Dünyanın neredeyse bütün devletleri balıkların korunması gerektiğinde hemfikir ancak bir türlü balıkların nasıl korunacağı üzerine bir anlaşmaya varamıyorlar.

Birleşmiş Milletler'de karar alınması için oybirliği gerekiyor oluşu, sürekli bir avuç ülkenin denizlerin korunmaya alınışını engellemesine imkan veriyor.

Şu anda dünyadaki balık rezervlerinin %85'i ya tamamen sömürülmüş, büyük zarar görmüş ve azalmaya başlamış durumda.

Tarihsel açıdan bakıldığında balıkçılığın doğaya ne denli zarar verdiği daha net görülebiliyor.

1889 yılının kayıtları ile karşılaştırıldığında günümüzde İngiltere ve Galler'de deniz dibinden beslenen balıkların %94 oranında azaldığı görülüyor.

Yani bir şnorkel alıp İngiltere sahillerine dalmayı başarabilen herkes burada bir deniz altı çölüyle karşılaşmaya hazır olmalı.

Dünyanın en çok tükettiği balıklardan biri olan ton balığının sayısı da 1993 yılından bu yana hızla azalıyor.

Morina balığının nüfusu ise 1960'lardan bu yana azalmakta.

Balıkçılar balıkların sayısının azalması yüzünden sürekli evlerinden daha uzakta avlanmaya yöneliyor.

Ayrıca yeni geliştirilen balık avlama yöntemleri de çevreye oldukça zarar veriyor.

Tarak ağı atarak balık avlayanlar okyanus tabanındaki bütün hayatı öldürüyor.

Kosta Rika'daki balıkçılığı ele alalım. Burada balıkçılar avlanması yasal balıkları avlarken son on yılda yanlışlıkla 402 köpek balığını, 625 vatoz ve 1348 kaplumbağa öldürdü.

Tabii ki bu kaplumbağaların deniz analarını yiyerek beslendiklerini de söylemek gerekiyor.

Onlar ölünce sahilleri de denizanaları bastı.

Bazı bölgelerde her on büyük köpekbalığından dokuzu öldürülmüş.

Büyük köpek balıkları vatozları yer. Vatozları yiyecek köpekbalığı olmayınca da vatozların sayısı arttı ve bu vatozlar da herkesin sofrasında görmekten pek hoşlandığı deniz kabuklularını büyük bir hızla tüketmeye başladı.

Bugün balıkçılar giderek daha da güneye ilerleyip yeni balık rezervleri bulmaya çalışıyor.

Ancak balıklara ve deniz yaşamına verdiğimiz zarar avcılıkla sınırlı değil.

Dünyanın büyük ırmaklarından büyük bir çoğunluğu denizlere öyle çok atık taşıyor ki bu ırmakların denizle birleştiği noktalarde neredeyse biyolojik yaşam bitiyor.

Balıklara ev olan kayalıklar, yosunlu bölgeler ve daha niceleri kirlilik nedeniyle yaşanamaz hala geldi.

Balıklar yedikleri atıklar nedeniyle vücutlarında zehir biriktiriyor.

İnsanların neden olduğu iklim değişimi nedeniyle okyanuslar ısınıyor ve bu da denizlerdeki balık dağılımını etkiliyor.

Ayrıca dünyanın ısınmasına neden olan karbondioksit gazı aynı zamanda okyanus suyunda da çözünüyor. Bu da suyu balıkların yaşaması için daha az elverişli hale getiriyor.

Bu değişim kimyasal olarak çok küçük görünüyor olabilir.

Ancak tarihsel olarak bakılınca yarattığı etki çok büyük.

Bu değişimlere deniz yaşamının nasıl tepki vereceği çok da bilinmiyor ancak bazı bilimadamları bildiğimiz anlamda mercan resiflerinin ortadan yok olacağını tahmin ediyor.

Bu bir çok balığın ana yemeği olan deniz salyangozlarının sayısının hızla azalacağı anlamına geliyor.

Ancak iyimser olmamıza neden olabilecek gelişmeler olmuyor da değil.

1992 Rio Dünya Zirvesi sırasında dünya devletleri balık rezervlerini korumaya davet edildi.

O günden bu yana az da olsa gelişme kaydedildi.

ABD 2011 yılında sularında bulunan 6 balık cinsinin kurtarıldığını açıkladı.

Bunun gerçekleşmesini balıkçılığa getirilen düzenlemeler sağladı.

Koruma Alanları

Korunmuş Deniz Alanları son yılların önemli gelişmelerinden bir başkası.

Eski ABD Başkanı George W. Bush Pasifik Okyanusu'nda İspanya büyüklüğünde bir alanda balıkçılık yapılmasını tamamen yasakladı.

İngiltere'de Hint Okyanusu'nda dünyanın en büyük Korunmuş Deniz Alanı'nı yarattı.

Bu alan tam 545 bin kilometre kare genişliğinde.

Geçen hafta da Avusturalya da bundan bile büyük bir koruma alanı yaratacağını açıkladı.

İngiltere'nin kontrolündeki Atlantik suları da yakında korumaya alınacak.

Fiji sularının %30'unun koruma bölgesi olmasını istiyor.

Diğer Avrupa ülkeleri de İngiltere örneğini izleyerek yavaş yavaş kendi koruma bölgelerini oluşturmaya hazırlanıyor.

Son olarak dünya devletleri 2020 yılına kadar okyanusların %10'unu koruma bölgesine çevirme konusunda fikir birliğine vardı.

Şu anda bu oran sadece yüzde1.

Aslında bu o kadar da kolay çözümlenecek bir konu değil.

Örnek olarak göç eden balıkların korunması için hareketli koruma alanları belirlenmesi gerekiyor.

Bu belirlenen koruma bölgelerinin kontrolü için de devletlerin zaman ve para harcaması gerekecek.

Denizlerin hali içler acısıyken balık çiftlikleri sayesinde rahatlıkla balık yemeye devam edebileceğiz.

Bugün İngiltere'de yenen balıkların %25'i çiftliklerden geliyor.

Çin'de bu oran %80.

Ancak balık üretme endüstrisinin de kendine has bir çok sorunu var.

Mesele Somon gibi etcil balıklar kendi ağırlıklarından fazla balık yiyor.

Yem olacak bu balıkların da doğadan yakalanması gerekiyor.

Eğer bir somona et değil de bitki bazlı yemekler verirseniz de gerekli omaga 3 ve yağlar etlerinde bulunmuyor.

Yeterince sağlıklı olmadıkları gibi lezzetli de olmuyorlar.

Şimdi biyologlar vejeteryan somonların etinde omega 3 bulunmasını sağlamak için özel omega 3 hapları üretmeye çalışıyor.

İkinci Rio Dünya zirvesinden balıkların korunması ile ilgili yeni bir karar çıkacağı neredeyse kesin.

Ancak Birleşmiş Millet kararları ancak bir yere kadar etkili olabiliyor.

Balıkların korunması için kararlar ve sözlerden çok daha fazlası gerekiyor.

Editör: TE Bilişim