Konşimentolardan bir koleksiyon yaratmış

MSC Gemi Acenteliği A.Ş.'nin Forwarder İlişkileri Müdürü Ahmet Aytoğan, 1992’de denizcilik sektörüne girince tanıştığı konşimentolardan uluslararası etkinliklerde sergilenen bir koleksiyon yaratmış. İşte öyküsü...

Koleksiyonun en güzel tarafı, toplayana yeni ufuklar açması, ilham vermesi. İşte böylesi “İlham Veren Koleksiyonlar” ı sayfalarımızda zaman zaman sizlerle paylaşacağız... İlk koleksiyonumuzun konusu oldukça ilginç: Konşimentolar. Denizcilikle ilgili herkesin iyi tanıdığı bu kıymetli evrağı Türkçe Sözlük “Taşınmak için gemiye teslim edilen bir mala karşılık olarak verilen alındı” şeklinde tanımlıyor. Halen MSC Gemi Acenteliği A.Ş.’nin Forwarder İlişkileri Müdürü olan Ahmet Aytoğan, 1992’de denizcilik sektörüne girdiğinde ilgisini çeken bu belgeden bir koleksiyon “yaratmış.” Tespitlerine göre Türkiye’de tek olan, çeşitli organizasyonlarda sergilenen koleksiyonunun hikâyesini bizlerle paylaştı...

- Her koleksiyonun bir başlangıç öyküsü vardır...

Ağabeyim Karabey Aydoğan çok iyi bir koleksiyoner; Köy enstitüleriyle ilgili bir koleksiyonu var. İlhamım odur... Denizcilik işine tesadüfen girdim ben, 1992’de. Konşimento nedir diye bilgi edinebileceğim yerlere müracat ettim, hakikaten tatmin edici bir şey yok. Dedim ki “Bu konuda yeterli bilgi, belge yok. Madem bu kadar dış ticarette baş aktör bir belge bunun koleksiyonunu yapabilirim.” Fikrimi abimle paylaştım; “Israrla, yıllarca yapacaksan buyur, çok doğru bir karar” dedi. O zamanlar çalıştığım Arkas Denizcilik’te üstadım Piyer Kalomeni’ydi, ona açtım. “Ben yıllarımı harcadım, aklıma gelmedi. Gelseydi çok güzel örneklerini toplardım” dedi. Ben de bir aşk, bir tutku hâline dönüştürdüm, “Bu mesleği icra ediyorsak, buradan geçimimizi sağlıyorsak buna vefa borcumuzu ödeyelim” düşüncesiyle. Ama, yürekten söyleyeyim; bu kadar büyük bir koleksiyon olacağını, bunun bir aşka dönüşeceğini tahmin etmemiştim. Gece 04.00’te uyanıyorsunuz, internette uluslararası bir mezat var. Alıyorsunuz seviniyorsunuz; uykunuz kaçıyor, alamıyorsunuz üzülüyorsunuz; yine uykunuz kaçıyor...

- Böyle yan etkileri de var demek! Pekiyi, 24 yıldır topluyorsunuz, süreci de anlatır mısınız biraz...

Fikir kabul görünce, önce çalıştığım şirketteki güncelleri toplamaya başladım. Sonra efemera dükkânlarına gittim. İstanbul çok güzel bir şehir o anlamda. Hafta sonu dükkânlarda küçük müzayedeler oluyor. 1995’lerde artık beni tanıyorlardı sahafl arda. Konşimento nedir kimse bilmiyordu ama, “konşimento gibi” deyip bildiriyorlardı. Türkiye’de maalesef belgeye pek sahip çıkmıyoruz. Oysa ciddi anlamda denizcilik faaliyetleri var. Osmanlı dönemindekiler, yabancı şirketlerinkiler nereye gitti? Hepsi yakılmış, atılmış. Türkiye’de baktım pek fazla bir şey çıkmıyor; yurtdışına gittiğimde dükkânları araştırdım, onlarla irtibat kurdum. İnsanlar iş toplantısından sonra turistik gezi yaparken ben oralara giderdim.

- Bu arada ben de konşimentoları inceliyorum. Yüzyıllar öncesinden, farklı dillerde, kimi mitolojik figürlü, kimi mühürlü, pullu yüzlerce örnek. Çerçevesini çizebilir misiniz bize?

750 adet toparladık. Uzakdoğu dillerinde var. Osmanlıca var. En eskisi olan 1680 tarihli, Latince. Akdeniz'de çok konşimento var, çünkü; deniz taşımacılığı tarihi orada yatıyor. Konşimento dediğimiz belgenin benzerleri İtalyanca, İspanyolca, Yunanca. Hemen hemen her dilde. 1700’lü yıllardan örnekler de var.

- Kitap projenizden de söz etsek...

Bir taslak hazırladık. İsmini henüz söylemem doğru olmaz, bir yerle görüşüyoruz. Sponsor olarak ya da bu koleksiyonu komple alıp, kitap yapmak üzere akademik bir çalışma yaptırıp, hepsini tercüme ettirip, büyük boyutlu bir şey hazırlamak için. Olumlu gelişiyor. Bu koleksiyonun Türkiye dışına çıkmaması lâzım. Öyle bir gayretimiz olmadı ama, yaptığımız sergilerde bunu dillendiren oldu. “Değerlendirmek isterseniz haber verin” diye. Dünyada sergisi ilk kez yapılmış bir şeyin Türkiye’den çıkıp denizcilik dünyasına kazandırılması mühim bir şey. Ben koleksiyonu yaptım ama, samimiyetle söyleyebilirim, bundan sonrası zor. Bunun kitaplaştırılması... Akademik, bilimsel böyle bir donanınım yok. Kitap hâline getirilip dünyaya tanıtılması Türkiye açısından güzel bir şey olur... Hayallerime kalacak olursa, bunları, bir vapuru sergi salonu yapıp, gemi eskileriyle birlikte sergileyip Akdeniz’i gezdirebiliriz. Bir de küçük orkestra konsa, çok güzel olur. Ben bunun tanıtım için bir araç olarak ciddi anlamda kullanılabileceğini düşünüyorum.

ÖNCELİĞİ AKADEMİK ÇALIŞMA

Ahmet Aytoğan, koleksiyonunun kitaplaştırılmasından yana. “Önceliğim titiz bir akademik çalışmayla değerlendirilmesi, Türkiye'de bunu yapabilecek yetkin isimler var” diyor.

“O KURDU BESLEYİP BÜYÜTÜN”

Gençlere de bir mesajı var Ahmet Bey’in: “Gençleri görüyorum, bir tutku, bir merak sahibi değiller. Çevrelerine karşı çok ilgisizler. Başarısızlıklarının hepsine mucize kabilinden kılıfl ar buluyorlar, sığınaklar oluşturuyorlar. Hayatta bir amaçları olmalı. Belki benim çabam örnek olabilir. Bizim babalarımızın hiçbir maddi imkânı yoktu. Şimdi çoğunun maddi imkânı daha iyi... Her ağacın kurdu özünden olur, diye bir laf vardır Anadolu’da, bu bir türküdür de aynı zamanda. Hakikaten o kurdu içinizde besleyip büyütmeniz, o aşkın sizi kemirmesi, diri tutması lâzım.”

KOLEKSİYONUN EN ESKİSİ 1680 TARİHLİ

Koleksiyonun en eskisi 1680’den, Latince, Polonya’dan çıkmış. Sadece bir yıl sonra, 1681’de, XIV. Louis, konşimentoyla ilgili bir kanun yayınlamış ve orada bugün hâlâ devam eden “Üç nüsha olacaktır” kuralını koymuş.

Okumasını bilene romanvari öyküler de anlatıyorlar

Konşimento koleksiyonu 2014’te Deniz Müzesi’nde sergilenmiş. Ahmet Aytoğan, “Araştırmalarımıza göre konşimento koleksiyonu sergisi dünyada ilkti” diyor. Aynı zamanda bir konşimento semineri gerçekleştirilmiş burada. İlk uluslararası sergi ise Uluslararası Taşımacılık ve Lojistik Hizmet Üretenleri Derneği (UTİKAD) Genel Müdürü Cavit Uğur’un desteğiyle FIATA’nın 2014’te İstanbul’da yaptığı “2014 FIATA Dünya Kongresi”nde açılmış. Ardından, 2015’te koleksiyon bu kez, Comite Maritime International’ın (CMI) dünya kongresinde, Deniz Hukuku Derneği ve hukukçu Bülent Sözer’in desteğiyle sergilenmiş. Ahmet Bey, şu sıralar da İngiltere’deki Naval Museum’la yeni bir sergi için görüşüyor. Tabii geride kalan 24 yıl anılarla da dolu. Biri de FIATA ile yapılan sergiden. Francesco Parisi, o dönemin FIATA Başkanı. Cavit Uğur fark ediyor ki 1937 tarihli bir konşimentoda “Francesco Parisi” yazıyor, ticaret adamı olarak. Araştırıyorlar, dedesi çıkıyor ve hoş olan, o konşimentodan 3 nüsha var. Bir nüshasına kıyıp çerçeveletiyorlar, sergi açılışında Parisi’ye takdim ediyorlar. Çok şaşırıyor ve tabii çok seviniyor.

KAPTAN DERELİ'NİN TEREKESİNDEN ÇIKAN...

Konşimentolar, farklı farklı özellikleriyle de öne çıkıyor. Deniz Müzesi’ndeki sergiye el yazılarını, kağıdı, mürekkebi incelemek için hat sanatçıları gelmiş örneğin. Bir pul müptelâsıysa birinin üzerindeki pula talip olmuş ama, Ahmet Bey koleksiyonunu bozmamış tabii ki... Hüzünlü romanlar da saklıyor bu sararmış belgeler bazen... Merakla dinliyorum Ahmet Aytoğan’ı...

2001’de Çukurcuma’dan bir haber geliyor, elimize denizci birinin terekesi ulaştı, diye. Gidip bakıyorlar, 200 tane kadar kitap ve onlarla birlikte bir sürü bohçalanmış eşya. Kaptan Hüseyin Dereli’nin terekesi... Sonradan bu belgeleri incelerken öğreniyorlar ki Dereli, önemli bir kaptan ve çalışanlarının çok sevdiği birisi. İzmir Liman İşletmeleri müdürlüğü yapmış 1960’larda. Ve de bir kahraman! Nasıl derseniz, İzmir Körfezi’nde İzmir Vapuru’yla Amerikan şilebi çarpışıyor 1957’de. Ve Hüseyin Dereli o İzmir gemisinin 2. Kaptan’ı. Birbirlerine girmiş gemiler, Birinci Kaptan şokta. Genç kaptan Dereli atlıyor Amerikan şilebine, diyor ki “Ben bu suları çok iyi biliyorum. Gemimde 300’ü aşkın yolcu, mürettebatım ve bir sürü yüküm var. Sen eğer tornistan yapar da gemiyi ayırırsan buraya batar. Senin geminin kumandasını bana ver.” Narlıdere açıklarına gemiyi sürükleyip bütün yolcuları kurtarıyor...

İNSANIN HOBİSİYLE İŞİ AYNI OLURSA

Hobilerimizi genelde mesleklerimizle çok da ilgili olmayan şeylerden seçeriz. Oysa Ahmet Bey tam tersini yapmış. Neredeyse çeyrek asırdır hem mesaisini hem de hobisini denizciliğe ayırmış. “Bu mesleği icra ediyorsak, geçimimizi buradan sağlıyorsak vefa borcumuzu ödeyelim” diye düşünmüş. Diyor ki: “Ben alaylıyım, ticaret lisesi mezunuyum. Üniversite okumadım. Tam bir alaylı olarak yetiştim. Bu belki mektepli olmamamızın dürtüsü olabilir. İddia etmiyorum, olabilir. O eksikliği burada giderdim. Zaman içersinde aşka dönüştü. Fakat, belki de, bu mesleğin mekteplisi olmamanın perspektif genişliğini yaşadım. Çünkü örneğin benim üstadım, alaylı ama, bu meslekte ‘doğmuş.’ Yine de bir körlük yaşamış. Elinden bir sürü geçmiş, biriktirmeyi düşünmemiş. Uzak yol kaptanı Refi k Akdoğan var, 89 yaşında, ‘Ahmetçiğim bizim aklımıza gelmezdi ki imzalardık, verirdik’ diyor. Ben bir farklılık yarattım, mesleğin içinden gelmediğim için belki. Bu mesleği sevdim, biraz idealist yanımız var ağabeyimle. Çok şeyle ilgilenmeyiz ama, ilgilendiğimiz alanda da iyi iş çıkarmaya gayret ederiz.”

Nermin Sayın/DÜNYA

Editör: TE Bilişim