Yaşanmamış, askıya alınmış, düşten damıtılmış ya da zaman ve zorunlulukla düşlerden arınmış hayatların ortasında, bir büyük gerçekteyim, kendimin sandığım. Saatler, günler ya da daha uzunu haftalarla ördüğüm, örülmüş bir zamanın, gerçeğini kaybetmiş yollarındayım uzunca bir süredir. İlk zamanların sarsıcı, sarsıntılı kişisel duraklarını, dolambaçlı yollarını geride bıraktığımdan beri, gördüğüm, dokunduğum, tanığı olduğum başka denizlerde, başka yollarda, başka hayatların soluğunda atıyor kalbim. Kalbim, acımasız serin, soğuk sularda geçirdiğim uzun bir yolculuğun, aylardır uzak kaldığım ve yaşadığım yerin kıyılarına çarpan sularına yaklaşırken ve bir limana halatlarını verirken, tanığı olduğu başka hayatların, düşlere atılmış demirinin altında, ağzı, gözü, kulakları kapalı, sadece soluk alan, gördüğüne yaslanan bir gerçek arayışında, kendini yokluyor. Kendini yoklarken de, hepi topu 170 metreyi bulan bir boyda, binlerce tonluk bir başka gerçeğin sırtında, her günü birbirine, her rengi başka birine, her yüzü ise ışığını kaybetmiş, ama ısrarla kaybettiği ışığın yansımasına çarpıp, duruyor…

Bir büyük deniz yolculuğunda, yolculuğun denizlerine gömülmüş kalbim. Uzak Doğunun batısından, kalbimin “doğusuna” doğru seyrederken, son seferinin uzun günlerini ve şiddetli fırtınaların ve korsan tehditlerinin yarattığı gerilimi geride bırakmış, denizde, yol’ da olmanın kendini ev’inde hissettiren sessizliğinde, her gün, aynı günü, kaçıncı kez yaşadığını aylar, hatta yıllar sonra da hissettirecek bir derinlikle, nerede, hangi zamanda, ne yaşadığını şaşırtan aynılığa kendini kaptırmış. Giderken aklını, yüreğini, yaşanmışını sızlatan yolun, suların, derinliklerin üzerinden geçerken, dönüş yolunda da aklını, yüreğini, yaşanmışını ve öngöremediği geleceğini de sızlatan haritalarda, kendine yollar, yerler, anılar ve düşler arıyor. Hissettiği her uzvu, her duygusu sızlıyor. Sanki yol, deniz, gördüğü, anladığı şeyler, bir yara gibi izler bırakmış üzerinde. Karşılaştığı her izde, o yarayı sızlatan başka düşlere, başka parçalara çarpıyor. Çarparken de, kendininkinden çok, bu zorunluluğu yaşayan diğer insanları, diğer denizcileri ya da ayak bastığı topraklarda tanıdığı, parçası olduğu hayatların ve yaşantıların izlerini düşünüyor. Kimbilir, tanımlayabiliyor olsalar da olmasalar da, her biri aynı duyguları kaç kez, kaç ömür yaşadılar, yaşayacaklar? Daha kaç kendini tekrar eden günler arasında, kendilerini, zaman mevhumlarını yitirecekler...

Öyle ki her yol ileriye, geleceğe gitmiyor hayatta. Nereden, hangi yoldan gittiğinle paralel başka yollar ararken, sürekli olarak saptığın her yolun, aynı çıkmaza çıktığını, ya da çıkacağını bilmek, bunu bilerek yol almak, yaşamak hiç kolay değil. Daha da kolay kılacak, yolu yakınlaştıracak haritaları yok bu ülkenin. İçinde olmadığın bir hayata sürekli taze kan taşımak, kendini de o hayata hazırlayıp, varış yollarının kazanımlarında kendini kaybetmek, benim hassasiyetlerimin dramatize ettiği bir durum değil sadece. Her günü, her sabahı başka bekleyip, aynı yaşamak, bir ömrü böyle kazanmak, kazanmaya çalışırken de böyle harcamak hiç kolay değil…

İtalo Calvino, görünmeyen bir kentinde, yabanıl topraklarda uzun süre at koşturan bir insanın nihayetinde bir kent arzuladığını ve o yere, İsidora’ya vardığını anlatır “anı” altbaşlığı altında. Düşlenen kent için, en iyi bazı şeylerin yapıldığı, her durum için 3. bir yolun varolduğu… ancak zamanında gidilmesi gereken bir yer olarak bahseder. Ve fakat düş, arzunun çağırdığı düş, arzunun yaşandığı anda kıymetlidir. Öyle ki, geç varılan o kent için, geç kalımın bedelini “düşlenen kent, gençliğiyle içeriyordu onu; geç yaşta gelir İsidora’ ya. Kent meydanında yaşlıların bir duvarı vardır: üzerine dizilir, gençliğin önlerinden geçip gidişine bakarlar, o da oturur aralarına. Arzular birer anıdır şimdi…” der. Görünür ve görünmez ölçüsüz, yabanıl sular üzerinde her gün, aynı günü yaşayan, ama karada bir yerde hayatlar kuran denizciler için de bu böyledir. Karakteri değişen iklimlerle değişen denizler, onların değişmeyen kaderleriyle zıttır. Yol aldıkça değişen mevkiiyle, gemi içinde değişmeyen yerleri de zıttır. Biraz da bu yüzden içinde olamadıkları, sahip olamadıkları hayatlarına attıkları demirin altındadır kendi toprakları. Bu yüzden biraz da vardıkları her yerde, geride bıraktıkları ve önlerine çıkacaklar arasındaki farktadır, ıskaladıkları anlardadır yaşantılarının gerçekleri, ya da gerçeği sandıkları…

Yaklaşık 27 gün süren yolculuğumuzun sonunda, Somalili korsanlarla çakışan hayatlarımızda, değişmez ve silinmez izler bırakan, bir kere yaşamış olmanın artık değiştiremeyeceği ve yaşamamış sayamayacağımız algı ve anılarımızın uzun yolculuğunda, çok içinde olsam da dışına çıkarak bakmaya çalıştığım bu yaşantıyı ve iz’lerini düşünürken düşüyor aklıma bunlar. Sudan’ da kalacağımız 15 gün boyunca ve sonrasında da, etkisinden kurtulamayacağımız bu gerçekler ve iz’leri anlatımın duygularına da değiyor farkında olmadan. Bir denizden demir alır, ya da bir limandan halatlarımızı alırken ayrıldığımız ve varacağımız yeni denizler, yeni ülkeler ve onların karakterlerince değişen renkler, savaşlar, yaşayışlar, inançlar, kültürler, varlığı ve yokluğu, yoksulluğu gösteren tüm detaylar, yani kıyıda kalmaya yeterli olmayacak yığınla engel ve acıyla dolu bu gözleyiş, anılarıma kolayca yerinden alınamayacak ağırlıkta demirini atarken, her defasında tanık olmanın ya da ortak olmanın farklarına saplanıp, gelecek seferi düşleyerek yeni bir yolun heyecanında onarmaya çalışıyorum kendimi. Her limandan ayrılışta ya da liman varışlarında yaşarım bu duyguyu, garip bir bilinmeze gitme halidir her defasında, her defasında rengi değişir yine de, yine de her defasında aynı şaşkınlıktan koruyamazsın kendini, alışamazsın...


M.V BOSNA Gemisi ile gemide yaşama ve gezme şansı tanıyan MANTA DENİZCİLİK ve tüm yetkililerine, tüm M.V BOSNA personeline teşekkür ederim...

Sitem Ateş
Uzakyol 5.Kaptanı, Yazar
[email protected]
Editör: TE Bilişim