Bu açılım değil, Türkiye'nin yapması gereken bir işti

3 milyar dolarlık servetiyle Türkiye'nin en zenginleri listesinde zirvede. 1987'de Yapı Kredi Genel Müdürlüğü'nden ayrılıp mütevazı bir banka olarak kurduğu Finansbank'ı Nisan 2006'da Yunan NBG'ye sattığında herkes ondan bahsetti. Yüzde 46'sı için 2,8 milyar dolarlık teklifi aldığında kendisi de şaşırmıştı. İlk yorumu "İnanılacak gibi değil." şeklindeydi.

Banka genel müdürlüğünden patronluğa uzanan bıçak sırtı dengede artık zenginler kulübünün bir üyesiydi. Herkes bu parayı nasıl değerlendireceğini merak ede dursun o, 'yeni fırsatlar ülkesi' diye nitelediği Çin'de dev bir alışveriş merkezi yatırımı için çoktan kolları sıvamıştı. Yine Ukrayna, Romanya, Hollanda ve Rusya'da bankacılıkta emin adımlarla büyüyordu. "İlk işim, dedemin mağazasında çıraklıktı. 6 yaşındaydım. 2,5 liralık haftalığı dedemin verdiğini sanıyordum. Amerika'dan 28 yaşında döndüğümde öğrendim ki bu parayı annem dedeme veriyormuş, o da bana ödüyormuş. Dedem hayırseverdi ama biraz cimriydi." sözleri iş hayatına ne kadar erken atıldığını ele veriyor. Üniversite için gittiği ABD'de her boşluğu çalışma fırsatı olarak değerlendirmiş. Kendi işini de Harvard'daki ikinci yılında kurmuş. Hafta sonlarında snack barda talebelere hamburger satmış: "Çünkü hafta sonları üniversite kampusunda yemek olmazdı. Talebeler için kâbus gibiydi." Hep farklı olana, başkalarının göremediğine odaklanma alışkanlığı da buradan geliyor. "Hep çok şanslıydım." diyor. Yöneticiliğin Allah vergisi bir iş olduğunun da altını çiziyor her beyanatında. Ona göre başarının formülünü yazmak kolay değil. Ancak Zaman okurları için kendi adını taşıyan üniversitenin tahtasına yazdı gönlündeki formülü. Kürt açılımından küresel krize kadar güncel konularda önemli tespitleri var. Bugün pazar ve Hüsnü Özyeğin'in söyleyecek çok sözü var...

Türkiye'nin en zengini Hüsnü Özyeğin, başarının formülünü tahtaya yazdı.

Kürt açılımı için geç bile kaldık

Kürt sorununun çözümüne yönelik atılan adımları nasıl görüyorsunuz? Bizzat yaşadığınız ve gördüğünüz deneyimler çerçevesinde Kürt açılımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye'nin en önemli isli noktalarından biri. Türkiye'nin, bilhassa Anadolu'nun biraz da mozaik olması. Yani bugün Amerika'nın Avrupa'ya üstünlüğünün mozaik yapısından kaynaklandığına inanıyorum. Çünkü Amerika dışa açık bir ülke. En azından son elli yıldır insanları ile barış içerisinde. Bundan da çok büyük fayda görüyor. Bizim de bütün vatandaşlarımızla aynı yakınlık, aynı sıcaklık içinde olmamız lazım. Türkiye'nin gücünün buradan gelmesi gerekiyor. Dolayısıyla ben bu açılımı, açılım olarak değil, yapılması gereken iş olarak addediyorum.

Size göre geç kalındı, öyle mi?

Tabii. Geç bile kaldık. Dolayısıyla burada kat edilecek mesafe ülkeye huzur getirecek. Böylelikle tüm ülke vatandaşlarını kucaklamış olacağız ve biz aynı amaca yönelik, aynı idealleri, aynı hayalleri olan ülke haline geleceğiz.

Açılımın getireceği istikrarın ekonomik sonuçları nasıl olur?

Elbette olacak. Mesela Ağrı ilini örnek alalım. Cumhuriyet tarihinde 1923'ten 2003'e kadar yapılan okullarla 2003 ile 2008 arasında yapılan okul sayısı aynı. Hatta daha fazla. Tabii olumsuz şekilde tanıtılmasının da etkisi var. Halimizden şikâyet eden, memnun olmayan, zayıf taraflarımızı vurgulayan, çoğu zaman gereksiz gündem konuları ile fazla ilgilenen, olumlu şeyleri pek görmeyen bir bakış açısı var. Oysa çok güzel şeyler de oluyor. Bugün birçok Anadolu şehrine gittiğiniz zaman İstanbul'dan çok daha düzenli. Mesela Konya'ya, Kayseri'ye, Trabzon'a ya da G.Antep'e gidiyorsunuz. Buralarda çok önemli gelişmeler var. Her ilde oluyor. Birçok Anadolu ili raylı ulaşım sistemini büyük ölçüde çözmüş. Anadolu'da çok güzel gelişmeler var. Bunları görmek lazım.

Seçtiğiniz illerde ekonomik olarak da büyük bir dinamizm görüyor musunuz?

Bunlar büyük iller. Anadolu kaplanı olarak da tanımlanıyor. Bu illerde birçok iş adamı eğitimsiz ve halı tezgâhında işe başlamış. Sonradan halı fabrikası kurmuş. Daha sonra halı için gereken ipliğin fabrikasını kurmuş. Böyle bir entegrasyon sağlamış. Sonra ihracata başlamış. Ardından çocuklarını üniversitelerde yetiştirmiş ve işlerinin başına yerleştirmiş. Sabah erken bir saatten itibaren herkesi işinin başında görebilirsiniz.

Son reformlar, bahsettiğiniz büyümeyi hızlandırabilir mi? Yani Kürt meselesi ile ilgili sorunların çözülmesi orayı cazibe merkezi haline getirir mi?

O bölgenin Irak'la komşu olması çok önemli. Irak şu anda günde 3 milyon varil petrol üretimi yapıyor. Bu da bugünkü fiyatlarla on milyon dolar eder. Yılda da 70-80 milyar dolar eder. Irak hükümeti son 6-7 ayda birçok yabancı şirkete petrol araması ve Kuzey Irak'ta petrol bulup bölgeyi kalkındırması için şirketlere ruhsatlar verdi. Petrol üretiminin 5 ile 10 sene sonrasında günde 5 milyon varile çıkacağı tahmin ediliyor.

IRAK'A YATIRIM DÜŞÜNMÜYORUM

Siz Irak'a yatırım düşünüyor musunuz?

Hayır, düşünmüyorum. Dolayısıyla Irak, nüfusu 25–26 milyon civarında diye biliyorum ben. Bu kadar nüfus için bunlar çok büyük gelirler. Eğitim, altyapı gelişmesi... Kanalize edilebilirse Irak Türkiye'nin önemli bir komşusu. Mesela Türk müteşebbisler 1973-1974'lerden beri Irak'ta faaliyette. ENKA'nın bir köprü yapması ile başladı. Rahmetli Özal döneminde Türkiye'nin toplam ihracatı 11-12 milyar dolar iken, Irak'a 2 milyar dolar ihracat yapıyorduk. Yani yüzde 15'i Irak'a yapılıyordu ihracatın. Irak, Türkiye için bir sıçrama noktası olabilir. Irak da lojistik anlamda Türkiye'ye çok ihtiyaç duyuyor zaten. Bilhassa Kuzey Irak. İthalat artmaya başladığı zaman, Mersin, İskenderun Limanları çok harikulade idi.

Kuzey Irak petrolü dünyaya Ceyhan üzerinden ulaşacak...

Hem o hem de Nabucco'ya Irak'ın gaz hattının bağlanması söz konusu. Sadece enerji konusunda değil yani. Irak'ta petrol üretilmiyor. Irak'ta bir sanayi yok. Tavukçuluk var mesela. Gıda üretimi çok zayıf. Turizm açısından da büyük bir potansiyel aslında. Türkiye bundan sonra Irak'a daha sık gidecek.

Irak'ta ticaretin canlanması, bizim güneydeki illerimizi çok daha hareketli hale getirecek. Orada istihdam imkânları doğacak. O bölgeye yönelik ihracat faaliyetlerinde önemli rol oynayabiliriz. Zaten şu an gıda malzemesi gidiyor. Kürşad Tüzmen'in yaptığı o fuarlar çok faydalı oldu. Sadece Irak ile Türkiye arasında değil. Aynı zamanda Antep'teki fuarlar Kore'den Çin'den yatırımcılar geldi mallarını satmak için. Bu mekân ve ortam Irak'ta tesis edilemedi.

O halde Kürt meselesinde çözüme zemin, reel-politik, siyasi iklim vs müsait. Türkiye içinde kaza olmaması için ne yapabilir? Çünkü 93 yılında bir girişim olmuştu. Daha sonra terör saldırıları ile bu süreç akim kaldı. Hükümetle, Çankaya'nın da yürüttüğü bu açılıma iş dünyası nasıl katkı sağlayabilir? Burada sivil topluma, Kürtlere, Türklere ne gibi görevler düşüyor?

Artık Türkiye'de en üst düzey yetkililer de bu sefer başarılı olmak istiyorlar. Bence bunun başka türlüsü düşünülemez. Dolayısıyla toplumun her katmanının bu işin içine girmesi lazım. Bence üniversiteler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları da sürece katkı sağlamalı. Zaten sivil toplum kuruluşları o bölgede son 10 yıldır oldukça faal. Birçok uygulama var orada. Bunların artarak devam etmesi lazım.

Türkiye, etrafındaki sorunları da iyileştirme yönünde kararlı adımlar atıyor. Bu süreç devam ederse Türkiye çok daha iyi yere gelebilir diyebilir miyiz?

Bu oluşuyor zaten. Yani on sene önce bir Yunan bankasının (NBG) Türkiye'de 6 milyar dolarlık bir yatırım (Finansbank'ı satın aldı) yapacağını hayal edebilir miydiniz? Türkiye ile Yunanistan'ın ithalatı, ihracatı birkaç yüz milyon dolardı. Şimdi ise tek seferde 6 milyar dolardan bahsediyoruz. Yani Yunanistan'ın yurt dışına yaptığı en büyük yatırımın Almanya'ya ya da Fransa'ya değil Türkiye'ye yapacağını düşünebilir miydiniz? Bu aynı zamanda da Yunanistan'ın Türkiye'ye yaptığı en büyük yatırım değil. Türk ekonomi tarihinde Türkiye'ye gelen tek kalem, en büyük yabancı sermaye.

ANKARA'DAN GELEN FİNANSBANK TELEFONU

Finansbank'ın satış hikâyesi nasıl başlamıştı? Şirketler arası bu tür ilişkilerin, iki ülkenin ilişkilerinin düzelmesine katkısı oluyor mu?

Tabi ki oluyor. Bu aslında iki taraflı bir şey. Ülkelerin siyasi kadrolarının birbirine yaklaşması, ekonomik ilişkilerin düzelmesine sebep oluyor. Ekonomik ilişkilerdeki gelişmeler de siyasi ilişkilere fayda ediyor. İkisi birbirini besliyor. Ama burada bence ekonomik ilişki boyut bakımından siyasi ilişkinin önüne geçmişti. Hatta bana Ankara'dan bir yetkili şöyle bir söz sarf etti: "Biz, dedi, Yunanistan'la ilgili birkaç tane şey yaptık. Bir tanesi hava koridorlarının sayısını artırmak, diğeri doğalgaz projesi. Ama sizin yaptığınız bizimkilerden daha önemli. Boyut olarak, hacim olarak." Hepsi birbirini besliyor. Bu nasıl oldu? Aslında birebir ilişki ile başlamadı.

O zaman size devletten, 'Ya Hüsnü Bey ne yapıyorsunuz? Yunanistan'a banka verilir mi?' şeklinde bir ikaz değil de teşvik edici bir söz geldi. Öyle mi?

Evet. Türkiye, yabancı sermaye gelmesi için çok ciddi gayretlerde bulundu son birkaç yıldır. Yatırım ajansı kurdu. Bürokrasiyi hızlandırdı. Türkiye'ye her yıl uluslararası kuruluşların CEO'larını çağırıp toplantılar yapıyor. Bunlar ilk defa yapılan şeyler... Yurt dışı seyahatlerde, gerek Başbakanımız, gerekse Cumhurbaşkanımız büyük bir gayret içinde. Çin'e düzenlenen seyahate ben de katılmıştım. Ticari ilişkilere çok önem veriyorlar. Siyasi konulardan haberimiz yok ama ekonomik anlamda çok gayretliler ve ticari gelişmelerden çok mutlu oluyorlar. Bu gelişmelerin önünde oluşabilecek darboğazları öngörerek orada yetkililerle konuşuyorlar. Toplantılar yapıyorlar. Bilgiler toplayıp onları siyasilerle görüşüyorlar.

Daha önceki sorunuza döneyim. Finansbank'ı satma kararı aldığımız zaman bir Amerikalı yatırım bankasını görevlendirdik: Morgan Stanley. Bankamız hakkında bizim hazırladığımız ve halka açık bilgileri ihtiva eden kısa bir rapor hazırladı. Banka almakla ilgilenebilecek 20-25 finans kuruluşuna gönderdik. Bunlardan 12'si ilgilendiğini söyledi ve daha fazla bilgi istedi. Sonra 12 finans kuruluşundan 6'sı İstanbul'a geldi. Finansbank'ın yönetimi tarafından yarım gün süren açıklayıcı sunumlar yapıldı onlara. Sonra da üç finans kuruluşu Finansbank'a teklif verdi. En iyi teklifi de NBG (National Bank of Greece) yaptı.

Daha önceden bir tanışıklığınız yoktu?

Bankacı olarak tanışıyordum grubun CEO'su Takis Arapoglou ile. Türkiye'ye geldiği zaman, Asya bankası bankacılık konferansı vardı. Orada geldi beni ziyaret etti. Banka-banka ilişkisi. Birkaç defa görüşmüştüm. Öyle sıkı bir tanışıklığımız yoktu.

Onay aşamasında bir endişeniz oldu mu?

Hayır olmadı. BDDK, banka almak isteyen her kuruluşu nasıl değerlendiriyorsa, biz de aynı değerlendirmeden geçtik. Aslında çok da süratli oldu. Nisan'da satış kararı açıklandı. Ağustos'ta onay işlemi bitmişti. Bugün Hollanda'da bir banka almaya kalksan en kısa altı ay sürer. BDDK ve diğer kuruluşlar gayet süratli çalıştı. Herhangi bir sorun çıkmadığı için bu kadar süratli oldu her şey.

Fiba Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hüsnü Özyeğin, Berat Kandili ile aynı güne tekabül eden 5 Ağustos'taki röportaj sonrasında Ekrem Dumanlı ve Turhan Bozkurt'a kandil simidi ikram etti.

FİNANSBANK'I BU ŞEKİLDE SATABİLDİĞİME İNANAMIYORUM

Finansbank'ı 1987'de kurdunuz. Satarken geri dönüp, hayalle gerçek arasında bir şey hissettiniz mi? Hissiyatınız neydi 2,7 milyar dolara satış yaptığınız gün?

Hâlâ böyle bir şeyi gerçekleştirdiğime inanamıyorum. Bu inanılacak gibi değil. 350-400 şubeli bir bankanın veya Türkiye'nin en başarılı bankasından biri olacağımı düşünerek yola çıkmadım. Gayet mütevazi bir banka kurdum. 1987'nin Ekim ayında açıldı. Ömer Aras vardı. Beraber çalıştık. Bir sene içinde 88 Eylül'de İzmir şubesini açtık. Ondan sonra 95'e kadar bir şube açmadık. Bu kadar dikkatli, konservatif (muhafazakâr) davrandık. Envanterin gelişmesi Türkiye'de ilk taksit kartı çıkarmamızdan kaynaklanıyor.

Taksit kartı fikri nasıl ortaya çıktı?

Onu da Cem Boyner'den öğrendik. Bize geldi, 'Advantage kartı Visa ile beraber yapalım.' dedi. Onun üzerine çalıştık 3-4 ay. Gördük ki teknik açıdan olamadı. Çünkü Advantage kartın alacak hesabına kaydediliyordu. Bir şirkette olamıyordu. Lisans alabilmek için bir banka almanız gerekiyor. Tabii Cem'le o zaman diğer bankalar ilgilenmedi. Çünkü Cem'in çok kartı vardı ve bankalar Cem'in onunla rekabet edeceğini düşünüyorlardı. Bizde çok az kart vardı. Dolayısıyla Finansbank'ın da kart sayısını artıran bir potansiyel olarak gördük ve sonra Cem'le ortak kart çıkaramayınca Galaxi kart diye bir kart çıkarttık. Tabi Türkiye'de bir devrim oldu bu. Çünkü kredi kartı ile Visa'yı birleştiren ilk banka olduk biz. Ondan sonra diğer bankalar da bunu yaptı.

2001 KRİZİNDE DİĞER BANKALARDAN ERKEN UYANDIK

Pek çok bankanın battığı 2001 krizinde sizin için de zor anlar mutlaka olmuştur. Nasıl ayakta kalabildiniz?

Zor anlar tabii ki oldu. Bu krizi atlatmamızda en önemli unsurlardan biri bizim Hollanda gibi yurtdışında da faaliyet gösteriyor olmamızdı. Onlar krizden etkilenmedi. Dolayısıyla oradaki mali imkânlarımız buradaki kriz süresince destek görevi gördü. En önemli sebebi buydu. Bir de 2001 krizi aslında, Finansbank'ın gerçek doğuşunu, ikinci doğuşunu, büyümesini tetikleyen bir kriz oldu. Çünkü biz krizde diğer bankalara nazaran daha erken uyandık. Yani her banka gibi biz de 2001'de büyük zararlar ettik.. Fakat likitlerimiz çok iyiydi. Onun için elimize çantayı alıp Anadolu'yu dolaşmaya başladık. 2002'nin başından itibaren bütün bankalar sorunları ile uğraşırken biz kredi vermeye başladık. Büyük sanayi kuruluşlarına büyük krediler açtık. Hatta ve hatta o sanayi kuruluşlarının diğer bankalara olan borçları için de kredi verdik. Onların vadesi gelen Türk Lirası kısa vadeli kredilerini aldık ve hepsini ödedik. Onlara bir yıl ödemesiz 5 yıllık krediler açtık. Mesela Finansbank bu şekilde bugün G.Antep'te bir numaralı bankadır. Diğer bankalarımız 1950'lerden beri Antep'tedir. Finansbank 15 senedir burada. O zaman 4-5 senedir orada bulunuyordu. Ama bugün ticaret odasına sorarsanız en büyük kredi hacminin Finansbank'ta olduğunu göreceksiniz.

Kayseri'de, Denizli'de ilk dört arasındadır. Tüm Anadolu Kaplanı şehirlerde böyledir. 2001 Finansbank'ın yeniden doğuşudur ve kurumsal bankacılığı çok ileri taşımıştır. Müşteriler de Finansbank'ı unutmamıştır. Ondan sonra da bireysel bankacılığa adım attı. Kredi kartı ile başlayıp diğer konularda çok önemli adımlar attık. Bugün Finansbank, bilanço itibarıyla büyük bankaların üçte biri, dörtte biri oranında olmasına rağmen, mesela konut kredilerindeki pazar payı, Türkiye'nin en büyük bankaları ile eşittir. Türkiye'nin en büyük bankasının konut kredisinden aldığı pay yüzde 13'tür. Finansbank'ta da bu pay yüzde 10,5'tur. Yani çok daha yeni şubelerle birçok yerde yepyeni Finansbank. Akbank 1970'lerde başlamış ve hızlandırmıştı. Finansbank'ın 460 şubesi oldu. Böylelikle müşteriye çok yakın oldu. Tabii Finansbank'ın en büyük özelliği personelindedir. Bankanın kalbi personel, personelin kalbi banka için atar.

Kaç kişi çalışıyor?

10 bin 500 personelimiz var.

Yer: İstanbul, Yıl:1963. Özyeğin, Robert Koleji'nden diplomasını alıyor.

32 YAŞINDA GENEL MÜDÜRÜ GARİPSEDİLER

Genç yöneticileri tercih ediyorsunuz.

Benim felsefem şöyle: Ben 29 yaşında Pamukbank'a yönetim kurulu üyesi oldum. 32 yaşında Pamukbank'a genel müdür oldum. O zaman banka genel müdürleri 60 yaş üstüydü. Yani 50 yaşında genel müdür yoktu. Garip karşılandık piyasada. Onun için Finansbank'ta 1987 yılının ekim ayında genel müdür olarak başladım. 89 Temmuz'da da Ömer Aras 34 yaşındaydı. Onu genel müdür olarak tayin etmek istedim. Ömer 'benim için erken' dedi. İki sene geçti bile dedim. Zaten 34 yaşında iyi eğitimli, müdür tecrübesi olması lazım diye düşündük. Dolayısıyla bizde hep böyle, bütün genel müdürlerimiz 34-35 yaşlarında genel müdür olmuşlardır. Hollanda'da öyle. İsviçre'de de öyle. Türkiye'de Ömerlerden sonra genel müdürler de o yaşlarda. Sinan Şahin o yaşta genel müdür oldu. Ömer, iki yıldır orada. Bankanın ilk sermayesini, çanta içinde Koç Bank'a taşıyan bir arkadaşımız. O zaman ismi Koç Bank'tı. Finansbank'taki yönetici istikrarı başka bir yerde olamaz yani. Finansbank'ın şu anki Genel Müdürü Sinan Bey de 20 yaşında bankaya başladı. Başka türlü ilişkiler var yani.

Çukurova'nın patronu Mehmet Emin Karamehmet'le ilginç bir bağınız var. Robert Koleji'nde beraberdiniz. Sonra siz üniversitede ayrılıyorsunuz. Tam Eczacıbaşı'na geçeceğiniz sırada Karamehmet'le tekrar el sıkışıyorsunuz.

Yatılı okulda okuduğu zaman başka türlü arkadaşlıklar oluyor. O Tarsus'tan gelmişti, ben İzmir'den gelmiştim.

Nasıl bir öğrenciydi?

Biz on yaşından itibaren yatılı kalmaya başladık kolejde. Bambaşka arkadaşlıklar. Mehmet Emin Karamehmet'in, bankacılığa pek konuşulmayan; ama önemli bir katkısı olmuştur. Mehmet'ten dolayı Türk bankacılığına birçok lisan bilen ve Robert Koleji mezunu, yurt dışında okumuş elemanlar katılmış oldu. Pamukbank'a genel müdür olduğum zaman bankacılıkta lisan bilen kişi yoktu. O zaman çoğu insan Osmanlı Bankası geleneğiyle yetiştiği için lisan bilenler de Fransızca biliyordu. Mehmet'in de beni bankaya yönetim kurulu üyesi olarak seçmesi, sonra genel müdür olarak ataması... Garanti Bankası'nın bir önceki genel müdürü Akın Engin'i de bankacılığa sokmuş oldu. Ondan sonra Yapı Kredi'nin eski genel müdürü Burhan Karaçam'ı bankacılığa getirdi. Dolayısıyla bu, son zamanlarda özel bankaların başında olan kişilere bakarsanız hepsi Pamukbank'tan geliyor.

KARAMEHMET TÜRKİYE'NİN EN İYİ PATRONUDUR

Mehmet Emin Bey dışa çok kapalı biri. Onunla aynı koğuşu paylaşmış biri olarak, eski patronunuzu nasıl tarif edersiniz?

Mehmet, Türkiye'deki en iyi patrondur belki. Şöyle: Yöneticilerine sınırsız yetki verir. Yöneticilerini atadığı şirketin patronu gibi addeder. Böyle başka birini tanımıyorum ben Türkiye'de. Amerika'da var mı bilmiyorum yani. Yapı Kredi'de genel müdür iken (4 yıl yaptım) yönetim kurulunda bile değildim, ama inanılmaz yetki verdi.

Yapı Kredi'nin Koç'a devri, Pamukbank'a el konulması sırasında temaslarınız oldu mu? Son dönemde sizden yardım destek istedi mi, ya da sizin o konuda bir yardımınız oldu mu?

Pamukbank'ta temasımız oldu. Ama benim destek olabileceğim bir durum yoktu orada. Benim fikir desteği dışında verebilecek başka bir şeyim yoktu. Manevi desteğim oldu. Bu bankacılık öyle bir şey ki, tabi çok üzüldüm Pamukbank için. Pamukbank'a çok emek verdim ben. Genel müdür olduğum zaman Türkiye'nin 16. bankasıydı. 5. bankası olarak bıraktım. On sene hizmet ettim Pamukbank'ta. Marka haline getirdik. KOBİ bankacılığını Pamukbank başlatmıştır. Türkiye'ye inanılmaz hizmetleri olmuştur. Pamukbank, müteahhitleri en çok destekleyen bankadır. Yani bankacılık pazar payı yüzde 4 iken müteahhitlerin yüzde 60-70'ini desteklemiştir. Libya'da bir ara 1.256 Türk müteahhidi çalışıyordu. 1980, 81, 82 yıllarında iyice çoğaldılar. Dolayısıyla ihracata inanılmaz destek olmuştur Pamukbank. O gün Antep'te bizim yaşımızda insanlara sorarsanız, Anadolu'ya en fazla kredi veren bankadır Pamukbank. Sanayiye, liman şehirlerine çok destek olmuştur. Mersin'de, İskenderun'da. Ordu'da. Giresun'da. Daha çok tarım ürünleri ihracatında çok destekleri olmuştur. O zaman çok piyasa bankasıydı. Çok aktifti ve hakikaten ekonomik işleri gören bir bankaydı. Yazık oldu.

ABD KRİZİN NERESİNDE İSE DÜNYA DA AYNI YERDE

2001 krizi Türkiye'ye has bir krizdi. Şimdi Türkiye bir global krizle karşı karşıya. Şimdi krizin hangi safhasındayız?

Bir kere hepimizin yaptığı gibi bizde ABD'den takip ediyoruz. ABD krizde nerede? Çin borsası sabaha karşı açık. Düşünce ABD'deki pazartesi düşüyor vs. Yani ABD, son üç ayda yüzde 1 küçüldü. Fakat Obama'nın açıklaması var. Ekonomide dibe doğru geldik ama bunun geri dönüşü çıkışı yavaş olacak. ABD'deki kriz ipotekli kredilerden kaynaklandı. Birçok enstrüman etkiledi. Burada Merkez Bankalarının da büyük hataları var. Denetlememeleri, raporlamamaları gibi. Bir hafta sonunda banka lisansı alan bankalar var.

Serbest piyasasının kalbi Amerika'daki bu durum, güveni sarsar mı? Çin dolarla ilgili eleştiriler yapıyor. Kapitalizmin sonu tartışmasında siz neredesiniz?

Bu kriz serbest piyasaya güveni çok sarstı. Buna rağmen kapitalizmin sonu gelmez. Çünkü insanların hafızaları çok kalıcı değil. Yine insanların para kazanma hırsı bitmez. Sebep bu. Öyle bir bol para saldılar ki piyasaya, bugün niye Türk ve ABD borsası bu kadar yükseldi? Yani ekonomide büyümeler başlamadan önce yükseldi. Para bolluğundan dolayı müthiş bir ilgi oldu Mart ayından beri. Bütün dünyada aktiflerin değeri çok arttı. Sadece borsa için değil.

Şu andaki borsa yükselişlerinin sanal, suni tarafı var mı?

Suni taraf demeyelim de, belli yerlere geldiler hepsi. Türkiye riski dahi, krizden önceki seviyelere geldi. Bir buçuk yıl önceki seviyelere gitti.

Bu safha büyük krizin hangi safhası?

Asıl önemli olan bence, mali piyasalar bilhassa bankalar için önemli olsa da, ekonomilerde, üretim, sanayi, istihdam. Bir katma değer oluşturursanız, sizin ekonomik büyümeye faydanız oluyor. Oralarda da bayağı bir zaman var. Çünkü insanlar bu dünyanın en hızlı ekonomik büyümesi sırasında, 2006 ve 2007'de bunun devam edeceğine inanarak, bir takım sektörlere devasa yatırımlar yaptı. Gemi inşa sanayinde, enerji yatırımında falan. Bu siparişler çok azaldı şimdi. Geriye döndüğünüz zaman sektörlerdeki yavaşlık ister istemez birbirini etkiliyor. Onun için o piyasaların tekrar açılması lazım. Bu sektörlere giren kişiler diyorlar ki demir çelik sanayinde 4 yıl iş yavaş gider sonra yukarıya doğru çıkar. Yani oralardayız. Türkiye'de bu işlerden eskiye nazaran hem daha fazla hem daha az etkileniyor. Bazı konularda daha az etkileniyor. Mesela gemi inşa sanayisinde Çin, Japonya ve G.Kore'den sonra 4. ülkeyiz. Tabii bu sektörlerin bir şekilde desteklenmesi lazım. Bu destek de finansman ile olur. Destek olması şart.

ÖTV'nin indirilmesi isabetli oldu o halde...

Çok isabetli oldu. Piyasaya moral verdi. Millet tekrar alışverişe çıktı. Moral gelince her şey düzelebiliyor. İnsanlar kendilerini biraz daha güvencede hissetti. Artık Türkiye'nin diğer ülkelere göre önemli bir istihdam meselesi var. Çünkü her sene 750 bin yeni iş arayan kişi çıkıyor. Türkiye ekonomisinin her yıl yüzde 5-6 büyümesi lazım. İşçi sayısı artmasın diye. Sanayiye daha önem vermek lazım.

SON ÇEYREKTE BÜYÜME OLABİLİR

Bu sene büyüme olur mu peki? Son çeyrekte oluştuğunda?

Verilere baktığınız zaman tabi son dönemde büyüme olabilir. Aslında şunu da söyleyeyim. Biz değişik ülkelerde (Hollanda, Romanya, Ukrayna, Rusya vs) faaliyet gösteriyoruz. Oralarda yaprak kıpırdamıyor. Mesela Türkiye'de hâlâ bugün, her gün bin 200 ile bin 400 arasında bankalar konut finansmanı yapıyorlar. Yıllık 400 bin konut finanse ediyor bankalar. Şu anda bugünkü seviyelerde. Bu tempo aşağı yukarı üç al önce başladı. Aşağı yukarı bu civarda konut finanse ediliyor.

Ayrıntılara çok dikkat ediyorsunuz. Verileri hâlâ takip ediyorsunuz. Başarı biraz da teferruata dikkat etmenizden mi kaynaklanıyor?

Zorundayız. Benim de birtakım şeyleri bilmem lazım ki yöneticilerimle toplandığımda bir katkım olsun. Şimdi niye söyledim. Romanya'da bu iş tamamen durdu. Rusya'da durmaya yakın konut işleri. Yani bazı ekonomilerin çalışmadığı şu sıralarda Türkiye çalışıyor.

Yavaşladık mı?

Biraz yavaşladık ama gene de neye nasıl baktığınıza bağlı. Beş sene önce Türkiye'de konut kredisi diye bir şey yoktu. Türkiye'de gazete ilanlarına da bakarsanız birçok sektörün çalıştığını görüyorsunuz. Ağaoğlu, Sinpaş, Yeşil İnşaat çatır çatır daire satıyor... İşler oluyor. Perakende de geçen sene ki seviyesini aşmaya başladı. Bu sene mayıs, haziran satışları geçen seneye oranla artı vermeye başladı.

Bu önemli bir bilgi...

Takip ediyoruz. İstatistikler çıkarıyoruz. Dolayısıyla hâlâ açılan AVM'ler var. Kiralanıyorlar. Şu sıralar kiralar biraz düştü ama dolu dolu açılıyor. Mesela başka ülkelerde zor yakalanabilecek bir seviye.

İhtiyatlı bir iyimserlik Türkiye'de daha mı denk düşüyor? Bu geçilen dönemde çok umutsuzluk pompalamak haksızlık değil mi?

Vallahi ben kriz kelimesini artık kullanmıyorum. Kriz kullanmak bence yanlış. Yavaşlama demek daha doğru. Bence yavaşlama da yavaşlıyor. Fakat şöyle bir şey var. 2000-2007 dönemi gelişmekte olan ülkeler için çok önemli bir dönemdi. 2007'de gelişmekte olan ülkelere 1 trilyon 160 milyar dolar para aktı, kredi ve sermaye olarak. Bu rakamlar geçen sene 665'e düştü galiba. Bu sene 180 milyar civarında olduğu tahmin ediliyor. Çok çarpıcı bir iniş. Yani bu rakamın önümüzdeki birkaç yıl içinde 1 trilyon dolar olacağını tahmin etmiyorum ben. Yani eski haline gelmez. O bir rekordu. Olmayan bir dönemdi. Dolayısıyla Hindistan ve Çin hariç eski büyümelerine ulaşmaları zaman alacak. Tekrar sermaye hareketinin olması lazım. Çünkü Türkiye petrol üreten bir ülke değil. Daha doğrusu enerji üreten ve ihracını yapan bir ülke değil. İç tasarruflarımız yeterli değil. Onun için ya dış kaynakla büyüyeceğiz ya şirketlerimiz dışarıya gidip orada çalışacak. Çok yöneticimiz var yurt dışında başarılı olabilecek. Yani kendi içimize kapanıp, mali imkânlarımızla bunu yapmamız mümkün değil.

HÜSNÜ BEY'İN TASARRUFU YOK

Hüsnü Bey tasarrufları nasıl değerlendiriyor? Borsa, mevduat, döviz... Sepet yapıyor musunuz?

Hüsnü Bey'in pek tasarrufu yok.

Olur mu? Türkiye'nin en zengin işadamısınız.

Şirketlerin bir tasarrufu olabilir. Benim şahsen hissem yok.

Herkes merak ediyor. Finansbank'ın parasını ne yaptı diye...

İlk önce şunu söyleyeyim. BDDK Başkanı Tevfik Bilgin ile Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz'ı çok başarılı buluyorum. Bankacılık sistemi şu dönemde dünyadaki en sağlam duran, sermayesi en iyi olan sektör. On ülkede bankacılığı takip eden biri olarak söylüyorum. Bunu sadece The Economist'i okuyarak söylemiyorum. Bu ülkeleri takip eden kişi olarak söylüyorum. Devlet yardımı ödenen bir banka yok Türkiye'de. Tüm dünyada neredeyse sınırsız para verildi bankalara.

Avrupa örneği var...

Haklısınız. Avrupa Merkez Bankası bankalara bir yıl vadeyle para veriyor. Sözde ihale yapıyor. Bir yıl süreyle ve yüzde 1 oranla ile veriyor. Geçen ay 440 milyar Euro verdi. Bankalar kendilerine tanınan nekahet dönemlerini iyi geçirsinler ve bir an evvel taburcu olsunlar diye yapıyorlar. Amerika'da da böyle. Hatta bankaya sermaye dahi verdiler ve bankaların borçlarını da garanti ettiler Avrupa ve Amerika'da. Yani bir banka başka bir bankadan borçlanıyor. Sırf sistem kilit olmasın diye. Çünkü Amerika'nın en büyük bankalarına para verdiler. Türkiye'de bu olmadı. Bunları iyi görmek lazım. Hakikaten Türkiye bankacılık adına çok iyi bir dönem geçirdi. BDDK'da (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu) bu bankalarımızın denetimini çok iyi yaptı. İkincisi Merkez Bankası Başkanı, son 8 aydır çok cesur bir şekilde faiz indirdi Türkiye'de. Bunlar konuşulmalı. Şu an bono faizi yüzde 10'ların altında ve Merkez Bankası gecelik faiz oranını aşağı çekti. İlk defa Türkiye'de reel faiz dediğimiz enflasyon ile gecelik faiz arasındaki fark yüzde 3 küsurlara indi. Eskiden bu rakam 20'lerde dolaşırdı.

Bir de kriz yaşanan bir dönemde oluyor bunlar.

Kriz değil, yavaşlama (Gülümsemeler)

Yavaşlamanın ortasında oluyor bunlar

Siz yavaşlama derseniz okuyucu alışverişini hızlandırır. Her şey psikolojik bence. Moral de önemli. Sabah moralle kalkarsanız güzel işler yaparsınız.

BAŞBAKAN 'HAMDOLSUN, KRİZ TEĞET GEÇTİ' DERKEN ÇOK DOĞRU BİR İŞ YAPTI

Sayın Başbakan da kriz için 'Hamdolsun, teğet geçti' dedi. Eleştiri yağdı.

Bence çok doğru bir şey yaptı Sayın Başbakanımız. Bence bir ülkenin başbakanı 'işler kötüye gidiyor' dememeli zaten. Bir örnek vereceğim. Üç hafta önce Romanya Cumhurbaşkanı Traian Basescu bir beyanat verdi. 'Ülke çok kötüye gidiyor' dedi. Emin olun o günlerde bizim oradaki alışveriş merkezindeki satışlarımız azaldı. Bunu bana arayıp söyledi arkadaşlar. Çünkü bir şirketin başındaki kişi, 'arkadaşlar işler kötüye gidiyor, ne yapacağımızı ben de bilmiyorum' derse bir lider olarak, nasıl bir moral çöküntüsüne yol açar? Azimleri nasıl kırar? Yani o kadar önemli ki. İşler kötüye gittiği zaman lider, 'biz bu işten nasıl çıkacağız, ekonomi iyiye gitmiyor ama şu tedbirleri alırsak, 1999'da da olmuştu, 2001'de de olmuştu, o zaman yaptıklarımızı bir gözden geçirelim, o zaman nasıldı?' diyerek söze başlarsa hem moral verir hem ben size güveniyorum der. Çok iyi bir şekilde çıkacağız der. Liderlik bu şekilde olmalı.

Tarih: Haziran 2009. Ayşecan Özyeğin, Stanford University'deki mezuniyet sevincini annesi Ayşen Hanım ve ağabeyi Murat Özyeğin'le paylaşıyor.

TÜRKİYE'NİN TEK SORUNU VAR O DA EĞİTİM

Üniversiteyi kurarken 'Allah'ın bahşettiği bir lütuftur geldiğim nokta' demiştiniz. Üniversite fikri nasıl doğdu?

Ben Finansbank'ı kurduktan sonra 1989'da Finans Vakfı'nı kurdum. Sonra Özyeğin Vakfı'na çevirdim ve talebelere burs vermeye başladık. İlk sene 10, ikinci bene 25, üçüncü sene 50 öğrenciye... Bir de Amerika'da benim okuduğum, oğlumun okuduğu, kızımın bitirdiği okullarda gene talebelere burs tahsilleri yaptık. Bu bizim geleneğimiz. Her zaman eğitimin içindeydim. İlkokul, ortaokul, lise vakfının da başkanıyım. Dolayısıyla anaokulundan liseye kadar olan Kemer'deki okulun da vakfının başkanıyım. Bilkent Üniversitesi'nin içinde 12 sene bulundum. Eğitimin her zaman içindeyim. Türkiye'nin tek sorunu var o da eğitim. Çünkü eğitimi çözdüğünüz zaman büyük ölçüde her şey çözülür. Her şey! Çünkü eğitim her şeyin başı. Bugün Uzakdoğu'ya baktığınız zaman eğitime inanılmaz önem verdiklerini görürsünüz. Üniversite mezun oranı oralarda çok yüksek. Ben buna inanan bir insanım. Yani Türkiye'de insanlara baktığınız zaman bilhassa anne-babalara, çocuklarının eğitimi için servetler harcıyor. Bir de buna ABD'ye giden yaklaşık 40 bin talebenin ortalama bir buçuk milyar dolarlık harcamasını ekleyin. Bugün bir üniversitenin 100 ile 200 milyon dolara kurulacağını düşünürseniz eğer bu paralarla zaten 20 tane üniversite kurulur bu ülkede. Böylece eğitim sorunu on sene sonra Türkiye'de çözülmüş olur.

Sadece üniversite kurmak meseleyi çözer mi?

Tek başına yetmez. Ortaokul, liselerde eğitim kalitesinin artırılması, hocaların daha iyi eğitim vermesi gibi birçok faktör de var. Bizim eğitimde yaptığımız burs vermek ve okul açmaktan sonra bunlar. Baktım doğuda ve güneydoğuda kızların okullaşma oranı çok düşük. Bakanlığın kızların okullaşma oranı listesini aldım. 5 sene önce. En düşük Ağrı ve Muş'tu. Ne kadardı biliyor musunuz? İlkokula gitme çağında olan kızların kaç tanesi okula gidiyor? Yüzde 5. Bu oran Afrika'da nasıl bilmiyorum ama kişi başına milli geliri 8-9-10 bin dolara gelen bir ülkede bunun olması kötü. Bizde oradan başladık. Ağrı ve Muş'ta 200'er kişilik kız yurtları yaptırıyoruz. İlçede veya şehirde okulların yanına yapıyoruz yurtları. Köyden kasabadan gelen kızlarımızı bu okullara alıyoruz. Bu şekilde bence beş bin civarında kızımızın hayatını değiştirdik. O kızlarımız köyde, kasabada olsa büyük ihtimalle 13-16 yaşları arasında evlenecekti. 7-8 çocuğa karışacaklardı. Şimdi okuyorlar ve kendi kararlarını kendileri verecek hale gelecekler.

Yurtlar Milli Eğitim Bakanlığı'na mı bağlı?

Benim eniştem var. Emekli büyükelçi Ali Nazım Belger. Bir de ablam var Dilek Belger. Onlar vakfın yöneticileri. Onlar karış karış Anadolu'yu geziyor. Valilerle, ilçe milli eğitim müdürleri ile konuşuyorlar. Gidip yer bakıyorlar. Onları gözlüyorlar. Onlar ne kadar arzuluyor? Gözlerinin içine bakarak yapıyoruz. 34 ilde okullarımız, yurtlarımız var. Mesela Urfa'da Eyyubiye Mahallesi var. Urfa'nın hemen dışında. Fakir bir mahalle. Orada rahmetli babam adına lise açtırdım. 32 derslik. Dr. Cavit Özyeğin Lisesi. 12 yaşında çocuk ilkokula başladı. Yani şimdi eğitim böyle. Basından okunarak takip edilecek şekilde değil. İçine girdiğinizde işin bambaşka boyutları çıkıyor.

ÖMRÜN SONUNDA ÇIKARILAN MUHASEBE SADECE KÂRLILIK MUHASEBESİ OLMAMALI

Bu gerçekten bir vefa örneği. Böyle işadamlarımızın sayısı keşke çoğalsa.

İnsan ömrünün sonunda bir muhasebe çıkarıyor. Sadece kârlılık muhasebesi olmamalı bu. Ben hayatımda ne yaptım? Eşim ne yaptı? AÇEV diye vakıf kurdu. 500 bin kişiye dokundu. 81 ilde. Hâlâ çocuk eğitimi veriyor. O çocukları takip ediyoruz. Çocukların algılama, yetisinin en üst düzeyde olduğu dönem. Onun için nasıl yapıyorlar? Üniversite hocaları ile beraber bilimsel olarak yapıyorlar. Şu anda Biz de okullarımızda, yurtlarımızda 50 bin kişiye dokunduk. Üniversiteye gelmeden önce bunları anlatmak istedim size çünkü ben hadi üniversite kuralım diye başlamadım bu işe. Emek ve bir inanç var. Üniversite bunun son merhalesi ve öyle bir üniversite kurayım istedim ki öğrenciler, gerçek hayata da üniversite ile beraber başlasınlar. Sadece üniversiteye gelip ders dinlemekle olmaz. Hocalarla beraber arkadaş oldukları, her zaman hocalarına danışabildikleri bir ortam olmalı. Üniversitede 200 talebe ile 40 profesör var. Bu yıl 200 öğrneci daha alıyoruz. 400 talebeye 40 profesör düşüyor. Bunların içinde 34'ü yurt dışından geldi. Başka hiçbir yerde bu oranı göremezsiniz, Bilkent ve Ortadoğu'da olabilir belki. Biz bir şekilde tersine beyin göçü sağladık. Bunların 6'sı yabancı, 28'i Türk hoca.

Genelde hangi branşlar ağırlıklı?

Geçen sene İşletme başlattık. Bu sene de endüstri mühendisliği ve elektronik, bilgisayar mühendisliği açıyoruz. Bir de turizm. O da Swissotel ile bağlantılı. Öğrencilerimiz yazın Swissotel'de staj yapacaklar, mutfağında kalacaklar. Yurt dışındaki otellerde de staj görecekler, akla sadece Türkiye'deki Swissoteller gelmesin. Dolayısıyla Rusya'daki Swissotel çalışanları da gelip bizim otelde eğitim görecekler. Şunu demek istiyorum. Biz hocalarımızla iftihar ediyoruz. Biz makaleleri dünyada takip edilen 58. üniversite olduk. Biz bir yıllık üniversiteyiz. Birinci yılımızda Sabancı ve Koç Üniversiteleri ile aynı çizgideyiz. Bu yılda yüzde 65-75 civarında burs vereceğiz.

Üniversiteye gidiyor musunuz?

Gidiyorum.

Ders veriyor musunuz?

Ders demeyelim de konferans veriyorum. Sohbet toplantısı. Üniversitemiz aynı zamanda vakfın diğer faaliyetleri ile birleştirildi. Bu gençlerin gerçek hayata geçmesi açısından önemli. Mesela şimdiye kadar yaptığımız liselerdeki (Sultanbeyli'de, Kasımpaşa'da) gençleri üniversiteye getirip yazın atölye çalışmaları yaptırdık. İnşallah önümüzdeki yıl yurdumuz olacak. Anadolu'dan bizim okullardaki hocaları getirip onların eğitim kalitesini güçlendireceğiz. Sonra takımlar kuruyoruz. Öğrencilerimiz bizim yaptırdığımız okul ve yurtları ziyaret edip onlardan sorumlu olacaklar. Oradaki gençlere koçluk yapacaklar. Bizim gençlerimiz 18'inde sivil toplumcu olacak. Bunlar öğretilen derslerden çok daha önemli.

Bu sene şampiyon kim olur?

Bu sene çok özel bir lig olacak. Bence şampiyonluğu kimse tahmin edemez. Çünkü yeni transferleri çok iddialı takımların. Özellikle Fener ile G.Saray'ın. Takımların hepsini geçen seneye göre daha iyi görüyorum. Bir de takımlarda istikrar var. Geçen seneki oyuncular çok değişti.

Hangi takımı tutuyorsunuz?

Fenerbahçe.

Üniversitedeyken neler hissediyorsunuz?

Bu duyguları anlatmak zor. Prof. Dr. Erhan Erkut Hoca gibi değerli bir rektör bulmam büyük bir şans. Sonuçta her şeyin başı önemli. Finansman bulanlar yöneticilerdir. Kuruculuk farklı bir şey çünkü. Erhan hoca da kurucu bir rektör. Sıfırdan bir şeye başlamak kolay değil. Aynı zamanda Erhan Hoca, kadromuzu, akademisyenleri araştırdı buldu ve getirdi.

Zor oldu mu Erhan hocayı ikna etmek?

Erhan hocayı Bilkent'ten getirdik. Bilkent Üniversitesi o başarıyı gösterip kendisini Kanada'dan getirdi. 3,5 yıl önce gelmişti. Bu sebeple hocanın Ankara'dan İstanbul'a gelmesi çok zor olmadı.

ÜLKEME VEFA BORCUMU ÖDEDİM DİYEMEM

Siz ülkeye karşı vefa borcunu ödüyorsunuz.

Yüzde yüz öyle. Birde ben ülkeme vefa borcumu ödedim diye addetmiyorum. Ödemeye devam etmeyi ümit ediyorum. Daha bitmez.

Başarıya dair sizde kalan bir söz? Başarının formülünü yazabilir misiniz?

Bir formülü yok aslında. Çok kolay değil bunu yazmak. Kısa soluklu bir şey olamaz. Çok çalışacağız.

Başarı çalışmakla alakalı değil mi?

Doğru zamanda doğru yerlerde olmak. Hiçbir zaman geldiğimiz noktadan mutlu olmadık. Sürekli daha çoğu yapmaya çalıştık.

Bunları nasıl yapabiliriz? Onların ötesinde bu talep çok çalışmakla mı karşılanır?

50 bin kişiye okul ve yurt sağlamak, onları 30 kişilik sınıflarda eğitmek gibi saymakla bitmeyecek şeyler yaptık.

Söylediğiniz sadece başarıyla ilgili değil, hayat felsefenizi de özetliyor.

Evet. Para kazanmak geçici bir şey. Eğer başkalarının da mutluluğuna katkıda bulunuyorsan paranın bir değeri var. Yoksa çok parası olmasına rağmen kendi kendine kalmış biri mutlu olabilir mi? Yüzde yüz böyle düşünüyorum.

Tabi Forbes'ın en zenginler listesindeki birinin bu değerlendirmeleri çok daha kıymetli. Eğitim yatırımlarınız da öne çıkıyor değil mi?

Eğitim çok önemli tabi. Çünkü Türkiye'de büyük gelir dengesizlikleri var. Burada mühim olan eğitimde fırsat eşitliğini sağlayıp, gençlerin iyi yetişmesini, Türkiye ekonomisine, sosyal yapıya katkıda bulunmasına önayak olmak. Onları daha mücehhez hale getirmek yani onlara startı vermek.

MAHSUN SİNEMADA DA ÇOK BAŞARILI

Vakit bulabiliyor musunuz iş hayatı içerisinde sinemaya?

Sinemayı çok seviyorum.

En son hangi filmi seyrettiniz?

En son Halk Düşmanları (Public Enemies) filmini seyrettim.

Türk sinemasını da takip edebiliyor musunuz? Orada da güzel şeyler oluyor.

Mahsun Kırmızıgül'ün son filmi Güneşi Gördüm çok güzeldi. Bence Türkiye'nin birçok sinemaya aktarılmamış aslında herkesin malumu olan gerçeklerini beyazperdeye yansıttı Kırmızıgül.

Basından okumak yerine seyretmek daha anlamlı. Bir de sinemanın büyüleyici dili ile bu gerçekleri sunmuş ki gerçekten çok beğendim filmi.

Peki Kırmızıgül'ü yönetmenlikte başarılı buldunuz mu?

Süper. Gerçekten çok başarılı bir filmdi.

Özyeğin Üniversitesi koridorlarını süsleyen tablo resimler size mi ait?

Benim koleksiyonumdan.

Kaç resminiz var?

2 bin civarında.

Klasikler var mı? Picasso...

Eskiler az, yabancı az.

O halde modern resmi takip ediyorsunuz.

Evet. Gençlerin resimlerini özellikle. Ömer Uluç çok var.

Koleksiyonunuzu nerede tutuyorsunuz? Sergi halinde mi?

Bir bölümü holdingde.

Müzikle aranız nasıl Hüsnü Bey?

En çok sevdiğim müzik türü caz.

Kimleri dinliyorsunuz en çok?

Call var. Caz sanatçılarının hepsini çok severim.

Bizde kim var, Türk müziğinden?

Vallahi Türk musikîsi de benim gözdelerimdendir. Sezen Aksu, Muazzez Abacı...

Konserine gider misiniz Sezen'in?

Tabii, kaçırmamaya çalışırım. Zülfü Livaneli mesela benim için çok önemli. Cuma akşamı yine konserine gideceğim. Zülfü Bey, çok kıymetli. Zülfü Bey kadar seyirci ile kucaklaşmak isteyen sanatçı zor bulunuyor.

Editör: TE Bilişim