Daha önce de defalarca belirttiğimiz gibi Türkiye-AB ilişkileri aslında rayında ve yürümesi gerekitiği gibi yürüyor, ortada şimdilik kuşku duyulabilecek bir konu pek yok, paniğe ise hiç gerek yok.

Söz konusu ilişkilerin tüm çalkantılara, dedikodulara rağmen belirgin bir çizgide gitmesinin altında yatan temel nedenin bu sürecin özünün ve sonucunun bir kazan-kazan süreci olması.

Kimse gelinen noktanın Avrupa’nın 1963 Ankara Antlaşması’na ilişkin sadakati olarak algılamasın, büyük hata olur, ilişkiler 1999’dan sonra tekrar rayına girmiş, KOB süreçleri düzgün işlemiş, 2004’de müzakerelerin açılması kararı alınmış, 2005’de müzakereler, 2006 Haziran’da da fiili müzakereler başlamış ise bu genel manzara ya da panaroma karşılıklı bir çıkar ilişkisi anlamına geliyor.

Ancak, AB sürecinin özü hukuka dayanıyor ve hukuk alanında bir aday ülke çok önemli bir yanlış yapar ise bu hukuk ihlalinin belirli bir süre için çıkar ilişkisinin önüne geçmemesi anlamına da gelmiyor, gelmez.

Gümrük birliği süreci Türkiye’nin 1970’den beri içinde olduğu bir süreç ve 1 Ocak 1996’dan günümüze de imalat sanayi malları Türkiye ve AB ülkeleri arasında vergi ve miktar kısıtlamaları olmaksızın dolaşabiliyor; tarım malları ve hizmetler şimdilik gümrük birliği kapsamı dışında ama malların, hizmetlerin serbest dolaşımı ve tarım dosyaları müzakereleri esnasında bu konuların da serbest dolaşım meselesi çözülecek.

Bu yazıda bu alana girmek istemiyorum ama gümrük birliği sürecinin Türk ekonomisine ne büyük yararlar sağladığı çok net bilimsel bir gerçek; bunun aksini söyleyenler sadece mugalata yapıyorlar.

1 Ocak 1996’da fiili olarak başlayan süreç dönemin tam üye ülkeleri ve bu ülkelerin belirlediği gümrük birliği bölgesi ile belirlenmiş idi.

Mayıs 2004 tarihinde ise yani AB'nin son genişlemesi ile birlikte hem AB hem de gümrük birliği alanı genişliyor ama işin ilginç tarafı bu yeni genişleyen gümrük birliği alanında Türkiye’nin diplomatik olarak sıkıntılı olduğu bir ülke, Kıbrıs da mevcut, bu noktaya geri döneceğim.

Gümrük birliği alanlarının belirli özellikleri var ve bu özellikler olmaz ise sistemi tanımlamak, işletmek mümkün değil.

Bizim de parçası olduğumuz gümrük birliği alanının temel özelliği (bizim için ve bizim açımızdan) sınai malların alan içinde vergi ve miktar kısıtlaması olmaksızın serbestçe dolaşabilmesi.

Kaldırılan vergi ve miktar kısıtlamalarına paralel olarak getirilen ek bir sınırlama da eş etkili tedbirlerin de alınmasının engellenmesi.

Malların serbest dolaşımına getirilebilecek yegane engel Konsolide Antlaşmaların 30. maddesinde (eski 36. madde) ifadesini bulan kamu sağlığı ve kamu düzeni gibi konulardan doğan engeller.

Güney Kıbrıs menşeili bir mal da bu çerçeve içinde AB gümrük birliği alanının her hangi bir noktasına ve doğal olarak da Türkiye’nin herhangi bir deniz ve hava limanına vergi, miktar kısıtlaması olmaksızın ya da eş etkili bir önleme konu olmadan gelebilmelidir.

Bu sistemin bir noktasında işleyişinin engellenmesi gümrük birliği kavramının özüne aykırdır.

Zaten, Güney Kıbrıs menşeili bir malın Yunanistan ya da İtalya üzerinden ülkemize giriş yapmasına engel yoktur ve söz konusu malın ülkemize ancak bu ülkeler üzerinden gelmesini zorlamak sıradan bir eş etkili koruma önlemi niteliğindedir ve sistemin mantığına ve hukukuna aykırıdır.

Limanlar meselesi Türkiye’nin de içinde bulunduğu gümrük birliği sürecinin teknik bir konusudur ve bu teknik konuyu en azından Nisan 2004’den bu yana haklılık tarafına geçmeye başladığımız Kıbrıs meselesinin başka konuları ile aynı kefeye koymamak gerekmektedir.

Sayın Başbakan’ın 16 Haziran Cuma günü yaptığı ve Kıbrıs’da çözümden kaçan tarafın taltif, çözüm isteyen kesimin ise cezalandırıldığına ilişkin konuşması özünde tabi ki haklıdır ama haklı olduğumuz siyasi konu ile teknik bir anlaşmazlığın yani limanlar konusunun beraber ele alınması kanımca sakıncalıdır.

Avrupa Kıbrıs referandumu sonrası dile getirdiği izolasyonların, ambargonun kaldırılması gibi konuları hem hakkaniyet hem de ahlaken çözmek zorundadır ama bizim de çok haklı olduğumuz bu konular ile haklılığımız kuşkulu limanlar konusunu biraraya getirme gibi bir zorunluğumuz da yoktur.

Limanlar konusunda alacağımız yanlış bir tavır gümrük birliği sürecinin özüne aykırı olduğu için yanlıştır ve bizi haklı olduğumuz bir konuda haksız konuma getirme riski taşımaktadır.

Kırmızı çizgi çekme konusu özünde müzakere ve pazarlık mantığına aykırı olduğu için yanlıştır ama Kıbrıs konusunda illaki de bir kırmızı çizgimiz olacak ise bu çizgi Ada’da kalıcı bir çözüm ya da Türkiye’nin tam üyeliğine dek KKTC’nin mevcut statüsünün devamının garantörlüğü olmalı yani Ada’nın kuzeyinde Büyükelçiliğimiz ve bir miktar askerin varlığı nihai çözüme kadar korunabilir.

Bu süreç de doğal olarak bir takım jestlere mesela askeri varlığımızın azaltılmamsı anlamına gelmemelidir.

Naçiz kanımca limanlar meselesinin Hükümet tarafından bir tür kırmızı çizgi olarak lanse edilmesinden bizzat Hükümet de çok memnun değildir ama bir kere bu telaffuz edilmiştir ve geri adım atmak zorlaşmıştır; oysa kırmızı çizginin Ada’da nihai çözüm ya da tam üyeliğe dek Türkiye’nin varlığı olarak çizilse idi durum bugün daha iyi olur idi diye düşünüyorum.

2006 sonuna dek AKP AB’den ambargo ve izolasyonlar konularında bir yumuşama sağlayabilir ve hemen arkasından limanlarımızı Kıbrıs gemi ve uçaklarına açar ise çok olumlu bir noktaya gelinmiş olur ama bu pazarlığı daha sakin yapmakta kanımca yarar vardır.

2006 sonuna dek bir çözüme ulaşılmaz ve müzakere süreci askıya alınır ise bundan her iki taraf da zarar görür ama zararın büyüğünün bizim hanemize yazılacağına kuşku yoktur.

AKP’nin mevcut siyasi tecrübesi Türk halkının ve seçmeninin oy verme davranışının temelinde refah faktörünün yattığını bilmesine olanak verecek kadar engindir.

AB Türkiye için herşeyden önce refah ve özgürlük demektir.

Hiç bir siyasi hareket ve en başta da AKP Türkiye halkı ve seçmenine refah ve özgürlük vaad eden bir harekete arkasını sembolik ve özünde fazla bir şey ifade etmeyen reaksiyonlar için dönemez ve dönmemelidir.

AKP’nin Türk siyasi yaşamına girdiği günden beri bu partinin siyasi kaderi ve başarısı ile ülkemizin AB performanısı paralel gitmiştir ve emin olun bundan sonra da böyle olacaktır.

2003 ve 2004’ün yani bizlerin destek verdiği AKP’yi özlememek dileğimizdir.

Kaynak:Eser Karataş-Gazetem.Net

DenizHaber.Com

Editör: TE Bilişim