ODTÜ Öğretim Üyesi ve Ulusal Deprem Konseyi Üyesi Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu, Kuzey Marmara fayında olması ve İstanbul’u şiddetle etkilemesi beklenen büyük depremin bir benzerinin 1766’da meydana geldiğini, bu depremlerin üzerinden 240 yıl geçmiş olmasının artık sürenin dolduğuna işaret ettiğini söyledi.

Ulusal Deprem Konseyi Üyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Deprem Master Planı ile Zeytinburnu, Fatih ve Küçükçekmece İlçeleri Deprem Risk Azaltma Pilot Projeleri Akademik Danışmanı Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu, 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin üzerinden 7 yıldan fazla zaman geçmesine karşın, yapılanları yetersiz bulduğunu söyledi.

İSTANBUL İÇİN SÜRE DOLDU

Sucuoğlu, büyük deprem tehditinin İstanbul’un kapısına dayandığını vurgulayarak, İstanbul’u şiddetle etkilemesi beklenen büyük depremin bir benzerinin 1766’da meydana geldiğini belirtti. Sucuoğlu, 1766’da 3 ay arayla meydana gelen ve tahmini büyüklüğü 7’nin üzerinde olan iki depremin orta ve batı Marmara sahillerinde önemli hasarlara neden olduğunu anlattı. Bu depremlerin üzerinden 240 yıl geçmiş olması Sucuğlu’ya göre, İstanbul için sürenin dolduğunu gösteriyor.

7 YILDA NİTELİKSİZ YAPILAŞMA ARTTI

Eğer aynı deprem bugün meydana gelirse İstanbul’un önemli bir kısmının kaybedileceğini ifade eden Haluk Sucuoğlu, 10 bin civarında binanın tamamen çökeceğini, 50-60 bin binanın ağır hasar göreceğini, bu binalarda oturan 40-50 bin kişinin hayatını kaybedeceğini ve kentin altyapısının önemli oranda çökeceğini, ekonomik kayıpların 20 milyar doları bulacağını söyledi. Geçen 7 yılda bu kayıp rakamlarını aşağıya indirecek hazırlıkların yapılmış olması gerektiğine dikkat çeken Sucuoğlu, “Bugün gerekli çalışmaların yapıldığını savunursak bize pek fazla inanan çıkmaz. Bazı projeler yapıldı, ama uygulama oranı neredeyse sıfıra yakın. Bazı parklara yerleştirilen ve sonra yağmalanan ilk yardım konteynerleri dışında görünen bir uygulama yok. Hatta 7 yıldır devam eden niteliksiz yapılaşma bu riskleri daha da arttırdı” diye konuştu.

İSTANBULLU KİMSEYE GÜVENMİYOR

Prof. Dr. Sucuoğlu, Japon Uluslararası Yardım Teşkilatı (JICA) tarafından yürütülen kayıp tahmini çalışması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından dört büyük üniversiteye yaptırılan İstanbul Deprem Master Planı, Deprem Master Planının bölgesel uzantıları olan Zeytinburnu, Fatih ve Küçükçekmece pilot projeleri, Dünya Bankası tarafından finanse edilen Bakırköy güçlendirme fizibilite projesi, bazı okul ve hastane binalarının güçlendirme projelerinin hazırlanması ile Japon hükümeti tarafından finanse edilen bazı köprü ve viyadüklerin güçlendirme projelerinin geçen 7 yılda yapılan projeler arasında saydı.

Sucuoğlu, Zeytinburnu pilot projesinde depremde çökme ihtimali çok yüksek 2 bin 300 bina saptandığını, Fatih’te deprem riski çok yüksek olan bina sayısı 5 bin civarında olduğunu kaydetti. Sucuoğlu, “Bu tehlikeli binaların adresleri bilindiği halde uygulama amacıyla hazırlanan bir eylem planı yok. Konut binaları bir yana, neredeyse hiçbir tehlikeli okul ve hastane binasının güçlendirmesi de yapılmadı. Bugüne kadar hiçbir somut uygulamanın yapılamamış olması kamuoyunun inancını sarsmış durumdadır. İstanbul kamuoyu, merkezi hükümete ve İstanbul yerel yönetimine deprem konusunda artık haklı olarak güvenememektedir” dedi.

ALAN DA SATAN DA KAZANÇLI

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) bu konunun önemini ne kadar doğru algıladığının belli olmadığını söyleyen Sucuoğlu, şunları kaydetti:  “Her ne kadar İBB Başkanı deprem tehlikesini İstanbul’un en önemli iki sorunundan biri olarak görse de (diğeri trafik), bugüne kadar kamuoyuna bir eylem planı sunamamıştır. Halbuki trafik konusunda yüz küsur köprülü kavşak ve tünel yaparak sorunu çözme planını deklare edebilmektedir. Deprem tehlikesi karşısında İBB’nin bugüne kadar ortaya somut bir uygulama sunamamasının başlıca nedeni eşgüdümden uzak, çok başlı, karmaşık bir idari yapılanma ile konuyu çözmeye çalışmasıdır. Ciddi bir liderlik, eşgüdüm eksikliği vardır. Bu yapı içinde yer alan personelin çoğunluğunun konuyla yakından veya uzaktan alakalı bir uzmanlığı yoktur. Belediye halen İstanbul’da daha fazla zemin sondajı yaparak zemin özelliklerini belirleme çabasındadır. Halbuki dünyada herhalde İstanbul kadar yoğun ve gereksiz sondaj yapılmış başka bir yerleşim yoktur. Görünüşte çok para harcanmakta, ama sonuçta bilinenlere pek az yeni bilgi eklenmektedir.”

Belediye’nin “deprem amaçlı kentsel dönüşüm” denilen “tılsımlı bir sözü” tek çözüm olarak gördüğünü belirten Prof. Dr. Sucuoğlu, kentsel dönüşümün geçmişte sadece gecekondu önleme bölgelerinde başarılı olmuş bir uygulama olarak değerlendirdiği ve burada alanın da satanın da kazançlı olduğunu kaydetti. Sucuoğlu, Belediye tarafından ciddi olarak geliştirilen bir başka çözüm önerisinin de, merkezde yoğunluk azaltmayı hedefleyen “desentralizasyon” projesi olduğunu dile getirerek, İstanbul’a iş için gitmiş ve yerleşmiş yüz binlerce kişinin Büyükçekmece gibi İstanbul’a uzak ama deprem tehlikesinden hiç de uzak olmayan bölgelere yerleştirilmesi ve terk ettikleri alanların boşaltılarak başka amaçlar için kullanılmasının ne kadar gerçekçi bir çözüm olacağını sordu.

Tehlikeli apartmanların güçlendirilmesinin önünde açılmadığını dile getiren Haluk Sucuoğlu, “Mevcut yasal mevzuat tamamen engelleyici durumdadır. Kat Mülkiyeti Kanunu ve onaylı bölge imar planları adeta mevcut yapı stokunu riskli haliyle muhafaza etmek için hazırlanmıştır. ‘Ben binamda ölmek istemiyorum, binamı güçlendirmek istiyorum’ diyen ev sahiplerine devlet adeta ‘sen bu binada yaşamaya mecbursun’ demektedir. Yeni deprem ve güçlendirme yönetmeliğinde son derece ucuza mal olacak güçlendirme teknikleri tarif edilmiştir. Bu tekniklerle güçlendirilen bir binanın güçlendirme bedeli, çoğu durumda yeniden yapım bedelinin yüzde 20’sini aşmamaktadır” dedi.

Güçlendirme uygulamalarında yeni bina yapımına göre bazı imar esnekliklerinin sağlanmasının gerekliliğini anlatan Sucuoğlu, bu konuda hiçbir mevzuat hazırlığı olmadığını da kaydetti.

İSTANBUL KADERİNE RAZI OLMAYA MAHKUM EDİLDİ

Tüm bu olumsuzluklarla İstanbullular’ın kaderlerine razı olmaya mahkum edildiğini ifade eden Prof. Dr. Sucuoğlu, “İnsanlar bir şeyler yapılamayacağına inanmaktadır. Bu inanç psikolojik bakımdan onları kendilerine ve ailelerine olan sorumluluk duygusundan kurtarmakta, rahatlatmaktadır” diye konuştu.

İstanbul’un daha fazla vakit kaybetmeye tahammülü olmadığını yineleyen Sucuoğlu, önerilerini de şöyle sıraladı:

“İlk yapılması gereken, İstanbul’da deprem riskinin azaltılması çalışmalarında liderliği kimin yapacağına karar vermektir. İstanbul Belediye Başkanı veya İstanbul Valisi aralarında anlaşmalı, bu liderliği bir makam açıkça ve cesaretle üstlenmelidir. Bir ‘İstanbul Deprem Planlama Kurulu’ oluşturarak çalışmasını sağlamalıdır. Bu çekirdek kurulda Başkan dışında bir belediye yetkilisi, bir hükümet temsilcisi ve birkaç gerçek uzmanın yer alması yeterlidir. Kurul İstanbul’da mevcut deprem riskini azaltmak için kısa (3-5 yıl), orta (10 yıl) ve uzun (25-30 yıl) vadeli önceliklerini belirlemelidir. Kısa vadede yüksek riskli önemli yapılar (okul, hastane, köprü, müzeler, önemli turizm yapıları) güçlendirilmelidir. Orta vadede yüksek riskli diğer binalar (apartmanlar) güçlendirilmeli veya yıkılıp yeniden yapılmalıdır. Bunun için uygulamayı mümkün kılacak mevzuat değişikliklerinin ve yoğunluk arttırmayı da mümkün kılan imar değişikliklerinin yapılması gereklidir. Ayrıca özellikle tarihi yarımada gibi önemli turizm alanlarında kentsel yenileme çalışmaları yürütülmeli, bu alanlar riskli yapılardan temizlenmelidir.”

İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Cemal Gökçe de, 1999 depremi sonrasında İstanbul için teorik çalışma yapılması dışında uygulamaya yönelik her hangi bir şeyin yapılmadığını söyledi. Deprem olduğunda İstanbul ve bölgesi hangi şartlardaysa bugün de aynı şartlarda olduğunu vurgulayan Gökçe, yapı denetim yasası, yapı kanunu, kat mülkiyeti yasası gibi düzenlemelerin yenilenmesi ve mevcut şartlara uygun bir yasa olarak çıkarılması gerektiğini söyledi.

Gökçe, yasal ölçekte de bir düzenleme yapılmadığını ifade ederek, “Yapılması gereken gerçekten depremin zamanının belirlenmesine yönelik insanlara ve kamuoyunu yanıltmak yerine mevcut deprem güvenliği olmayan yapıların bir kısmının yıkılıp yeniden yapılması, bir kısmının güçlendirilmesi, yeni yapıların da depreme dayanıklı olarak inşa edilmesini sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılmasıdır” diye konuştu.
Gökçe, İstanbul’da yapıların yüzde 70’inin kaçak olduğunun ve iskan olmadığı düşünüldüğünde bu yapıların önemli bir kısmının hasar göreceğinin açık olduğunu söyledi.

DenizHaber.Com

Editör: TE Bilişim