Karadenize denizden ulaşamamak

2. Dünya Savaşı yeni bitmiş. Cumhuriyetimiz kurulalı yirmi üç, Atatürk’ümüzü kaybedeli sekiz yıl olmuş. Onuncu yıl marşı her fırsatta bütün coşkusuyla Anadolu denilen bu toprağın her yöresinde söyleniyor. Sokakta subay görünce en azından aramızdaki şamatayı kesip selam veriyoruz. İlkokul çağındaki çocuklara o alışılmış “Büyüyünce n’olcan bakim” sorusu yönelince, o pırıl pırıl gözler olabildiğince ciddi hep aynı cevabı alıyoruz “Asker, subay daha büyüyünce de Atatürk olcam”.

Ülke demir ağlarla örülüyor, İstanbul’dan Karadeniz’in her noktasına yolcu ve yük taşıyan “Posta gemileri” ile ulaşılıyor. Aynı şekilde Bandırma, Ayvalık, İzmir, İskenderun postaları, kıyılarımızda dizili kent, kasaba hatta köylere uğrayan o gizemli, yorgun yoksul görünüşlü, gittikleri her yere yolcularla birlikte gazete, posta, un , şeker, pirinç ve daha nice ihtiyaç mallarını da götüren, oraların ürünlerini de yükleyip İzmir, İstanbul gibi uluslararası önemdeki ihraç limanlarına ulaştıran hep o posta gemileri.

Yaz, kış fırtına demeden yaktıkları kömürün dumanı bacalarından rüzgâra baş eğmiş belli belirsiz bir hüzünle savrulan, gittikleri yere şiirlerini, hüzünlerini, türkülerini ve mutluluklarını götüren o gizemli şeyler; posta gemileri. Londra ya da Avrupa’nın herhangi bir noktasından uçağına atlayıp o zamanki Yeşilköy’e varışında bir taksi ile “Tophane rıhtımına lütfen” diyen yüzlerce turist yarım saat sonra Karadeniz Postası’nın bir yolcu gemisinde pırıl pırıl kamarasında buluyorlar kendilerini.

Geminin kalkışında dünyada eşi bulunmaz İstanbul’u, nefeslerini kesen bir şiir olan Boğaz’ı seyrederek Karadeniz’e doğru süzülüyorlar. Boğazın mavisinde benim “beyaz deniz kuşları” dediğim şehir hattı vapurları, kıyılarda henüz yanmamış yıkılmamış ya da hemen arkalarında çirkin gökdelen yapılar kondurulmamış bir “İstanbul” ziyafetinden sonra gemi Anadolu Feneri’ni bordalayıp Zonguldak’a rota veriyor.

Karadeniz’in suları, inen akşamla birlikte billur mavisinden laciverde doğru renk değiştirirken geminin bir hafta öncesinden kalma kaba denizlerle düştüğü çok ağır tempolu tatlı yalpa, biraz romantizme yatkın yolcuların ayaklarının altında kımıldayan bir deniz devi fantezisi yaratıyor.

Bu on yıllar öncesi Karadeniz’in turizm ile ilgili yönünden bir kesit. Asıl önemlisi Karadeniz dahil tüm Anadolu’yu çevreleyen kıyılardaki köy, kasaba, limanlarla başta İstanbul olmak üzere büyük kent limanlar arasındaki trafik. Bu tümüyle denizden zamanın ulaşım fedaileri olan posta gemileriyle karşılanıyor. Akla gelen her türlü ticari malı kocaman ağızlarını açmış ambarlarına indirip yutan bu gemilerde bütün Karadeniz halkı yolculuk ediyor.

Mal alacak malını satacak iş adamı, üniversiteye ya da askere giden delikanlı, derdine bir türlü deva bulamayan hasta, İstanbul’a hep bu gemilerle gidip geliyor. Kuruluş ve ayrı isimler altında on yıllar boyunca gelişimi başlı başına bir tarih, şimdi ise masallar kadar uzak adeta bir efsane olan “Denizyolları”nın Karadeniz Postaları. Karayolları salhane değil o yıllarda. Deniz halkın güvendiği bir ulaşım yolu. Üstelik en ucuz, hesaplı ve güvenli bir taşıma şekli. Dahası bir devlet politikası bu.

Aylar önce Gürcistan sınırından Karadeniz’in en batısındaki İğneada Feneri’ne kadar olan şeritte yeni bir kitabımın çalışması ile ilgili olarak karış karış dolaştım. O şerit boyunca on yıllar sonra gördüğüm şimdi bazısı kaza, il olmuş yerleşimler sıralanmış.

Anlatılmaz bir kıyı güzelliği, anlatılmaz bir coğrafya şiiri Hopa, Of, Sürmene, Trabzon, Akçaabat, Görele, Tirebolu, Giresun, Ordu, Perşembe, Fatsa, Gebze, Sinop, Cide ve batıya doğru sıralanmış Amasra, Çatalzeytin, Kurucaşile, vb. O ünlü Fransız ve de İtalyan riviyerasını oluşturan Akdeniz kıyıları güzellik kavramından yana bence çok çok gerilerde kalıyor. Yazıyı uzatmaya imkân yok. Yerimiz kalmadı.

Şimdi bu güzelliklerin hiçbirine denizden ulaşacağımız bir toplu taşıma aracı yok. Hepsi tarihe karışmış, satılmış, yok edilmiş. Ulaşımın her türlüsü her gün yüzlerce insanın toz toprak kan içinde can verdiği karayolları sistemi içinde yapılıyor. Gelin de “Hey gidi günler” demeyin. Demiryolları nasıl o günlerde olduğu gibi bırakılmış ise denizyolları daha da beter olmuş hepten yok olmuş. O güzelim Karadeniz kıyılarında inci gibi sıralanmış yerleşimlere deniz yoluyla ulaşmak tek kelime ile “mümkün değil”.

Editör: TE Bilişim