Karadenizli Amazonların gizli cenneti GİDEROS 

Kastamonu’nun Cide sahilindeki Gideros Koyu, antik çağdan bu yana güzelliği dillere destan olan bir doğa cenneti. Tarihin ilk coğrafyacısı Strabon, koydaki yerleşimi 3500 yıl önce Amazonların kurduğunu yazıyor. Gideros’un kadınları bugün de Amazonlar gibi doğayla savaşıyor. Balıkçılık, hayvancılık yapıyor, restoran, pansiyon işletiyor.

Gideros, bu yıl Seçkin Avrupa Destinasyonları (EDEN) ödülüne Türkiye’den gösterilen dört adaydan biriydi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, yaban hayatı geliştirme konusundaki başarısı nedeniyle birinciliğe Kars’ın Kuyucuk Gölü’nü uygun gördü. Bu yaz yolunuz Karadeniz sahiline düşerse, Gideros’a mutlaka uğrayın.

Sıcak yaz günlerinin serin kuytusu, Batı Karadeniz’in doğa harikası, çılgın Karadeniz’in uysal koyu Gideros... Karadeniz’le ağaç denizinin kavuştuğu, tarihle doğanın buluştuğu nokta...

Cide ilçe merkezine 11 kilometre uzaklıktaki Gideros Koyu, birinci derecede doğal, ikinci derecede tarihi sit alanı. Geçmişi MÖ 15. yüzyıla uzanıyor. Strabon, buradaki ilk site devletini Amazonların, Prof. R. Leonhard ise Akalar’ın kurduğunu söylüyor.

Homeros’un metinlerinde de rastlıyoruz Gideros’a. MÖ. 12. yy’da geçtiği sanılan Truva Savaşları’nı anlatırken, Batı Karadeniz sahil şeridinde kurulan güçlü Paphlagonia’dan bahsediyor. Bu krallığın Parthénios (Bartın), Sesamos (Amasra), Kromna (Kurucaşile), Aigialos (Cide) ve Kytoros’u (Gideros) içine aldığını öğreniyoruz. Gideros tarafında Henet, yahut Heneti (Enetler) adlı bir kavmin yaşadığını belirtiyor.

İlyada destanında “Ulu gönüllü Enetler’in ve Paphlagonlar’ın hanı, Ares benzeri Plymen’in savaş alanına katırlara binmiş muharipleriyle geldiğini” anlatıyor. Ancak Truva Savaşı’nın sonu felaket olmuş. Kral oğlunu kaybetmiş, Paphlagonlar ikiye bölünmüş, bir bölümü Amasra’ya yakın Egialos (Cide) civarındaki köye yerleşmiş, diğerleri Adriyatik sahillerine göç ederek, Veneto halkının atalarını oluşturmuş.

KADINLAR TARİH YAZMIŞ

Gideros’un kaderi kadınlarla değişmiş hep. Amazonlar kurmuş, Büyük İskender’in baldızı Amastris yıktırmış. Bugün de Gideros’a hayat veren, yine kadınlar. Denizle ilgili her türlü işi yapıyorlar. Kürek çeken, ağ atan, balık tutan, bunları ayıklayan, pişirip sunan... Onları izlemeye kalkarsanız bir süre sonra kendinizi işin içinde bulabilirsiniz. Farkında olmadan çalışmaya başlarsınız. Çünkü bir Amazon kadını liderliği ve zekasıyla çevresindekileri yönetir.

Koyda altı aile yaşıyor. Pansiyon, balık lokantası işletiyorlar. Aynı zamanda dalgıç, yat ustası, motor tamircisi, balıkçı, boyacı, kaptan, ağ örücüsü olduklarını söylesem, şaşırırsınız. Herkes çok becerikli burada... Ellerine kereste verseniz, yat; ip verseniz ağ alırsınız.

KAYADAKİ CENEVİZ TOPU

Koyun denize açılan ağzı 130 metre genişliğinde. Bu nedenle Karadeniz’in hırçın dalgaları iç bölüme ulaşamıyor. Suyu her zaman bir göl kadar sakin. Çapı doğudan batıya, 514 metre. Girişi ve orta bölümü derin, sahilleri akvaryum misali balıkları izleyebileceğiniz kadar sığ. Sahili, dibi çakıl. Bu nedenle suyu her zaman kristal berraklığında.

Gideros’un denizden girişindeki iki burunda yaklaşık dört metre yüksekliğinde, 20’şer metre uzunluğunda surlar yükseliyor. Uç noktalarında birer burç kondurulmuş. Batı burnundaki kalıntıları bitkiler örtmüş. Rıfat Ilgaz’ın eserlerinde bahsettiği, Cenevizlilerden kalma toplar hâlâ kayaların üzerinde. Taşa sabitlenen toplar, yüzyıllardır kayık bağlamak için kullanılmış. Deniz suyuna, neme inat, geçmişi anlatmak ister gibi dimdik ayaktalar.

Geçmiş çağların izini koyun iki noktasında daha görmek mümkün. Dağın eteğinde, kıyıdan 100 metre içerideki bir tepenin üstünde kilise kalıntısı bulunuyor. Sadece duvarları ayakta. Altındaki Çadırini Mağarası yaklaşık 80 metre derinliğinde, tabanı kesme taşla kaplı. Koydan sarp kayalıklarla yükselen dağın zirvesine yakın bölgede üç mağara bulunuyor. İkisi, yaklaşık 300 kişiyi barındırabilecek büyüklükte. İçlerindeki sarkıt ve dikitler büyüleyici güzellikte. En büyük mağaranın kapısına sarnıç yapılmış. Çevrede birkaç mezar dikkat çekiyor.

CÖMERT YABAN ÖRDEKLERİ

Batı Karadeniz’de bitkilerin yetişmek için toprağa ihtiyacı yok. Kayalardan bile yeşillik fışkırıyor. Antik Çağ ozanlarından Catulle bir şiirinde “Kytoros’un dağlarını taçlandıran şimşir ağaçları”ndan bahsediyor. MÖ. 8.yy’da puhu kuşu denince Atina, buğday denince Mısır, balık denince Çanakkale, safran denince Kilikya, şimşir ağacı denince Gideros gelirmiş akla. Gideros ormanları hâlâ eski görkemini koruyor. Tepeleri dev kestane, ıhlamur, çam, kayın, köknar, meşeler süslüyor. Yükseklerden koya baktığınızda Karadeniz ve gökyüzünün mavisinin içinden yeşilin binbir tonu üstünüze dalga dalga geliyor.

Her mevsim güzel Gideros. Ancak haziran - ağustos arasını özellikle öneririm. Doğanın içinde konaklamak, kuş seslerini doyasıya dinlemek, ruhunuzu dinlendirmek istiyorsanız ideal zaman. Koy şu günlerde olta balıkçılarının uğrak yeri. Kayıkla veya kayalardan olta sallayarak balık tutuyorlar. Ben de günbatımı seyretmeye ve fotoğraf çekmeye gidiyorum. Taze ördek yumurtası da toplamak istiyorum ama martılar hep benden önde. Koydaki yaban ördekleri su kenarı, su içindeki taşlar dahil her yere yumurtluyor. Martılar bu anı sabırsızlıkla bekliyor. Ördekler yumurtanın üzerinden kalkar kalkmaz, martı taze yumurtaya koşuyor.

İnsanlara çok alışmış ördekler. Yabanlıkları kalmamış gibi. Yavrularını arkalarına takıp, önünüzde geçit yapıyorlar. Gideros’ta mutlaka balık yemelisiniz. Salatayla birlikte. Burada tattıktan sonra, salata konusunda düşünceleriniz değişebilir! Salatanın içindeki her şey canlı ve diri. Sofrada günbatımını izlemek ayrı bir doyum. Sorun, manzaranın doyulmazlığı. Güneş neden bu kadar çabuk batıyor, diye soruyorum her seferinde kendime. Her güzel olayda yaşadığımız zaman yanılsaması mı sözkonusu olan, yoksa Güneş kıskançlık yapıp koyu saklamak mı istiyor? Bence ikincisi, yoksa Güneş bu kadar kızıp kıpkırmızı olur muydu? 

Editör: TE Bilişim