Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş, dünyanın en zengin, işlek ve kıvrak dillerinden birisi olan Türkçenin, herhangi bir yabancı dilde bulunan herhangi bir kelimeye karşılık bulmaktan aciz olmadığını belirterek, tam aksine dünyanın pek çok büyük dilinin sahip olmadığı, kelime üretme ve türetme yollarına sahip olduğunu söyledi.

Cumhurbaşkanlığının himayesinde, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu tarafından, ‘2017 Türk Dili Yılı Dilimiz Kimliğimizdir’ konulu program düzenlendi. Programa, Başbakan Yardımcısı Türkeş, Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sinan Kaçalin, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Derya Örs ve çok sayıda davetli katıldı. Burada bir konuşma yapan Türkeş, bir dilin doğmasının ve ölmesinin, o dille inşa edilen kültür ve medeniyetle doğrudan doğruya ilgili olduğunu söyledi. Türkeş, “Günümüz dünyasında binlerce dil konuşulduğu ve yazıldığı halde, bunlardan, sadece edebi ve ilmi eserler üreterek kendi sürekliliğini sağlayan, bir kültür ve medeniyet dili olarak, başka diller ve alt kültürler üzerinde etki bırakan az sayıda dil, dünya üzerinde güçlü bir şekilde varlığını sürdürmekte ve insanlığın geleceğine yön vermektedir. Binlerce yıllık tarihi geçmişi ve birikimi olan Türk dili, hiç kuşku yok ki bu az sayıdaki dillerden birisidir. Türk dili, tarihi süreçte pek çok köklü değişimlere uğramış olmakla birlikte, Orhun Abideleri ile başlayan kesintisiz yolculuğunu, 21. yüzyılın ilk çeyreğine kadar ulaştırmayı başarmış büyük bir kültür ve medeniyet dilidir. Güzel Türkçemiz, son iki yüz yılda, bir yandan sadeleşip Türkçe kökenli kelimelerin ağırlık kazandığı çağdaş bir dil haline gelirken, bir yandan da zaman zaman çeşitli tehlikelere maruz kalmıştır. Osmanlı Türkçesinin yüzyıllar boyu birlikte yoğrulduğu ve yüklediği yeni anlamlarla Türkçeleştirdiği çok sayıda Arapça ve Farsça kelimenin zamanla kullanımdan düşmesi ve bunların yerlerine Türkçe karşılıklarının süratle konulamaması sonucunda oluşan boşluk, Türkçenin Batı dilleri tarafından hızla istila edilmesine yol açmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır’ şeklindeki uyarıcı ifadesi, kendisinin ölümünden sonra dil konusunda kantarın topuzunu kaçıran ve sadece Arapça Farsça kelimeleri dilden sürgün eden, ancak Batı kökenli kelimelerin Türkçeye girişi sırasında işi ağırdan alan kimi dilcilerin ‘tabii Türkçe ile öz Türkçe’ arasında oluşturdukları yapay kavgaların arasında hatırlanmaz ve uygulanmaz olmuştur” diye konuştu.

“Türkçe, herhangi bir yabancı dilde bulunan herhangi bir kelimeye karşılık bulmaktan aciz değildir”

Bugün gelinen noktada, Türk dilinin her zamankinden daha çok saldırı altında olduğuna dikkat çeken Türkeş, konuşmasına şöyle devam etti:

“Anlaşılır ve kurallı Türkçe karşılıkları olduğu halde, hemen her gün özellikle basın yayın kuruluşları tarafından dilimizin içine sokuşturulan Batı kökenli kelimeler, Türkçeye karşı özensiz, duyarsız ve bilinçsiz davranan bazı kişiler ve kurumlar tarafından çabucak benimsenmekte ve yaygınlık kazanmaktadır. Selfie, lansman, leasing, catering, factoring, timing, inovasyon, inovatif, aktivite, brunch, center, tower, palace, konsensüs, koordinasyon, online, materyal, regülasyon ve benzeri yüzlerce, binlerce kelime Türkçe karşılıkları bulunduğu halde, sadece özentiyle ve dikkatsizlikle açıklanamayacak bilinçsiz bir tutumla ne yazık ki dilimizi kirletmekte ve bozmaktadır. Bunlar yetmezmiş gibi, aynı kelimelerin, aktive etmek, minimize etmek, konsensüs sağlamak, online olmak, selfie çekmek, lansman yapmak örneklerinde olduğu gibi bir de Türkçe fiillerle birlikte kullanılması işi büsbütün içinden çıkılmaz bir hale sokmaktadır. Dünyanın en zengin, işlek ve kıvrak dillerinden birisi olan Türkçe, herhangi bir yabancı dilde bulunan herhangi bir kelimeye karşılık bulmaktan aciz olmadığı gibi, tam aksine dünyanın pek çok büyük dilinin sahip olmadığı, kelime üretme ve türetme yollarına sahiptir. Nitekim Türk Dil Kurumunun çeşitli bilim dallarına özgü olarak hazırladığı onlarca terim sözlüğü, Türkçenin bu konudaki yeterliliğinin ve gücünün en açık kanıtıdır. Asıl sorun, Türkçenin kurallarına göre türetilen bu terimlerin ve kavramların ilgili meslek topluluklarınca kullanılmaması, hatta çok zaman dikkate bile alınmamasıdır.”

Başta kamu kurum ve kuruluşları olmak üzere, basın yayın kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin, çeşitli meslek topluluklarının, Türk aydınlarının, Türkçe konusunda yeterli duyarlılığa, özene ve bilince sahip olmamasının, aşılması gereken bir sorun olduğunu vurgulayan Türkeş, “Bu düşüncelerden yola çıkarak hemen her konuşmasında Türkçe konusundaki duyarlılığını dile getiren sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Beyefendi’nin de yüksek himayelerini almak suretiyle 2017 yılını ‘Dilimiz Kimliğimizdir’ alt başlığıyla ‘Türk Dili Yılı’ olarak ilan ediyor, bir yandan Türkçenin içinde bulunduğu sıkıntılı duruma dikkatlerinizi çekmek isterken bir yandan da Türkçenin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi yolunda sizlerin desteğini almayı amaçlıyoruz. Şunu çok iyi bilmeli, anlamalı ve idrak etmeliyiz ki Türkçe, 2023, 2050 ve 2071 hedeflerimizde, bizi maksadımıza ulaştıracak olan çok sayıda araç arasında her zaman en ön sırada olacaktır, olmalıdır. Kültürde, sanatta, bilimde, eğitimde gerçekleştirilmesi ön görülen her türlü atılım, her şeyden önce zengin, kullanışlı, anlaşılır ve temiz bir Türkçe sayesinde olacaktır. Türkçenin kendine özgü doğal dokusu bu hızla bozulmaya devam ederse, kökleri her geçen gün sarsılan ve can damarları kuruyan bir Türkçe ile küresel boyutta bir kültür ve medeniyet inşa etme iddiamızın ayakları yere basmayacak ve havada kalacaktır. Bugün resmen ilan etmiş olduğumuz 2017 Türk Dili Yılı’nın ülkemize her alanda iyilikler ve güzellikler getirmesini diliyorum. Sadece Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile Türk Dil Kurumunun naçizane çabalarıyla yürütülemeyecek büyüklükte olan bu güzel ve anlamlı etkinliğe, kamu kurum ve kuruluşlarımız başta olmak üzere, bütün basın yayın kuruluşlarımızı, sivil toplum örgütlerini, eli kalem tutan şair, yazar ve düşünürlerimizi, öğretmenlerimizi ve kültür insanlarını katkı ve destek vermeye davet ediyorum” ifadelerini kullandı.

“Din yoluyla dile giren kelimelere dokunursanız Türkiye Büyük Millet Meclisini bombalayan pilotlar yetiştirirsiniz”

Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sinan Kaçalin, dilin kaybedilmesi durumunda topraklarında kaybedileceğine dikkat çekerek şunları söyledi:

“Bu coğrafyada kazandığınız dil ağzınızdan giderse, bu coğrafyadan kazandığınız toprakta altınızdan kayar. Adlandırmalarınızı siz yapamaz olursunuz. Avrupa liselerinde, Grekçe ve Latince okutulması Roma’yı diriltmek hayallerine kaynaklık etmediği gibi, Türkiye liselerinde Arapça ve Osmanlıca okutulması da, Kılız Elma emellerini beslemeyecektir. Turan ise hayalde kalmış bir mekandır. Yeni giren kelimelere karşılıklar aranması gerekirken ve bu gereklilik uzaktan seyredilirken, eskiden beri kullandığımız ve dilimize girdiği ancak tapu kayıtlarında kalmış kelimelerle yazmamak, Türk dilini kökten kazımak projesidir. Hayat ve ömür yerine yaşam, zaruri ve mecburi yerine zorunlu, tabiat yerine doğa, şart yerine koşul bu problemin ürünüdür” dedi.

Dinini kaybeden neslin dilini kaybetmesinin elzem olduğunu vurgulayan Kaçalin, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında hainlerin TBMM’yi bombalamasına değinerek, “Din yoluyla dile giren kelimelere dokunursanız Türkiye Büyük Millet Meclisini bombalayan pilotlar yetiştirirsiniz. Dilimizi yabancı boyunduruğundan kurtarıyorum derken; Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül’ün kılına dokunulmaması manidar değil mi? Bütün kelimesi Türkçeyken, hassaten tedavülden düşürülüp tümde ısrar edilmesi size bir şey anlatmıyor mu? Bir zamanlar 3 kıta da hükmü yürüyenler, 3 dilde şiir söyleyenler vardı. Şimdi 3 tarafı denizle kuşatılmış bir yarımada da kendi dilinde kendisini ifade edemeyen gençlerimiz var. Hiçbir şey için geç kalınmış değildir. Atamızla aramızı açmaya, anamızla bağımızı koparmaya kimse kendisini hak sahibi görmesin. Atamız bizim atamız, türkümüz bizim türkümüzdür. Atamızı anlamak ve türkümüzü çığırmak, Atatürk’ümüzü haykırmak bizim en tabi ülkümüzdür” açıklamasını yaptı.

“Tarhana çorbası getiren yemek şirketlerine geytirink göytürünk demeyi kabullenmek mümkün değildir"

Dilin; sosyal, canlı ve değişken bir olgu olarak, her zaman tartışmaların odağında bulunduğunu ve bu konuda tarih boyunca çok farklı görüşlerin ortaya konulduğunu kaydeden Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Derya Örs, yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Ülkemizde dil bilincinin arttırılması konusundaki yüksek ülkümüze ola

şabilmemiz için, paradan ve maddi imkanlardan çok manevi desteklere, olumlu ve yapıcı yaklaşımlara, duyarlı ve özenli eşgüdümlere, ortak anlayışlara ve emek yoğun çalışmalara ihtiyacımız var. Dilimizin, yabancı dillerin etkisinden korunması bağlamında böylesi sıkı ve etkili bir işbirliğine gitmeden veya ortak ve kararlı bir tutum sergilemeden başarıya ulaşmamız mümkün değildir. Türk Dil Kurumunun yasal mevzuatı gereğince sorun olarak gördüğü çeşitli durumlarda, o konunun ilgililerine sadece tavsiyede bulunmaktan öte bir yaptırım gücü bulunmamaktadır. Dolayısıyla söz gelimi, şehirlerimizin her geçen gün yabancı yer ve mekan adlarıyla biraz daha kirlenen ve tanınmaz hale gelen çehresini değiştirmek, bu kötü gidişe dur demek, iş yerlerine ve mekanlara ruhsat veren belediyelerimizin yetkisi ve sorumluluğundadır. Pek çok kelime, kavrak ve terimin açık, anlaşılır Türkçesi varken, yabancı karşılıklarını tercih etmemek, kullanmamak tamamen kamu kurumlarımızın bu konudaki dikkatine, özenine ve duyarlılığına bağlıdır. Tanıtım yerini lansman yapmanın, inovasyonu yenileşime tercih etmenin, bir toplantıyı yöneten kişiye moderatör ünvanı vermenin, kiralamayı leasinge çevirmenin, tarhana çorbası getiren yemek şirketlerine geytirink göytürünk demenin, her yüksek binayı ve alışveriş merkezini tower, center, plaza adlandırmanın, sakinlerinin kahir ekseriyetini iki kuşak önce köyden şehre göçmüş Anadolu insanlarının oluşturduğu toplu konutlara falanca life, falanca world gibi isimler koymanın, bilmem ne hospitallerin başını alıp gittiği bir ortamda Türk kültüründen, Türk dilinden, Türk adet ve geleneklerinden söz etmek, bunları hiçbir şey olmamış gibi kabullenmek herhalde mümkün olmasa gerek. Bütün olup bitenleri basit bir özentiye veya ticari kaygılarla açıklamanın yeterli olmadığını, sadece Türkçeyi değil, Türk kültürünü de derinden yaralayan bu kirliliğe izin vermeme sorumluluk ve yetkisine sahip olan kamu kurumlarının bu konuda daha duyarlı, özenli olması gerektiğini kendilerine hatırlatmayı naçizane bir görev kabul ediyoruz.”
Kaynak: iha