İstanbul'da Kıyamet Günleri

Osmanlılar ve dünya, her devirde 'kıyamet alameti' olarak tanımladıkları nice afet yaşadı. Bu afetlerin çoğu yaşanan son tsunamiyi andırıyordu.

Halkın "Kıyamet koptu" şeklinde telaffuz ettiği faciayı o dönemin de büyük gazetesi olan Sabah 11 Temmuz 1894 tarihinde okurlara "Büyük Haretiarz" olarak şöyle duyurmuştu:

"Dün saat beşe çeyrek kala şehrimizde evvela hafifçe bir hareketi arz hissedilmesini müteakip gayet şiddetli bir darbe ile her taraf sarsılmaya başlamıştır. Hareketin istikameti cenubi garbiden şimali şarkiye ve aşağıdan yukarıya doğru olmuştur. Şiddetli hareket tahminen 10-12 saniye kadar sürmüştür. Deniz sakin olduğu halde vapurlar şiddetli bir dalgaya tesadüfle inip çıkmaya başladığından yolcular ve mürettebat müthiş dalganın neden ileriye gelmekte olduğunu tahmin edemeyerek büyük bir korkuya kapılmışlardır. Marmara sahilinde deniz evvela 200 metre kadar geriye çekilmiş, sonra şiddetle karaya yürüyerek ne kadar sandal, kayık ve sair küçük gemiler varsa hepsini karaya atıp parçalamıştır. Sonra kısa fasılalarla dört kez daha hareket olmuş, şiddetli hareketlerden sonra bütün İstanbul halkı sokaklara dökülmüş evlerde ve dükkanlarda kimse kalmamıştır."

Haberin devamında Fatih'ten, Balat'a, Çemberlitaş'tan Sirkeci'ye uzanan semtlerde yıkılan binalarla, ölen ve yaralananlar anlatılıyordu. II. Abdülhamid'in tahtta bulunduğu dönemde yaşanan depremin ardından tutulan rapor felaketin büyüklüğünü gösteriyordu.

Öğle ezanı sırasında meydana gelen depremde çok sayıda müezzin de minarelerin yıkılması sonucu can vermişti. Sadece karada değil, denizde büyük değişimler yaşanmıştı. Kınalıada da deniz civarında kuzey-doğu ve güney-batı istikametinde yarıklar meydana gelmiş ve bu civardaki karanın bir miktar çöktüğü saptanmıştı. 1509 depremi ise tarihimizde "Memaliki Osmaniyede Kıyameti Sugra" yani "Küçük kıyamet" olarak geçer. Kırk beş gün süren bu Liderbahis depremde sadece İstanbul'da değil, Edirne'den Çorum'a kadar uzanan hat üzerinde yıkıntılar meydana getirmişti. 1618 yılında Budin Valisi Karataş Mehmed Paşa'dan gelen mektupta gökyüzünde daire şeklinde bir bulutun belirdiği, buluttan kan gibi kırmızı bir yağmur yağdığı ve her biri 3-4 kantar büyüklüğünde kara taş güllelerin düştüğü yazılıydı. 29 Ağustos 1297'de ise simsiyah bulutlar gökyüzünü örtmüş, ardından başlayan yağmurlar yüzünden Beyoğlu semtinde sellerden hendekler açılmıştı. Evler denize sürüklenmiş, şehir tamamen göle dönmüştü. Dönemin vakanüvisleri afeti "deniz beyaz, kırmızı ve siyah renklerde adeta sürülmüş bir tarlaya benzemişti" diye yorumlar. 
 
Boğaz'ın suları dondu, yol oldu

İkinci Osman'ın tahtta bulunduğu 1621 Aralık ayındaki şiddetli kışta Boğaz donmuş, İstanbul halkı deniz üstünden yürümüştü.

Şair Seyyid Haşimi'nin:

"Yol oldu Üsküdar'a bin otuzda Akdeniz dondu"

dediği bu nadir olaya Şair Neşati tarih düşecekti:

"Be meded dondu bin otuzda soğuktan derya..."

İstanbul halkı daha sonra da Boğaz'ın donduğuna tanık olacaktı. 1657'de Haliç'in donduğu zaman halk Defterdar İskelesi ile Sütlüce arasını yürüyerek geçmişti.

Tuna'dan kopan buzların Boğaziçi'ni kapladığı 1928 ve 1954 yıllarında halk boğaz üzerinde yürümüştü.

En Yüksek Dalga

Geçmiş yıllarda resmen ölçülmüş en yüksek dalga 1933 yılında 6-7 Şubat günlerine rastlar. Filipinler'den Kaliforniya'daki San Diego limanına doğru giden Ramapo isimli geminin süvarilerinden Frederic Margraf'ın ölçtüğü dalganın boyu 34 metreydi. Rüzgar saatte 125 km. hızla esmekteydi ve gemi saatlerce dev dalgalarla boğuşmak zorunda kalmıştı. Alet yardımı ile ölçülmüş en büyük dalga ise 17 Mart 1968 günü tespit edilmişti. Atlas Okyanusu'nun kuzey kesiminde Juliette İstasyonu'na bağlı "Weather Adviser" isimli geminin kaydettiği dalga 350 m. yüksekliğindeydi ve 15 saniye ara ile inip çıkıyordu.

(SABAH GAZETESİ 9 Ocak 2005)
 

Editör: TE Bilişim