Denizcilik bakanlığı için illa mavi bakışlı bir lider mi lazım

"Denizcilik bakanlığı" ile "Mavi gözlü lider" arasında nasıl bir bağ kurulabilir? Yazımın başlığını oluştururken gezegenimize hâkim olan mavi rengin iki tonundan etkilendiğimi hissettim: Biri yurdun üç tarafını çeviren denizlerin engin maviliği; diğeri ise Atatürk'ün çakmak çakmak o mavi gözleri!
 
Bu hafta ortasında bir görev nedeniyle İzmir'deydim. Çeşme'ye giderken Balçova Belediyesi'nin adeta maviye bulanmış "billboard" afişlerini gördüm: Zemininde mavi dalgalı hırçın bir deniz ve hemen üstünde insanı büyüleyen mavi gözleriyle bir Atatürk portresi! Belediye, ülkenin kurucusu büyük insana minnet hislerini dile getirmiş. Duygulandım! İki "mavi umman" birbirine öylesine yakışmış!
 
Bugün ne sivil toplum farkındadır ne de politikacılarımız! Üç tarafı bereketli denizlerle çevrili Türkiye Cumhuriyeti'nde "denizcilik bakanlığı" kurma basiretini zamanında sadece Atatürk göstermiştir! O masmavi gözleriyle ufku kucaklarken her şeyin toprak renginde olmadığını; bu ülkenin geleceğinde deniz mavisinin de bulunması gerektiğine işaret etmiştir.
 
Atatürk, denizciliğe verdiği önemi vurgulamak için kabinede sadece bir bakana; "bahriye vekili"ne üniforma giyme ayrıcalığını bahşetmiş bir liderdir. Daha bugün yeni yeni anlamaya başladığımız "farklılaştırma stratejisini" ta o zamanlar keşfetmiştir Atatürk!
 
Denize yüreğiyle bağlı bir lider

Anlatacağım hikâye epey meraklıdır: 1919'da Samsun'a ayak basan Atatürk, sanki uzunca bir süre denize hasret kalacağını bilir gibi iskelede bir süre "Bandırma Vapuru"nu seyretmiş, sonra bir süre yalnız kalıp Karadeniz'in derinliklerine dalıp gitmiştir. Denizi bir daha ancak 1922'de "Muzaffer Başkomutan" olarak İzmir'e girerken görecektir. Tam üç buçuk yıl sonra!
 
Büyük taarruzla birlikte "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir" diyen Mustafa Kemal'in ordusu 9 Eylül 1922'de İzmir'e girmiş, Yunan bayrağını indirip şanlı Türk bayrağını Konak'taki Hükümet Konağı'na çekmiştir. Fahrettin Paşa (Fahrettin Altay) artık Başkomutan Mustafa Kemal'i beklemektedir İzmir'de. Ne yazık ki kaçan Yunan askeri İzmir'i ateşe vermiş; yangın yer yer devam etmektedir. Panikleyen Rumlar ise İzmir'deki konsolosluklara sığınmış ve kendilerine alelacele İtalyan, Fransız, İngiliz pasaportları verilmiştir. Durum oldukça ciddidir. Salihli yakınlarında olduğu öğrenilen Mustafa Kemal'in tavrı acaba ne olacaktır?
 
Müthiş bir telaşla İngiliz ve Fransız Konsolosluğu'ndaki "arabulucular" kendisinden randevu talep ederler. Mustafa Kemal onları Nif'te kabul edeceği mesajını gönderir. Ertesi gün Yunanlıların yakıp yıktığı Nif kasabasına (bugünkü Kemalpaşa ilçesine) gelir. Fakat karşı taraftan kimse huzuruna gelmeye cesaret edememiştir.
 
Atatürk oldukça yorgundur; tam dinlenmeye hazırlanırken beklediği müjdeli haber gelir. Çeşme yarımadasında ilerleyen Türk güçleri son Yunan kalıntılarını da temizlemiştir. İşte bu sevinç duygusu içinde Mustafa Kemal, başyaveri Cevad Abbas Bey'e şöyle der: "Bu iş bitti Cevad! Şimdi deniz burnumda tütüyor; sadece onun hasretini yüreğimin ta derinliklerinde duyuyorum!"
 
Nitekim ertesi gün Ahlatlıbel'e (bugünkü Belkahve'ye) ulaştığında tepenin en hâkim noktasından uzaktaki Ege Denizi'ne bakıp bir süre tek başına kalır ve dalıp gider. İşte en sonunda deniz kokan İzmir'dedir!
 
Denizci ulus olmanın yarım kalan özlemi

Bu hikâyenin ikinci bölümünde ise yine deniz ve denizcilik vardır. Atatürk "muasır medeniyet" için denizciliğin önemini çok iyi bilmektedir. Vatan savunmasında denizlerimize sahip çıkmayı 1915'lerde Çanakkale'de ispat etmiştir. Denizlerimiz en az karasal alan kadar mukaddes ve onun kadar bereketlidir. Kurmaylarına derhal "Denizcilik Bakanlığı" kurulması talimatını verir. Mareşal Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü "Milli Müdafaa"nın ikiye bölüneceği endişesiyle "yeni bir vekâlet" oluşmasına karşı çıkmaktadırlar. Oysa Atatürk yalnız askeri açıdan değil; denizciliği "seyr-ü sefer" (ulaşım) ve ekonomi açısından da önemsemekte, "denizci ulus" olmanın özlemini çekmektedir. 
 
30 Aralık 1924'te "Milli Müdafaa Vekâleti"ne bağlı "Bahriye Dairesi Reisliği" yerine bağımsız bir "Bahriye Vekâleti" kurulur. Dönem Fethi Okyar'ın başkanlığındaki 3. hükümet dönemidir. Yeni bakanlığa milli mücadeledeki askeri görevinden dolayı "Topçu İhsan" namıyla tanınan Cebelibereket (Osmaniye) Mebusu İhsan Eryavuz getirilir.
 
İhsan Bey, Atatürk'ün değer verdiği bir hukukçudur aynı zamanda. Bu yeni vekâletin önemine vurgu yapmak için İhsan Bey'e özel bir üniforma hazırlatır. Bu üniforma askeri bir üniforma değildir. Daha çok bir gemi süvarisi üniformasına benzemektedir. Beyaz kasketi ve koyu renkli ceketiyle oldukça şıktır. Beyaz gömlek üzerinde ipekten mamul mavi bir kravat ve üzerinde denizciliği sembolize eden bir çıpa işareti vardır. Kasketin "şemsiperi" (güneşliği) de son derece sadedir. Alınlığa ise parlak simle işlenmiş bir başka çıpa ve dört yıldız sembolü konmuştur.
İhsan Bey uzunca bir süre bu özel üniformayı giyer ve Ankara'da günün konusu olur.
 
3 Mart 1925'te "Fethi Okyar Hükümeti" aniden istifa eder. İhsan Bey, İsmet İnönü'nün kurduğu 4. hükümette de görevine devam eder. Ancak görevden yaklaşık sekiz ay sonra cumhuriyet tarihinin ilk suiistimal olayı ünlü "Yavuz-Havuz" davası açılır. İhsan Bey hakkında "Yavuz zırhlısı"nın tamirat işinde bir Fransız şirketini himaye ettiği iddiaları ileri sürülür. İhsan Bey sonunda mahkûm olur. Bunun üzerine İsmet İnönü, Atatürk'ü de ikna ederek 5. hükümeti kurarken şaibe bulaştığı iddiasıyla bu vekâleti ortadan kaldırır. İhsan Bey verilen cezayı çeker ve köşesine çekilip hatıralarını yazar. Bu olay ona göre bir komplodur ve Atatürk'e karşı çıkma cesaretini gösterenlerin bir oyunudur.
 
Tüm bu olanlara rağmen yine de bir "Bahriye Vekâleti" kurmak arzusu Atatürk'ün ölümüne kadar içinde bir ukde olarak kalır ve bu düşüncesini çeşitli vesilelerle etrafındaki yakınlarına söylemeye devam eder.
 
Sadede gelirsek: Şimdi dünya çok değişmiş durumda! Türkiye için en azından ekonomik yönüyle bir "Denizcilik Bakanlığı" şart görünüyor. Beslenmeden "lojistiğe, stratejik güvenlikten enerji kaynaklarına kadar her şey denizlerimizde! İşte bu nedenle yazımın başlığını "Denizcilik bakanlığı için illa mavi bakışlı bir lider mi lazım?" diye attım. Umarım vizyon sahibi politikacılarımız bu ülkenin üç tarafının denizle (denizlerimizle) çevrili olduğunu hatırlarlar!
 
 
Atatürk vefatından bir yıl önce ne dedi?

"Denizcilik yalnız seyrüsefer işi değil, iktisadi iş olarak da anlaşılacak; tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz sporları kulüpleri kurulacak ve himaye edilip geliştirilecektir. Çünkü topraklarının nihayeti deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve azminin hududu çizer. En uygun coğrafi vaziyette ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; sanayii, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci ulus yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu güçten yararlanmasını bilmeliyiz. Denizciliği Türk'ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız!" 1937'de TBMM'de yaptığı konuşmadan.

Editör: TE Bilişim