Meclis’te Dokunulmazlık Dosyaları Var, ne duruyor onlar? Hani temizlik! 

Abdüllatif Şener: ’Çetelerle mücadele, temizlik operasyonu’ deniliyor. Ama Meclis’te dokunulmazlık dosyaları duruyor. 2002’den bu zamana kadar tek bir dokunulmazlık kaldırılmamıştır. Böyle bir dönemi Türkiye hiç yaşamamıştır...

Abdüllatif Şener’le sohbetimiz, son gelişmelere dönük değerlendirmelerin ardından daha genel konulara geçerken, Nisan ayında kurulacak yeni partinin çalışmalarından, yaklaşan belediye seçimlerine kadar geniş bir yelpazeye yayıldı.

Şener, tarafı olmadığı bir seçimle ilgili konuşmak istemedi ama bazı öngörülerini belirtmeden de geçemedi. Şener, üniversitede girdiği asistanlık sınavının 3 kişilik jürisinden biri olan hocası Prof. Yalçın Küçük’ün gözaltına alınışıyla ilgili de çarpıcı yorumlar yaptı. “Herkesin dinlendiğini düşündüğü ve hata dinlendiği bir ülke düşünün” diye söze başlayan Şener, “Bir ülkede insanlar özgür olduklarını, hakları olduğuna rahatlıkla inanamazlarsa, baskı altında olduklarını düşünürlerse, o ülkenin verimliliği, üretkenliği yoktur.

Oysa ki en önemli sorunların içerisindeyiz... Bu ülkede insanlar birbirleriyle rahat konuşamıyor, fikirlerini rahatlıkla paylaşamıyor. Bu ülkede herhangi bir soruna çözüm üretilebilir mi? Baskı altına alınmış vaziyette Türkiye’de” diye konuşuyor.

Prof. Yalçın Küçük hocanızdı. Küçük’le konuşur muydunuz? Şimdi sizin de kayıtlarınız dosyada var mıdır?

(Gülüyor) Ben politikacıyım, herkesle konuşurum. Ama onun kim olduğunu bilmezsiniz. Şimdi bir gazeteci arkadaş benimle program yapmak istedi. Olmadı, birkaç gün sonra baktık ki içeri alınmış, sonra bırakılmış. Aradım “Geçmiş olsun” dedim. Yalçın Hoca ile bakanlık döneminde de görüşürdük. Ama tesadüf, bakanlıktan sonra hiç denk gelmedi ve görüşmedik. Hocam olduğu için bilirim, şu özelliği vardır, gece gündüz düşünür, kurgular, devamlı konuşur, yazar, her konuda yazar, her şeyi söyler, o bir bilim adamıdır. Bunu beyin egzersizi olarak görür. Bilimsel çalışmanın bir mücadele olduğunu savunur tez olarak. “Yalçın Hoca burada şunu konuştu o zaman şu şu hareketin içindeydi” diye söyleseler, Yalçın Hoca’yı tanıyan biri olarak ben buna inanmam. Böyle bir şeyin içinde olabileceği gibi bir kanaat bende asla yoktur.

“Çetelerle mücadele, temizlik operasyonu” deniliyor. Meclis’te dokunulmazlık dosyaları var, ne duruyor onlar? Hani temizlik? Bakın her dönemde mutlaka Meclis’te bazı davalarla ilgili dokunulmazlık dosyaları gündeme gelmiş, işleme girmiş, oylanmıştır. Bazı davalar nedeniyle kaldırılmıştır. Ama ilk defa 2002’den bu zamana kadar tek bir dokunulmazlık kaldırılmamıştır. Böyle bir dönemi Türkiye hiç yaşamamıştır. Ben milletvekilliğimi kendi elimle, yani dokunulmazlığımı bırakıp çıktım. Yani ben milletvekilliğini bırakırken, dokunulmazlığımı bıraktım.

Parti Nisan sonu kurulacak

Şu anda hükümette bulunmayışınızla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Milletvekilliğini, hükümeti bırakmanın hayatımda yaptığım en doğru şey olduğunu söyleyebilirim. İnsanlar endişe ediyorlar. Biz bazı programlar düzenliyoruz, geliyoruz. Ardından “Bize baskı başladı” diyorlar. Veya iktidarın elinde bulunan devlet gücünü kullanarak, basının üzerine baskı oluşturması, sivil toplumun üzerinde baskı oluşturması, tek tek gazetecilere akreditasyon vb... Böyle şey olmaz.

Bir yandan parti çalışmalarını sürdürüyorsunuz. Partinin ismi belli mi?

Şu ana kadar değişik çalışmalar yapıldı. Kafamda şekillenen isimler var. Ama basın mensupları da dahil her türlü isim ve amblem önerisine açık olduğumuzu belirtmek isterim. Türkiye’nin birliğine beraberliğine, vurgu yapan bir isimlendirme ve amblem arayışı içindeyim.

Partinin kurucu ekibi kim olacak?

Bu süreç içinde çok değişik kesimlerden insanlarla görüştüm. Kamuoyunun siyasette varolmasını isteyebileceği isimlerle görüşmelerimiz oldu. Bunun dışında değerleri kitlelerce bilinen veya belli kimlikleri olan kişilerle görüşmelerim oldu.

Kurucular Heyetini bu temaslara bağlı olarak şekillendirmeye çalışıyorum. Pek çoğu açısından son sözü söylediğimiz noktada değiliz. Nisan olarak düşündük.

Mart’ta yerel seçimler var, herkes seçimlerle meşgul. Seçimlerin ardından 10 gün içinde herkes seçim sonuçlarını kabullenmiş olur. Seçim havası gündemden düşmüş olur. Bir takım yerlere oy verenler de, vermeyenler de “bu durumdan bizi kurtaracak yok mu kardeşim” derler (gülüyor). Güçlü bir arayış ortaya çıkar diye düşünüyorum.

Seçimlerin ardından küskünlerin yöneleceği bir hareket mi olacak burası?

Bana kalırsa seçim sonuçları daha çok seçmeni küstürecek. Tüm Türkiye siyasete küskün hale dönüşecek gibi geliyor bana.

Bu seçimden AKP’nin başarılı çıkıp çıkmadığının kıstası ne olacak?

Bence AKP’nin seçim başarısının kıstası, 2004 yılı belediye seçimlerinde aldığı oyun altına düşmemektir. Yanılmıyorsam yüzde 42’ydi. Bunun altına düşmek, AKP için işlerin yolunda gitmediğini gösterir.

Gökçek dışarda problem olurdu

AKP, yerel seçimler için ANAP’lı eski siyasetçileri topluyor. Bülent Akarcalı ismi sürpriz oldu. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çankaya, İstanbul, Kadıköy, Büyükçekmece, Bakırköy, Adana... Bence kazanamayacak yerlere konuldular.

Başbakan, Melih Gökçek’i istemedi mi sizce?

Ankara adayıyla ilgili tartışmaların başlamadığı bir safhada bile Gökçek’in aday olacağını hep söyledim.

Neden bu kadar emindiniz?

Ben siyasetin gelişme biçimine Sayın Başbakan’ın eğilimlerine bakınca, Melih Gökçek’in çıkacağına emindim. Dışarda kalsa daha fazla problem olabilir.

ANKARA’DA SEÇİMİ KİM KAZANIR?

Henüz belli değil. Adayların hepsi sessiz. Daha önce sağ oyları, sol kazanmasın diye toplayan Gökçek, bu geleneksel siyaset tarzıyla başarılı olacak mı? Örneğin MHP’nin adayı Mansur Bey, seçmen “bölünmeyelim bu defa Mansur’da toplanalım” der mi? Son derece önemli. Bu seçimde farklı bir tablo var. Bu kez sol parçalanmışlığını aşmış görünüyor. Anketlerde, MHP adayının güçlü bir oy potansiyeline sahip olduğunu görüyoruz. Evet ben de oy kullanacağım. Ben kampanyaya bakmayacağım.

‘Mutlaka orada olmalısın’

Sohbet sırasında konu Şener’in Başbakan Yardımcılığı döneminde yaşanan Danıştay saldırısına geldi. Konuyla ilgili “sohbete dönük” bazı değerlendirmelerinin ardından Şener, o gün yaşanan bazı olayları da paylaştı:

“Danıştay saldırısının olduğu gün ben bakandım. Büyük bir infial, Hükümete karşı bir tepki oldu.

Cenaze için Kocatepe’ye giden birkaç bakandan biri bendim. Hatta bazı bakanlar normal olmayan yollardan hızla ayrılmışlardı oradan. Tek düzgün bir şekilde giden, cenazenin başında duran ve düzgün şekilde oradan ayrılan da bendim.

Risklerle de karşı karşıya geldim. Biri kolumdan tuttu bağırıyor bana, etraftakiler tahrik olur, bir saldırıma olur diye kolumu da kurtaramadım. Hiç aldırış etmedim. Hükümete protesto vardı. Tüm bakanların gitmesi lazımdı oraya. Ama birkaç kişiden başka bakan gitmedi.

Kocatepe’ye gitmekle, tartaklanmaktan da kötü risklere maruz kalacağımı gördüm. Ama kendi kendime dedim ki: Mutlaka orada olmalısın. En zor koşullarda bile bu ülkenin tüm kurumlarının ayakta olduğunu göstermek lazım.

Hükümet de, Bakanlar Kurulu da bu ülkenin kurumlarından biridir. Ama o gün Bakanlar Kurulu piyasadan tamamiyle silinseydi, yok olsaydı veya bir bakanın saklandığı, birinin başına kask geçirdiği, birinin kaçarak merdivenlerden koştuğu görüntülerinden ibaret olsaydı, bir kurum kendisini ademe mahkum etmiş olurdu. Ben kendime dedim ki: ’Orada ölebilirsin, başına ağır birşey gelebilir, ama Cumhuriyet kurumlarının en önemlilerinden birinin var olduğunu kamuoyuna göstermek gerek.

31 Mart olayı...

Bu duygumu da ilk kez paylaşıyorum: ”Buraya gitmek gerekir“ derken aklıma 31 Mart vakası geldi. 31 Mart olaylarında, ayaklanma hükümet karşıtıydı. Ve İttihat ve Terakki iktidarı tamamiyle kayboldu. Meclisi, kabineyi terketti.

Herkes bir yere saklanmıştı. Günlerce sokaklarda, hiçbir yerde İttihat ve Terakki yoktu. Yok olmuştu. Yani bir devlet varsa, o devletin kurumları varsa en zor koşullarda kurumların ayakta olduğunu göstermek lazım. Bir de o cenaze herkesin cenazesi olduğu kadar bizim de cenazemizdi. Haksız bir saldırıya uğramış hayatını kaybetmiş bir yargı kurumunun üyesi. Bence bütün kabine üyelerinin orada olması lazımdı.”

Editör: TE Bilişim