Ve gemi gidiyor 'Gümüş Gölge'
Ve gemi gidiyor 'Gümüş Gölge'


Deniz sizde ne hissi yaratır? Açıkçası bende bir çocuğa mahsus naif, sevinç dolu bir heyecan. İşte bizim gemi yolculuğumuz da böyle başladı.

Gemiye varmak için önce Nice'e sonra Monte Carlo'ya geçiyoruz. Nice'te her şey vasat, Monaco ise dünyanın en sevimsiz şehri


Üç dört yılı buldu. Bir gemi seyahati deneyimim olmuştu. Bugün gibi hatırlıyorum, iyi idi, hoş idi. Ama gemiden şöyle bir hisle karaya çıkmıştım: Yakın zamanda bir daha gemi gezisi yapılmayacak! Neden? Çünkü o seferin kalabalık gemi mevcudu bende sıkıştırılmış bir tatil köyü intibaı yaratmıştı. Zaman geçti. Silversea seferlerini satan Airep, Ferzan Ünlüsoy bizi yakaladı. "Asla baştan hayır dememelisin" diye. Peki ama niye? Çünkü bu gemiler büyük değil ve özel! Gerçekten öyle mi? İşte yazdıklarımız onun hikayesi.

BU NASIL ŞÖHRET?
Söyler misiniz, deniz sizde ne hissi yaratır? Açıkçası benim en çok yüz göz olduğum Akdeniz, bende her sefer yeniden heyecan yaratır. Hem de bir çocuğa mahsus naif, sevinç dolu bir heyecan. İşte seferimiz böyle başlıyor. THY'nin artık sadece eski günlerini aradığımız uçuşlarından birisi ile Nice'e uçuyoruz. Burası Fransız Akdenizi'nin kapısı gibi. Öyle kritik bir yere yerleşmiş ki Cote d'Azur denilen büyük koya, sağına soluna, hatta sadece Fransa'ya da değil, Kuzeybatı İtalya'ya bile ulaşmak için uygun bir yerde. Nice'te sadece bir gece konaklayıp ertesi sabah erkenden Monte Carlo'ya yola koyulacağız. O gece Le Grand Balcon'da, eski Nice'in en civcivli caddesi üzerinde yiyoruz. Baştan şunu söyleyelim. Servis berbat, mutfak ise ancak şöyle böyle. Oysa "büyük teras" için Nice'in iyi lokantalarındandır şöhreti var. Nasıl olur? Demeyin. Demek ki buranın arz ve talebi bu düzeydedir. Nihayet sabah oluyor. Nice sahil şeridi için söylenecek tek şey şu. Bizim bütün yerel yöneticiler bir kez burayı görmeli. Bu vasat verilerden nasıl bir şöhret, marka oluşmuş diye!

CAP FERRAT HARİKA
Yola koyulacağız. Fakat araba istediğimiz şirket müsaid olmayınca çaresizlik bizi çok hoş bir sürprize sürüklüyor. Otelin kapısına bir cabriolet getirmişler. Meğerse bu Road Show sadece üstü açık arabaları kiralayan bir kuruluş değil miymiş! Bizim antika otomobil derneğindeki arkadaşların kulakları çınlasın. Arabalar onları dahi heyecanlandıracak temizlikte. Çoğu 30-40 yıllık spor arabalar. Pırıl pırıl, her şeyleri orijinal. Hemen yerleşip yola koyuluyoruz. Neşemiz tam. Şu Nice'ten kurtulduk. Tırmana tırmana çıkıyoruz. Sağ tarafımız Akdeniz, Cap Ferrat. Gördüğümüz güzellik ruhumuzu okşuyor. Bu sadece tabiat değil. Aynı zamanda insan eli ile oluşturulmuş. O köyler, sonra belli ki dikilmiş ağaçlar. Bazılarını birisi gelip öyle bir yere dikmiş ki. Sanki dünyanın en mahir peyzaj mimarı. Üstelik sizi düşünerek 40-50 yıl önce yerleştirmiş. O selviyi, çam fıstığını... Bu muazzam insanların alemine şükranlarımızı sunuyoruz. Hedefimiz Eze. Burası aşağıdaki Cap Ferrat'ya, hatta bütün koya Zeus gibi bakabileceğiniz bir köy. Yol, yumuşatılmış bir yamacı tırmana tırmana çıkıyor. Nihayet bir meydan. Bundan sonrası merdivenler. Bir ortaçağ köyünün içinden geçerek tepeye gidiyoruz. Yukarıda iki otel var. Bunlar küçük butik oteller. Birisi Chateau de la Chevre d'Or, diğeri Chateau Eza. Toplam 20-30 odadan söz ediyoruz. Bir de lokantaları var tabii. Oldukça iddialı. Hem mutfak, hem de servis birden bambaşka bir düzeye çıkıyor. Dedik ya, kendinizi Zeus gibi hissedesiniz diye hem tabiat hem de insan eli elinden geleni yapıyor halde. Yemeği takiben köyün sokaklarını turluyoruz. Zevkle serpiştirilmiş turistik dükkanlar. Şurası kesin. Bu atmosferde her şeyi satmak kabil.

7 GÜNLÜK YOLCULUK
Nihayet yola koyuluyoruz. Bir saate varmadan Monte Carlo'dayız. Monaco dünyanın en sevimsiz şehri. Kaçıncı defadır köşe bucak bakınıyorum; burada insanı cezbedecek ne olabilir diye. Tarih mi? Yok. Estetik mi? Yok. Doğa mı? Yok olmuş. Bir yeni zengin fuarı, evet. Sanki her biri vizesini almaya gelmiş, "Evet, parası ölçüsüzdür" diye. Gereksiz şehirde oyalanmadan limana iniyoruz. Gemimiz orada, yanaşmış "Silver Shadow/ Gümüş Gölge". Merakla, hatta heyecanla bakınıyorum, neye benziyor diye. Orta büyüklükte çok güzel bir gemi. İşlemler kısa. Karşılama fevkalade ölçülü, mesafeli ve nazik. Çarçabuk kamaralara ulaşıyoruz. Geminin çoğunluk kamaralarından birisindeyiz. Bir otel odası düşünün. İçinde şunlar var: Hem duşu, hem küveti olan bir banyo, bir giyinme soyunma odası, yatak odası, oturma, TV bölümü, yazı masası, makyaj masası, önünde verandaya çıkılıyor. Bu oda, eski vapur odamızın iki katı gibi. Odamıza göz kulak olacak olan Petra geliyor. Ne nerededir, anlatıyor. Güler yüzlü, şık bir kız. Bavullarımız gelir gelmez yayılıyoruz. Artık gemi kıyafetlerimize Padişahbet bürüneceğiz. Verandaya yerleşiyorum. Geminin demir alması akşam yemeğini takiben. Neden? Bir, Monte Carlo bile gece olunca daha güzel. Hatırımızda öyle kalsın istiyor olabilirler. İkincisi deniz yok ama siz lokantada iken en ufak bir sallantı olsun istemiyorlar. Monte Carlo'nun ışıkları küçülüyor, küçülüyor... Bu yolculuk 7 gece sonra Roma'da bitecek. Diğer limanlar haftaya. Altımızda Akdeniz, üstümüzde dolunay. Tam yol ileri!

(SABAH GAZETESİ)

Editör: TE Bilişim