü Türkiye deniyor ama ben gücünü bir türlü göremedim. Bu yüzden askeri ve siyasi güç olarak söylemiyorum ama ekonomik güç olarak ortaya çıkmıştı. Tüm Ortadoğu ve Arap ülkeleri Türkiye’ye hayrandı, birtakım sıcak paralar geliyordu, gidiyordu. Avrupa ekonomik açıdan çok olumlu değildi. Bu arada “Türkiye’de eksen kayması var!” diye bağırdılar. Peki eksen kayması varsa, siz niye Hindistan’a, Çin’e, Arap ülkelerine yatırım yapıyorsunuz? Oralarda eksen zaten kaymış. Avrupa’ya yatırım yapın! Türkiye’nin her hareketine bir kulp buldular. En sonunda da bu duruma gelindi. Son söz olarak Türkiye’ye Allah kuvvet versin diyorum!
 
Son sözü söylediniz ama Başbakan Erdoğan’ın ‘One minute’ ile başlayan bir yükselişi var Ortadoğu’da. O imajı koruyabilecek mi?
 
Sayın Başbakan tabii ki Arap ülkelerindeki imajını koruyor, hatta artırıyor. Ama Arap liderlerinin düşüncesi belli değil. Bir kere Başbakan’ın bu popülaritesinden korkuyorlar ve rahatsız oluyorlar. Ve de aşiretlerden oluşan bu ülkelerde kamuoyunun çok da fonksiyonu yok. Dolayısıyla bu imaj işe yarar mı? Belki turist olarak daha kalabalık gelirler o kadar!
 
Türkiye Adalet Divanı’na başvuramaz!
 
Bazı gazetelerde “Türkiye BM Adalet Divanı’na gidiyor, kesin kazanır” yönünde yazılar çıktı. Ne diyorsunuz?
 
Başvuramaz... Bir kere Türkiye ve Yunanistan BM Adalet Divanı’nın yargılama yetkisini kabul etmiş ülkeler değil. İkincisi hiçbir ülkenin Adalet Divanı’na tek taraflı başvurma hakkı yok. Ve BM dahil, uluslararası örgütler de Adalet Divanı’ndan ancak danışma görüşü isteyebilirler. Yani onlar da dava açamaz.

Editör: TE Bilişim