1926'da Türk gemisiyle çarpışan Fransız gemisinin kaptanı yargılanınca Paris ayağa kalktı. Olayı Lahey'e götürmek istedi. Türkiye endişeliydi, ünlü hukukçu Mahmut Esat Bey Atatürk'ten bizzat izin aldı. Türkiye'yi savunan Esat Bey davayı kazandı
Birleşmiş Milletler'in (BM) Mavi Marmara raporu; kararlarını dünyanın koşulsuz kabul edip "tanıdığı" ancak ilgililerinin dışında kamuoyunun tanımadığı bir "Dünya Mahkemesi"ni Türkiye'nin gündemine oturttu. Türkiye'nin, Cumhuriyetin ilk yıllarında yine bir "gemi davası" ile tanıştığı Uluslararası Adalet Divanı, 110 yıllık tarihiyle bugünkü dünya medeniyetinin kuruluşuna da tanıklık etti, katkıda bulundu. SABAH, nam-ı diğer Lahey Adalet Divanı'nın nasıl çalıştığını, kararların hangi türlerinin ne anlama geldiğini, Gazze ablukası için başvurursa hangi sonuçları alabileceğini ve Türkiye için bu m a h k e - menin tarihi önemini araştırdı. Türkler'in; Sarıkamış'tan, Türkiye-Rusya savaşından yakından tanıdığı Rus Çarı 2. Nicholas, Balkanlar'daki "ulus devlet" hareketinin ayaklanma ve savaşlara dönüştüğü dönemde, Hollanda'nın Lahey kentinde bir konferans düzenlenmesini önerdi veya bazı tarihçilere göre kabul etmek zorunda kaldı. 1898'de Avrupa'nın küçük devletleri ve bazı Asya ülkelerinin temsilcilerinin katılımıyla düzenlenen konferansın amacı "barış" olunca toplandığı saraya da "Barış Sarayı" denildi. Konferansta silahsızlanma konuşuldu. Lahey kentindeki, granit, kumtaşı ve kırmızı mermerden yapılmış ihtişamlı binada yapılan bu konferans, devletlerin kendi aralarında çözemedikleri sorunlara çözüm aradıkları Uluslararası Adalet Divanı'nın temelini oluşturacaktı.

LAHEY'LE TANIŞMA


Türkiye'nin, Mavi Marmara saldırısını taşımaya hazırlandığı Uluslararası Adalet Divanı ile tanışması da bir "gemi davası" ile oldu. 2 Ağustos 1926'da gece yarısı Fransız yolcu gemisi Lotus İstanbul'a doğru seyir halindeydi. Türk kömür gemisi Bozkurt da Midilli Adası yakınlarındaydı. İki gemi, Sığrı Burnu kuzeyinde çarpıştı. Türk gemisi Bozkurt ikiye bölündü. Türk vatandaşı 8 kişi boğularak öldü. Lotus'un durumu ise iyiydi. Hatta Fransız Kaptan Demons, gemileri batan Türkler'den 10'unu da yaralı olarak kurtardı. Bunlar arasında Bozkurt'un kaptanı Hasan Bey de bulunuyordu. Onları da alıp yoluna devam etti. İstanbul açıklarına geldiğinde Türkiye'nin hakkında soruşturma başlattığını öğrenen Kaptan Demons gemisinden ayrılmadı. İstanbul savcılığı, kendisinin tanıklığına başvuracağını söyleyerek Demons'u karaya çıkmaya ikna etti. Ancak İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Demons'u tutukladı. Dava kısa sürdü. Mahkeme kararını 15 Eylül 1926'da açıkladı. Kaptan Demons 80 gün hapis, 22 lira da para cezasına mahkum oldu. Hasan bey de Fransız meslektaşı gibi "tedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyet vermek"ten mahkum oldu. Demons, bu kararla birlikte 3 bin lira kefaletle serbest kaldı. Fransa'ya göre yargılamayı kendisinin yapması gerekiyordu. Türkiye ise yetkili mahkemelerin Türk mahkemeleri olduğunu savunuyordu. Fransa konunun Uluslararası Adalet Divanı'na taşınmasını istedi. Çünkü Fransa'ya göre daha yeni imzalanmış olan Lozan Anlaşmas'ını ilgilendiriyordu. Ulusal kimliğini yeni kazanmaya başlayan Türkiye ise tedirgindi, "Ya kaybedersek? Ecnebilere karşı itibarımızı da yitirir miydik?" Osmanlı'nın son döneminde hukuk eğitimini Avrupa'da gören, Cumhuriyet kurulduktan sonra ilk Adalet Bakanı olarak görev yapan genç hukukçu Mahmut Esat Bey'e göre Türkiye haklıydı ve Lahey'de davayı kazanacaktı. Devletin zirvesinin ise kafası karışıktı. Atatürk, Mahmut Esat Bey'i yanına çağırdı ve "Şu meseleyi bir daha izah et" dedi. Mahmut Esat Bey "Paşam Lahey'e gidelim" dedi ve devam etti:


ATATÜRK'E RİCA: İZİN VERİN


"Ben hakkımızdan eminim. Müsaade ederseniz davamızı ben müdafaa edeyim. Kaybedersem memlekete bir daha dönmem. Fakat kazanacağız. Hem Adalet Divanı önüne gitmeden Fransızların dediğini yapacak olursak Fransız devletinin tehditleri karşısında boyun eğmiş olacağız. Bu da onlara diğer meselelerde aynı tehditleri öne sürmek cesaretini verecektir. Halbuki La Haye Divanı'na gidersek davayı kaybetsek dahi şeref ve haysiyetimiz zedelenmez. Zira milletlerarası bir mahkemenin hükmüne uymak şerefsizlik değil bilakis büyük şereftir." Mahmut Esat Bey'in anlatımıyla Atatürk kendisine şu yanıtı verdi: "Güle güle git, kazanacaksın. Kazanamasan da memleket seni bağrına basacaktır."

Editör: TE Bilişim