Diyojen'in memleketi:Sinop

Aylardan kasım, kış kapıda ve Bursa o klasik gri havasına bürünmüş. Hava bulutlu ve rutubetli, insanlar içine kapanmış. Sabah işyerime doğru yürürken sağa sola bakıyorum, insanları süzüyorum. Hakkında pek çok öykü anlatılan Sinop doğumlu Diyojen'in gündüzleri Atina sokaklarında elinde fenerle dolaşırken insanların kendisini görüp "Hayrola nedir bu fener gündüz vakti?" diye sorduklarında, "Doğru dürüst bir adam arıyorum" dediği olay aklıma geliyor.

Paltomun yakalarını kaldırıp Uludağ’dan gelen serin esintiye karşı koymaya çalışıyorum ve adımlarımı hızlandırarak bir an önce bilgisayarımın başına oturmalıyım diyorum kendi kendime. Bursa hakimiyet‘e hazırlayacağım 50. gezi yazımın konusu Sinop.   

Anadolu 'nun kuzey yönde uç noktası olan İnce Burun 'a doğu yönde bağlanan Boztepe Burnu uzantısında bir kale-şehir olarak kurulmuş ve tarih boyunca doğu yönde gelişmiş bir kent burası, biraz Amasra’yı anımsatıyor ama doğası farklı.

Tarih boyunca kale dışına pek taşmayan şehir bir liman kenti özelliği taşıyan Sinop’a günümüzde yaklaşık 1350 metre yüksekliğindeki Dranaz dağını aşarak ulaşılıyor. Kışın çetin şartlara sahne olan Dranaz dağı yolu yeni yapılan tünel ve yolla artık yavaş yavaş geçmişin sayfaları arasındaki yerini alacağa benziyor.

Yarımadanın güney yönündeki iç liman ise rüzgarlara kapalı konumuyla ve sakin deniziyle güney Karadeniz 'in en önemli limanıymış. Hatta bu özellikleri yüzünden "Akdeniz" ismini almış. Tarih boyunca işlek bir liman yaşantısı ve tersane faaliyeti bu limanda gerçekleşmiş.

XIX. yüzyıla kadar tamamen ayakta duran surlardan ise günümüze büyük bir kısmı ulaşmış. Şehrin gelişimi sürekli olarak doğu yönde, Boztepe Burnu'na doğru olurken, kuzeydeki Akliman ve Anadolu yönünde birkaç azınlık yerleşmesinden başka bir yerleşim olmamış. Doğudaki yarımada ise gittikçe sarplaşmakta, Hıdırlık tepesinde 187 metre yüksekliğe ulaşmakta ve nihayet deniz yönünde dik yarlar ile kuşatılmaktadır.

Antik çağdan beri parlak ve yoğun bir ticari ve kültürel yaşantıya sahip olan Sinop, bu niteliğini Bizans, Selçuklu, Candaroğlu ve Osmanlı yönetimlerinde de sürdürmüş, ayrıca kale ve tersanesi ile bölgenin en önemli askeri üslerinden biri olmuştur. Bu durumunu Sinop Baskını 'ndan sonra kaybetmeye başlayan kent, sur dışına güneydoğu yönde azınlık yerleşmeleri ile batıya doğru ise yönetim ve eğitim gibi kamu hizmetleri yerleşmesiyle çıkmıştır.

ROMEN DİYOJEN SİNOP’TA DOĞDU

Diyojen (Diogenes), M.Ö. 412 - M.Ö. 320 yılları arasında yaşamış olan ve kendine yetme ile sadelik ilkelerine dayanan Kinik yaşam biçiminin öncülerinden Sinoplu çileci düşünürdür. 

Sinop'un Grek kültürü içinde demokratik yaşantısı onun Antikçağ tarihinde neden değişken, özgürlükçü bir felsefe okulu yarattığını açıklar. Sinoplular Atina'da Diogenes'in kesin net fikirlerini ürettiler. Aklın tabiatı, giderek özgür, cesur ve kinik bir karakter aldı. Bu Atina etkisi ve Sinop Limanı’nın özgür koloni yaşantısı ile açıklanabilecek bir durumdur. Diogenes'in babası ile birlikte Atina'ya Anthistenes'in okuluna gittiği söylenir. Diogenes'in İskender ile karşılaşmasındaki fıçı olayı çok meşhurdur.

Bir gün Büyük İskender Diyojen'in yanına gider ki Diyojen bir fıçıda çok basit bir hayat sürmektedir. İskender Diyojen'e büyük hayranlık duymaktadır ve ona "Sana istediğin her şeyi verebilirim benden bir isteğin var mı?" diye sorar. 

Diyojen Büyük İskender’e bakar ve "Gölge etme başka ihsan eylemem" der çünkü Büyük İskender o sırada Diyojen'e vuran güneşi kapamaktadır.Büyük İskender bunun üzerine "Eğer İskender olmasaydım Diyojen olmak isterdim" der.

Diyojen’in bu olayda vermek istediği mesaj, insanın insana olan kişisel cesaretini vurgulamak, yalnız yaşamanın ayrıcalığını ve bazen gerektiğinin altını çizmek, hayatın nimetlerinden şuh bir neşe bulmak ve şükretmektir, öte yandan Diyojen’in bu olayla ortaya çıkardığı karakter özellikleri maceralı bir koloni yaşamının ürünüdür.

MUTLAKA GÖRMELİSİNİZ !

Sinop Kalesi ve duvarlarını, hapishanesini görmenin yanı sıra Sinop şehir merkezinde yürüyerek keşfetmeli ve Süleyman Pervane Medresesi’ni görmelisiniz.  Sinop’ta yapılmış olan tek medrese oluşundan ötürü önem taşımaktadır.

Medrese 1941-1970 yılları arasında Sinop Müzesi olarak kullanılmıştır. Günümüzde ise Sinop şehir merkezinde çok zengin bir arkeoloji müzesi ve muhteşem bir Sinop evinin restore edilerek müzeye dönüştürülmesi sonucu oluşturulmuş çok güzel bir etnoğrafya müzesi vardır.

Şehrin sakin limanı oldukça huzur vericidir. Karadeniz’in göbeğinde olmasına rağmen kentteki balık lokantalarının azlığı hayret vericidir. Yine de akşam yemeğinde balık keyfi yapabileceğiniz 2-3 yer var. Sinop’taki maket gemi ve kotra yapan dükkanları unutmamak gerek. Sinop’a gelen tüm turistlerin vazgeçilmez hediyelik eşyası maket gemiler elle yapılıyor.

Türkiye’nin en kuzey ucu İnceburun’a üşenmeden gitmeli ve deniz fenerini görmelisiniz. Hırçın Karadeniz dalgalarının sürekli dövdüğü bu burun adeta kendinizi kaybedeceğiniz doğal bir film platosu. Yolunuz üzerinde iki doğa harikası Akliman ve Hamsilos’u sakın atlamayın !

SİNOP CEZAEVİ ve TERSANE

Sinop kalesinin güneybatı ucunda kalan iç kale içinde yer alan cezaevi Aralık 1997 tarihinde boşaltılmış ve 02 Ağustos 1999 tarihinde Kültür Bakanlığı'na tahsis edilmiş, sonrasında ise bir müze haline dönüştürülmüştür.

Sinop kaleleri ilk defa M.Ö. 2000'de yaşayan yerli kavim Gaşkalılar zamanında kurulmuş, Grek, Pontus, Roma, Bizans, Selçuklular ve Osmanlılar devrinde büyütülerek onarılmıştır. Iç Kale adı verilen hapishanenin bulunduğu alan ise 03 Ekim 1214 yılında Sinop'u zapteden Selçuklu Sultanı Izzeddin Keykavus tarafından, ana kalenin kuzeyden güneye inen dik bir surla kesilmesi ile meydana getirilmiştir. Enine ikinci bir duvar ile iki bölüme ayrılan iç kalenin güneyde kalan kısmı 9500 m2.'lik alanı kapsamaktadır.

Sinop Hapishanesi bu alanda kurulmuştur. Surlar ve kalenin yapım şekli buranın eskiden de hapishane zindan olarak kullanıldığına ilişkin kanıtlar veriyor. Hapishaneyi çevreleyen iç kale 11 adet burç ile desteklenmiştir. Burçların yükseldiği denize hakim güney beden 22 metre ve surların yüksekliği 18 metredir. 3 metre kalınlığında olan surların üzerinde iç kaleyi bir uçtan bir uca kadar gezebilme imkanı veren yollar muhafızların gezi yolu olarak kullanılmıştır.

Evliya Çelebi, çok renkli ama biraz abartılı üslubuyla, Sinop Cezaevi'ni şöyle anlatır: "Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar." 

Evliya Çelebi'nin anlattıklarında gerçek payı çoktur. Deniz kenarında olduğu halde, denizi göremeyen mahkumlara Sabahattin Ali, 1933'te şöyle seslenecektir: "Görmesen bile denizi / Yukarıya çevir yüzü." Öyle ya, burada mahkumların dünyasına dışarıdan katılan yalnızca iki şey vardı: Özgürlükten uçarak gelen martılar ve bahçe duvarında kendiliğinden açan kır çiçekleri… Çünkü o dönemde, Sinop Cezaevi’ne "girilir, ama çıkılmaz"dı. Nemden kibritin bile yanmadığı bu mekanda, mahkumlar çürümek ve ceza sürelerini tamamlayamadan ölmekle, karşı karşıya kalırlardı.
 
Pek çok ünlünün yattığı cezaevi, kimi zaman öykülere, çoğu kez burada yatanların daha sonra yazdıkları anılarına ve pek çok şiire konu olmuştur. Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Ahmet Bedevi Kuran, Refii Cevat, Hüseyin Hilmi 

Burhan Felek, Osman Cemal Kaygılı, Celal Zühtü Benneci ve Edip Akbayram'ın söylediği Aldırma Gönül şarkısının sözlerini burada yazan Sebahattin Ali Sinop Cezaevi'nde tutuklu olarak kalan kişilere sadece birkaç örnek.

Bugün tarihi Sinop Cezaevi, artık bir turistik gezi alandır ve geçmişte yaşadıklarından uzaktadır. Ve yüzyılların yükünü üzerinden atmak istercesine, olanlara kayıtsız. Yalnızca, hayret dolu bakışlarla, kendini tanımaya çalışan turistleri ağırlıyor. 

Uğur Çelikkol (Prof. Turist Rehberi)
  

Editör: TE Bilişim