Salih Zeki Çakır: Bu bir çağdaş mankurtlaşmanın eseridir!

İMEAK Deniz Ticaret Odası Meclisi, 15 Temmuz kalkışma hareketi sonrası olağan üstü bir toplantı düzenledi. Toplantıya denizcilik sektörünün yoğun katılım gösterdiği gözlenirken sektör temsilcileri tek tek söz alarak milletin kendisine yapılmış olan bu menfur hareketi şiddetle kınadı. Meclis üyeleri kürsüden yaptıkları konuşmalarda devletin, milletin ve milli iradenin yanında olduklarını belirtirken önümüzdeki süreçte de her türlü desteğe hazır olduklarının dile getirdi.

Meczuplar intihar saldırısında bulundu

Olağan üstü meclis toplantısında söz alan Koster Armatörleri ve İşletmeciler Derneği (KOSDER) Yönetim Kurulu Başkanı Salih Zeki Çakır, 15 Temmuz tarihinin Türk tarihinde çok önemli bir yer tutacağını ifade ederek “15 Temmuz öncesi ve 15 Temmuz sonrası Türk tarihinde bir referans olarak kullanılacağı kesindir. Bu bir milattır. Siyasal, sosyal, ekonomik ve kamusal işleyiş bakımından büyük bir milat yaşamış bulunmaktayız. 15 Temmuz öncesinde çok ciddi bir kara propaganda ve algı yanılması içinde olduğumuz, kendi hesabıma öz eleştiri yapıyorum ama zannediyorum hemen hepiniz aynı kanaattesiniz. Ne diyorduk; “Türkiye’de bir daha darbe olmaz”. Buna kendimizi inandırdık. Bizi buna inandırdılar. Ufak bir anekdot; olay akşamı bir denizcilik bürokratımızın kızının düğünündeydik boğazda. Yine masamızda Ankara’dan bürokrat arkadaşlar vardı. Aksam saat 9:30 civarı masamızdan bir arkadaş telefonundan mesajı okudu köprüden geçişler Asya-Avrupa istikametine kapatıldı diye. Zaten köprüyü de görüyorduk bulunduğumuz yerden. Ben gayri ihtiyarı bu algıların etkisiyle bir meczup intihar girişiminde bulundu dedim. Genelde köprüler bu nedenle trafiğe kapatılıyor yorumunda bulundum. Ama gördük ki bir meczup intihar girişiminde bulunmamış, meczuplar intihar saldırısında bulunmuş.

Hemen akabinde ev yolunda yine bu algının etkisiyle hanımla eve giderken Londra’da eğitim almakta olan kızım aradı, “Baba routers haber geçiyor Türkiye’de darbe oluyormuş” dedi. Kızım dedim git dersine çalış, biz o günleri geride bıraktık dedim. Fakat eve geçtiğimizde televizyon kanallarından yapılan yayınlarda, Ankara’dan ulaştığımız dostlarımızla yaptığımız görüşmeler neticesinde olayın ciddiyetini ve vahametini anladıktan sonra oğlumu da alarak Kısıklı’ya hareket ettim oğlum da tarihe şahitlik etsin diye” ifadelerini kullandı.

Mankurtlaşma bitmedi, teknikleri değişerek daha etkili hale geldi

Tarihte insanların beyinlerini yıkamak ve onlara hükmetmek için kullanılan mankurtlaşma çalışmalarının ilkel şekilde yapıldığını, günümüzde bunun şekil değiştirerek daha etkili bir hal aldığına dikkat çeken Salih Zeki Çakır, konuşmasına şu ifadelerle devam etti.
Bunu niye anlattım; genelde algılarla içtihat yapan, algıların etkisinde çok kapılan, çok sorgulamayan bir yapımız var. Oysa algılar geçici, kalıcı olan olgulardır. Biz olgular göre yorum yapmak durumundayız. Bu bakımdan 15 Temmuzu yorumlarken gerçeklerden hareket etmek gerekir. Bunun için çok okumak, araştırmak gerekir. 15 Temmuza nasıl gelindi? Nasıl oldu ve niçin oldu? Hepinizin bu konuda görüşü olduğuna inanıyorum. Değişik hikâyeleriniz anekdotlarınız vardır.
Önce nasıl olduğuyla ilgili bir anekdot anlatmak istiyorum. Bu işler nasıl oluyor? Yani bu insanlar geçmişten günümüze, sadece Türk toplumunda değil diğer toplumlara, milletlere karşı da bu tip yapılanmalar oldu, olacaktır. Bana göre bu son da değildir. Ama nasıl olabildiğiyle alakalı bana göre asıl sorun insan beyninde yatmaktadır.
Ben buna, bu bizim yaşadığımıza haçlı mankurtlaşması diyorum. Çağdaş mankurtlaşma. Çünkü bunun tarihsel geçmişi var. Türk tarihinde var. Çoğunuz okumuş olabilirsiniz, Cengiz Aymatov’un “Mankurt” diye bir romanı var. 1980lerde filmi de yapıldı. Romanın özeti; ilk çağlarda  Çinliler esir aldıkları Türk gençlerini kendi emelleri ve hedefleri doğrultusunda kullanmak için şöyle bir mankurtlaşma tekniği kullanırlardı, esir gençlerin kafalarına ıslak, taze manda derisinden külahlar/miğferler  giydirerek güneşin altında günlerce bekletirlermiş. Güneşin altında manda derisi kurudukça kafayı sıkıştırarak beyni etkileyerek şuursuzlaştırır, benliğini yitirmesine/geçmişini unutmasına ve kendisini esir eden efendisinin her dediğini yapar hale gelirmiş.

Mankurtlaştırılan bu gençleri kendi milletine karşı savaşlarda kullanırlarmış. Bu hikâyenin başrolündeki mankurt bir gün kendi obasına düzenlenen saldırıya katılır. Yediği, içtiği, büyüdüğü, serpildiği, nimetlerinden sonuna kadar istifade ettiği obasında babasının ve annesinin içinde bulunduğu çadıra girer annesini kesmek için kolunu kaldırdığında annesi oğlunu tanır ve bütün içtenliğiyle yapma oğlum diye yalvarır. Bu mankurt annesinin sesinden etkilenerek uyanır, kimliğini hatırlar, miğferini çıkartarak kendisine emir veren ve esir eden efendisini öldürür. Hikâye böyle biter.

Bunu niye anlatıyorum? Bugün yaşadıklarımıza benziyor mu, evet yalnız bir farkla; bugün mankurtlaşma bitmedi teknikleri değişti. Ve bu değişimle çok daha etkili bir hal aldı ki bu saldırıyı düzenleyenler annelerin, babaların, kardeşlerin, dedelerin, ninelerin “Yapmayın Oğlum” çağrısına, yalvarmalarına  kulaklarını kapattılar. Özlerine dönemediler, uyanamadılar ve bu felaketi yaşadık. Bunlar niçin oluyor peki?

Türkiye’nin kültürel bir devlet olması küresel güçleri rahatsız ediyor

Yaşanan olaylarda küresel güçlerin Türkiye’nin kültürel devlet olma yolunda emin adımlarla ilerlemesinden duydukları rahatsızlığın da etkili olduğunu belirten Çakır, “Bu anlamda bundan sonraki süreçte çok uyanık olmamız gerektiğine inanıyorum. Bu bir küresel oyun. Bunun nasıl olduğuna örnek verdikten sonra niçin olduğuna ilişkin de bir anekdot anlatmak istiyorum. Yine bunların niçin olduğuna ilişkin de hepinizin bir fikri, düşüncesi, genel kültürü var muhakkak. Sadece bir örnek vereceğim, bir yıl kadar önce yakın tanıdığım üst düzey bir devlet adamı uluslararası bir toplantının yemek arasında İngiliz üst düzey bir diplomatla sohbet ederken İngiliz diplomat Türk diplomata demiş ki “Türkiye’nin gidişatından endişe ediyoruz”. Sebebi sorulduğunda ise şu cevabı vermiş; “Bizim Türkiye tahayyülümüz Türkiye’nin bir trade country, commercial  state olması yönündedir.” Yani Singapur gibi, Hong Kong gibi, ticaret yapacak, alan-satan, üretmeyen, üretimi sadece domates, biber, patlıcan olan, sadece satıp silah alan bir ülke ve denileni yapan, dişleri-tırnakları sökülmüş bir ülke demek istemiş. Oysa Türkiye bir kültürel devlet olmayı seçmiş, bu yönde gayret etmektedir. Bu sadece bir ülkenin yorumudur, bunu bu anlamda diğer küresel güçler nezdinde de değerlendirdiğimizde bu olayların niçin yaşandığına dair en az bir gerekçe görüyoruz. Bunun gibi çok fazla sayıda örnek olacağını düşünüyorum” dedi.

Nimetlerin yararlandığımız ülkemiz için bedel ödemeye de hazırız

Türk halkının birlik ve beraberliği ile bertaraf ettiği hain saldırının ardından yaraların hızla sarılabilmesi için herkese sorumluluk düştüğünü belirten KOSDER Yönetim Kurulu Başkanı Salih Zeki Çakır, konuşmasını şu cümlelerle tamamladı:

Ülkemiz, Sayın Cumhurbaşkanımızın, Sayın Başbakanımızın, diğer siyasi parti liderlerimizin ve halkımızın sağduyusuyla, dirayetiyle çok büyük bir belayı, musibeti atlatmıştır. Bundan sonraki süreç sayın başkanın da değindiği gibi yaraları sarma sürecidir. Sosyal, ekonomik, ticari olarak yaraları sarma dönemidir. Bu sürece hepimiz bilgisi, gücü, kabiliyeti, maddi manevi imkânlarımız doğrultusunda elimizden geldiğince destek vermek zorundayız.  Bu bizim vatandaşlık borcumuz. Milli borcumuz. Gençliğimize, geleceğimize olan borcumuzdur. Çünkü bu topraklar, bu ülke kolay kazanılmadı. Çok bedeller ödendi ve bedeller ödemeye de hazır olmalıyız. Gençliğimizi kandırmamalıyız. Bunlar okullarda okutulmalı. Ders olarak okutulmalı. Gençliği hayalperest olarak yetiştirmemeliyiz. Gençliğin büyük çoğunluğu bunlardan bihaberdir. İnanmak istemiyor. Algı operasyonunun etkisinde. Küresel, bölgesel ve ülke geçekleri var. Onlara göre hareket etmeliyiz. Yoksa yolumuzu bulmayız, şaşırırız ve daha büyük bedeller öderiz.

Biz denizcilik camiası olarak sorumluluk almalıyız. Çok büyük bir camiamız var.  Deniz Ticaret Odası çok büyük bir oda. Çok da büyük imkânları var. Diğer odalardan farkı da üyelerimizin yüzde 80’i yabancılarla, yurtdışıyla iş yapıyor. Bir nevi ekonomimizin, ülkemizin yurtdışına bakan yüzüyüz. Sakın şikâyet olarak algılanmasın. Tersanemizde bu hafta yapımı biten bir gemi var. Yaptığımız firmalar gelip teslim almadılar. Biz onlardan hakedişimiz alıp maaşları ödeyip, taşeronlara bütçe ödeyeceğiz. Bu en küçük bir olay. Şikâyet etmiyorum. Katlanacağız. Nimetlerinden istifade ettik bu ülkenin zorluklarına da, külfetlerine de seve seve katlanacağız. Önemli olan ödenecek bedellerin toplumsal kesimler arasında dengeli adil ve dağıtılması. Birileri en aziz varlığını, canını ve sevdiklerini kurban ederken bir kısmınındı konforundan, lüksünden taviz vermemesi ilahi ve beşeri  adalete sığmaz. Buna hazırız. Akıllı ve planlı davranacağız. Bu ülkenin tüm kesimlerine eşit sorumluluk düşmektedir.

Biz bugün burada toplanıp tavrımızı ortaya koyduk. Sesimizi duyurduk. Ama bununla sınırlı kalmasın. Bize yakışmaz. Çok daha iyisini yapmamız lazım. Bu süreçte şehit olan subaylarımız, astsubaylarımız, er ve erbaşlarımız, polislerimiz ve sivillerin çocuklarına denizcilik eğitimi almak isterlerse burs bağlayalım. Buna odanın bütçesinin yeteceğini düşünüyorum. Yetmiyorsa, kendim de dâhil sektördeki firmalar katkı vermeye hazırdır.

Devletimize destek olmalıyız. Buradan bir öneride bulunuyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin zarar görmüş yerlerini Deniz Ticaret Odası onarsın. TBMM’ye yazalım, bu zararı biz karşılayacağız diyelim. Bu bizi aşar deniyorsa, özel kuvvetler karargâhını, o da olmazsa emniyet müdürlüklerinin binalarını onarmaya talip olalım. Veya sizlerin de başka önerileri olabilir. Kesinlikle bir şeyler yapmalıyız. Muhakkak manevi desteğin yanında maddi desteğimizi de göstermemiz lazım. Yoksa burada toplanıp dağılmak işin en kolay ve zahmetsiz tarafı. Herkesin yaptığı ve yapabileceği bir şey.

Vatan, millet uğrunda canlarını, mallarını hiç yılgınlık göstermeden feda eden aziz şehitlerimizi minnetle anıyor, onları yetiştiren ana babalardan ALLAH C.C. razı olsun diyorum.
 
Editör: TE Bilişim