Hayatımın kadınını denizden çıkardım
 
Bir adam düşünün, daha Türk lirasının sıfırsız halini görmemiş. “Aa, herkes Türkçe konuşuyor” şeklinde garip tepkiler veriyor. Yeni telefon modellerini bilmiyor, dünyadan haberi yok. Çünkü kendisi ünlü kaşif Macellan’ın rotasını takip ederek, 3 yıllık dünya turu yapan, Atlas dergisinin fotoğrafçısı, gezgin Hakan Öge’nin ta kendisi. Üstelik tek başına çıktığı turdan çift olarak döndü. Bu hafta evleniyor. Tek korkusu var: Karada yaşamak!

Hakan Öge’yi karşılamak için geçen pazar Antalya’ya giden grubun içindeydim. Annesi, babası, Atlas ekibi ve bir de Yalım Kaptan, Öge’yi karşılamak için sabah saatlerinde muhteşem bir guletle açıldık. Annesi Neşe Hanım ve babası Ayhan Bey o kadar heyecanlıydılar ki... Nasıl olmasınlar? Üç gün değil, üç ay değil tam üç sene... Oğullarını göremeden, ona dokunup sarılamadan geçen üç koca yıl. Ve buluşmaya dakikalar kalmış. Üstelik oğulları, yalnız değil, bir de gelin adayıyla birlikte dönüyor: Sophie Hunter... “Neler çektiğimi kimse bilemez. Kaç gecem uykusuz, oğlumu düşünerek ve onun için endişelenerek geçti” diyor annesi. “Özledim” kelimesini hiç kullanmamışlar bu geçen sürede. Acıları, özlemleri daha da artmasın diye... O da ne? Galiba Öge, ufukta görünüyor. Annesi oturduğu yerden kalkıyor. Yaklaşıyoruz ama yanlış alarm... Yeniden koordinatlar belirleniyor. Yine bir yelkenli görüyoruz. Evet, bu kez kesin o... Ellerimizde bayraklar... Annesinin dudaklarında dakikalardır aynı cümle: “Aman Allahım rüya mı? Biri beni uyandırsın” Ve bu kez hedefi şaşırmıyoruz. Yalım Kaptan guleti Öge’nin teknesine yaklaştırıyor. Denizin sessizliğini annesinin hıçkırıkları bozuyor...

“Hoşgeldin” derler gelene... Siz hoş mu geldiniz yoksa zor mu? Dönmeden önceki son gecenizi merak ediyorum. Nasıldı ruh haliniz?

Açıkçası çok zor uyudum. Heyecandan titriyordum. Sonuçta üç yıldır farklı bir yaşantı sürüyorum. Deniz hayatının farklı bir dinamiği var. Hayat çok yavaş akıyor. Randevular yok, telefon yok. İki gündür telefonum çalıyor. Sesine alışık değilim ki, yadırgıyorum.

Mutsuz musunuz döndüğünüze?

Üç senedir gelmeye çabaladığım yere geri döndüğüm için çok heyecanlıyım. Tabii ki çok mutluyum ama korkuyorum. Şehir hayatı, sürekli bir şeyleri yetiştirme telaşı kendimize ait olması gereken zamanı çalıyor bizden. Buradan gitmemin nedenlerinden biri de bu telaştan uzaklaşmaktı. Yeni boşanmıştım. Şimdi bu telaşın içerisine geri döndüm. Zamansızlığa ve karmaşaya... Hani derler ya “Sudan çıkmış balık” diye aynen öyleyim.

Teknede 24 saat nasıl geçiyordu?

Çok klasik aslında. Bütün gece uyanığım. Nöbet tutuyorum. Nöbet dediğin etrafı kolluyorsun. Gelen giden var mı, tekne nasıl gidiyor, rota ve hava ne durumda. Çünkü ona göre yelkenle oynamak lazım. Sabah oluyor, yatıyorum. Sophie alıyor nöbeti. Ben 9-10’a kadar uyuyorum. Sonra kahvaltı yapıyoruz. Beraber vakit geçiriyoruz. Kitap okuyoruz, konuşuyoruz vs... Saat 13.00 civarında öğle yemeği yiyoruz. Güneş batarken de akşam yemeği yiyoruz. Ben tekrar akşam nöbetini geri alıyorum. Karaya çıktığımızda fotoğraf çekiyorum. Etrafı dolaşıyoruz. Yemekten sonra tekneye dönüp film izliyoruz. Küçük bir video oynatıcımız vardı. Bu böyle hep devam ediyor. Hep aynı, hep aynı, hep aynı... Üç sene aynı şey yani.

Hiç mi sıkılmaz insan, aynı şeylerden? Deli miyim, ne işim var burada diye hiç mi düşünmediniz?

Sürekli macera peşinde koşan bir hayatım oldu. Diş hekimiydim ama dağcılık yaptım. Sonra yamaç paraşütü... Bu yolculuğu da ekspedisyon olsun diye çıktım. Dünyayı Kurtaran Adam pozisyonlarında falandım. Ama sonra, yalnız olduğum 6 aylık dönemde sık sık “Niye yalnız çıktım ki? Ne gereği vardı böyle bir şeyin?” diye düşündüm. “Keşke yanımda çok sevdiğim biri olsaydı da bütün bu güzellikleri onunla paylaşsaydım” dedim. Sürekli tek başına olmanın psikolojisi çok kötüydü. Düşünsenize gök mavi, deniz mavi, bir tekne bir de siz... Uyku desen, doğru düzgün uyuyamıyorsun... Uyursam bir gemi gelip beni çiğneyebilir. Ama iyi ki çıkmışım bu tura. Okyanusun ortasında hayatımın aşkını buldum...

Gerçekten inanılmaz. Nasıl oldu bu iş?

Kanarya Adaları’ndan tek başıma yola çıktım. Yeşil Burun Adaları’na geldim. Sonra orada Belçika bayraklı bir katamarana rastladım. Katherine ve Daniel diye bir çift dünya turuna çıkmışlar. Bayağı muhabbet oldu. Beni yemeğe çağırdılar. Fotoğrafçı olduğumu öğrenince ”Aa ne kadar ilginç. Bizim de bir kız kardeşimiz var fotoğrafçı “ deyip beni yeniden katamaranlarına davet ettiler.

Gittiğinizde Sophie de oradaydı...

Evet...

Ne oldu o tanışma anında?

Öyle ”Iııııııı“ diye kalakaldım. “Vay be” oldum. Ertesi gün uzun yürüyüşe çıktık. Ben Fransız okulundan mezun olduğum için, Sophie’nin de ana dili Fransızca olduğu için anlaşmamız kolay oldu. Sonra günler birbirini kovaladı. Acayip aşık olduk birbirimize... Ama 15 gün geçmişti ve benim dünya turuna yalnız devam etmem gerekiyordu. Ayrıldık. “Atlantik Okyanusu’nun karşısındaki adalarda buluşur, ne yapacağımıza karar veririz” dedik. Yola çıktım. Onlar da benden bir iki gün sonra yola çıktı. Bir hafta yalnız seyir yaptım Atlantik Okyanusu’nda. Bir akşam tam uyuklarken gözümü açtım. Ufuk çizgisinde bir ışık fark ettim. Yaklaşınca fark ettim ki Sophie’nin teknesi. Hakikaten çok büyük bir tesadüf.

Sonra ne oldu?

Önce bir iki saat için geldi tekneme. İkimiz de birbirimizi acayip özlemişiz tabii. ”Bak ben tek başımayım. Siz üç kişisiniz. Burada bir haksızlık var. Sen kal burada“ dedim. Bir tişört, bir şortla benimle kaldı. İşte o günden beri ayrılmadım.

Hiç mi olay çıkmadı, maziniz 15 gün sadece?

Çıktı tabii. Brezilya’ya doğru inmeye başladık acayip zor bir rotaydı. Orada ağladı, sızladı. “Ben yaşayamıyorum” artık oldu. Dedim “Sen git bir ay Belçika’ya ben devam edeyim.” O gitti ve ben zorlu bölümü tek başıma geçtim. Yoksa büyük ihtimalle devam edemezdik. Bir de Pasifik’i geçişimiz çok zordu. 33 gün sürdü. Tabii küçücük bir teknede, beraber kapalı kalmak ikimize de çok zor geldi. Orada ikimiz de isyanları oynadık.

Aşk uğruna feda ettiğiniz “Tek başına dünyayı dolaşan Türk unvanına“ ne oldu?

Tek başına dünyayı dolaşmaya kalkan bir sürü insan gördüm ama ”Ben tek başıma dolaşıyorum“ diye böbürlenen tek bir insan bile görmedim. Çünkü hepsi karada tek başına olduğu için denize de tek çıkmış. Hepsinin içinde mutsuzluk var. Denizdeki tek başınalık, karadaki tek başınalığın uzantısı. Sonuçta ben de eşimden ayrılmıştım. Eşimle dünya turu yapmak istiyordum ama olmadığı için bir başıma çıktım. Tek başına dünyayı dolaşarak ne kanıtlıyorsun? Dolaştın, ne olacak? Bu yolculuk benim için olgunlaşma süreciydi. Bir daha bazı şeyleri kanıtlamak uğruna böyle bir şey yapmam. Tek başına olmanın psikolojisik yönünü sevmedim. Hem hayatımın kadınını denizden çıkarmışım, unvanı kim ne yapsın.(gülüyor)

Bu aşk çok güzel, ya zorluklar... Sizi en çok zorlayan şey neydi?

Küçük teknede iki kişi olmak gerçekten çok zordu. Tuvalet bozuk, tatlı suyumuz yok, duş alamıyoruz, bir şey yapamıyoruz. Teknenin içinde ayakta duramıyoruz. Yemek yapamıyoruz. Dolap yok, her şey ortalıkta. Bu kadar dağınık bir ortamda yaşamak insanın psikolojisini çökertiyor. Tekne küçük olunca çok sallanıyor. Bir o yana gidiyor, bir bu yana gidiyor. Dünya dönüyor sürekli. Teknede yaşam çekilmez hale geliyor. Medeniyeti özlediğimiz çok zaman oldu. Özellikle Arap ülkelerinde çok fazla bağırsak enfeksiyonuna yakalandım. Hatta bir kere hastaneye gittim. Çapayı aramak için daldığımda kayaya çarpıp başımı yardım. Kilo verdim. Sarışın oldum! Çok fazla hareket edemediğim için adale kaybettim.

O kadar yer gezdiniz. Hafızanızda kalan resim nereye ait?

Patagonya Kanalları muhteşemdi. Horn Burnu civarında kanallar var. Giriyorsun, karşında devasal bir buzul. Bilmem kaç bin metrelik bir dağ ve buzul denize kadar yüzüyor. Ondan sonra etrafta penguenler. Hâlâ oranın hayaliyle yaşıyoruz. Onunun dışında bu Polonez Adaları’nda atollerde epey köpekbalığı gördük. Hatta teknenin etrafı köpekbalığı kaynıyordu. Tehlikesiz olduğunu biliyorduk. Çünkü etraf balık doluydu. Karınları tok olduğu için bize saldırmazdı. Saldırmadılar da. Girdik onlarla beraber yüzdük. Enteresandı.

Şimdi ne yapmayı planlıyorsunuz? Yeni bir yolculuk var mı ufukta?

Tekrar bu hayat dönmek istiyoruz. Kutuplara ve kutuplar civarında insanın olmadığı, vahşi yaşamın olmadığı adalar var. Oralara gitmek istiyoruz. Oralarda denizaltıyla belgeseller ve kitaplar hazırlamak istiyoruz.

Hakan’ı görür görmez organlarım yer değiştirdi

Birbirimizi çok iyi anladığımızı düşünüyorum. Hakan bana saygı duyuyor. Beni dinliyor. Ona dokunmak hoşuma gidiyor. Onun yanındayken kendimi evimde hissediyorum. Ve hep onun yanında kalmak istiyorum. Onu gördüğümde bütün organlarımın yer değiştirdiğini hissettim. Görür görmez aradığım aşkın o olduğunu anladım. Ve hiç düşünmeden atladım tekneye...

Belçika’da yolcu gemilerinde fotoğrafçılık yapıyordum. İstanbul’da iki gün geçirdikten sonra Kuşadasına gitmiştik. Türkiye’yle ilgili hatırladığım tek şey bana tuhaf tuhaf bakan erkeklerdi. Bu yüzden iyi anılarım yoktu. Bana ”Sana çok iyi bir erkek arkadaş bulduk, Türk“ dediklerinde çekindim. Ama Hakan fikrimi değiştirdi.

Hiç rüzgâr yoktu. Açık denizde yüzmek için tekneyi durdurduk. Denize girdim. Yüzerken bir şey gördüm. Hemen tekneye yüzdüm. Fark ettik ki kocaman bir köpekbalığıymış. Ondan beri açık denizde tekneyi durdurup denize girmiyoruz.

Hakan Öge’yi uğurlamak

Üç yıl önce Hakan’ı Türk karasularından uğurlarken, onun sadece denizle ve menzillerle değil, yalnızlıkla da nasıl başedeceğini düşünmüştüm. Seddülbahir Köyü’nden Bülent Kaptan’ın teknesiyle çıkmış, Hakan’ın Mardek’iyle Şehitler Abidesi’nin hemen güneyinde Kerevzidere açıklarında buluşmuştuk. Hakan bir kaç gündür ilk defa uygun bir rüzgar yakalamıştı ve büyük bir konsantrasyon ve sessizlik içinde yelken basıyordu. İnsan böyle durumlarda ne diyebilir ki? “Bir şeye ihtiyacın var mı? Hayır, her şey tamam. Yolun ve şansın açık olsun. Herkese sevgiler.” Ellerimiz, kollarımız havaya kalktı. Hakan’ı bu kutsal toprak ve denizden bilinmeze yolcu ettik. Ufukta beyaz bir nokta oldu. O küçük nokta geçen hafta Antalya’da büyüdü. Hakan sağ salim ve üstelik aşık olduğu kadınla geri geldi Türkiye’ye. Yediği, içtiği, gördüğü, çektiği ve başardığı şeyler çok önemli tabii ama; ben onu ülkede son gören insan olmadığım için mutluyum. Hakan’ın göze aldığı riskler çok büyüktü. Bakmayın siz onun aldırmazlığına; ölümle dalga geçmek ciddiyet gerektirir. (Gürsel Göncü)

40 bin deniz mili kat etti 2 bin saat motor kullandı

Karayip Adaları’na gittiğimde, klasik dünya turu hoşuma gitmedi. Turist gibiydim. Oysa amacım keşfetmekti. Bu yüzden “Yelkencilerin Everesti“ olarak anılan Güney Amerika’nın en güney ucundaki Horn Burnu’na inmeye karar verdim. 40 bin deniz mili kat ettim. Yani 70 bin km. Motor kullandığım süre ise 2 bin saat.

33 gün boyunca kara görmeden yol aldı

Büyük Okyanus’ta Şili’nin Robinson Crusoe Adası’ndan yola çıktım. 33 gün hiç kara görmeden yol alarak Fransız Polinezyazı Gambier takımadalarına vardım. Yaklaşık 3 bin 500 millik bu yol, karaya uğramadan yaptığım en büyük seyirdi. Teknedeki taze gıdanın ve içme suyunun azalması, aniden kesilen rüzgâr beni zorladı.

Küçük teknesiyle ayda 1000 dolar harcadı

Ayda 500 dolar harcayarak da 10 bin dolar harcayarak da böyle bir seyahat yapabilirsiniz. Benim bütçem ayda 1000 dolar civarındaydı ama fotoğraf çekiyordum ve araç kiralamam gerekliydi. Çok fazla dışarıda yemek yememiz gerekti. Küçük olduğu için teknede yemek yiyemiyorduk.Tekne biraz daha büyük olursa, bir çift ayda ortalama 750 dolara yaşayabilir.

Seyahat boyunca 20 balık tuttu, yüzlerce film izledi

Denizcilerin temel besini balıktır ama bizim temel besinimiz sebze ve meyve oldu. Fazla et ve balık yemedik. Bütün dünya turu boyunca en fazla 20 balık tutmuşuzdur. Çünkü çok büyük balıklar geliyor. Tekne ise çok küçük. Bu arada yüzlerce film izledik ve kitap okuduk. Denizciler arasında inanılmaz bir CD alışverişi oluyor.
 

Haber: DİLEK ŞANLI/Pazar Vatan

Editör: TE Bilişim