Gemi mühendisi olacaktı oyuncu oldu

Kanal D'de ekrana gelen "Binbir Gece" dizisinin yakışıklı oyuncusu Halit Ergenç, İTÜ Gemi Mühendisliği'ni ikinci sınıfta terk ettikten hemen sonra Mimar Sinan Üniversitesi Opera ve Müzikal bölümünü bitirdi. Ergenç, "Eğer gemi mühendisi olsaydım o zaman hayat John Lennon'ın dediği gibi, ben o işle uğraşırken akıp giden şey olacaktı" diyor.

Babasının tiyatro sanatçısı olmasına rağmen ilk başlarda bu işi reddeden Halit Ergenç, İstanbul Life dergisinin mart sayısında, neden gemi mühendisliğini seçtiğini şu sözlerle anlattı: "Benim aslında özenebileceğim babam vardı. Babam tiyatro sanatçısı, aynı zamanda müzisyen, besteci. Çok yönlü bir insandır o da. Fakat nedense bir şekilde o kısmı reddettim ben başlangıçta. Benim için bir iki model vardı ailemizin içinde. Böyle mühendis, işadamı gibi... Görüntü olarak hoş, güzel bir tablo çiziyorlardı benim için. Önce oraya özendim. Yapabildiğim bir şeydi matematik. Benim için zor değildi. Fiziğim çok iyiydi. Gittim, girdim okula. Okudum ilk sene. Gemi mühendisliği benim 5. tercihimdi sınavda. İlk basta Nükleer Enerji Mühendisliği falan vardı. Bu tercihimin sebebi benim denizi seviyor olmamdı. Hem mühendis hem deniz, gemiler... Ama bölüme girdim, bir baktım, bütün mühendisler denizden uzak yaşıyor. Tersanelere gittim. Gördüm ki bana göre değil. Bir yandan içimde vahşetin çağrısı gibi, şarkı söyleme isteği beni delirtiyor. Lisede söylüyordum çünkü. Hep söylerler sahneye çıkmak çok farklı birşey diye. Evet tiyatro sahnesine çıkıp oyun oynamak inanılmaz büyük bir haz. Ama sahnede şarkı söylemek gibisi yok. Şarkı söylediğiniz zaman seyirciyle sadece siz, birebir ilişki kuruyorsunuz. Bunun etkisi başka hiçbir şeyde yok. Çok sevdiğiniz birisi ile çok uzun, çok tatlı sohbet etmek gibi. Kimseye haber vermeden ikinci senemde hiç okula gitmedim. Bitmişti benim için. Oradan da konservatuvara girdim. Ne annem bildi, ne babam. Babama söylediğimde 'Sen ne yapacağını bilmiyorsun, maymun iştahlı' dedi. Sonra opera bölümü, oradan müzikal, o sırada İstanbul Devlet Operası’nda müzikal oyunlar, ufak tefek diziler, dans dersleri... Hepsi aynı amaca hizmet etti. 'Ben ne yapıyorum' dedim bir ara. Fark ettim ki sırtımda bir çuval var ve içine habire bir şeyler dolduruyorum daha sonra kullanmak üzere, alet edevat toplar gibi. Öyle bir dönemdi. Hala şarkı söylemeyi çok istiyorum. Bir zaman, bir yerlerde depreşecek. Oyunculuğu çok seviyorum. Dizi oyunculuğu son 5 senede benim tanınmamı sağladı. Ama şarkı söylemek bir başka benim için..."

New York'ta yalnız biri

"Dedem, Gofret ve Ben" adlı dizide Zeki Alasya ile birlikte oynarken birden bire New York düşü kuran genç oyuncu, New York macerasını hayalkırıklığı olarak nitelendiriyor: "O dizilerde oynarken bir şey beni huzursuz ediyordu. Tatmin olmuyordum. Açıkçası bu işin burada iyi yapılamadığını düşünüyordum. Sahneye çıkıp müzikal yıldızı olmalıyım. Çünkü o benim içimde o sırada yanan bir ateşti. Dönem dönem çeşitli ateşler yanıyor. Gittim Amerika’ya. İşin hiç dışarıdan göründüğü gibi olmadığını anladım. Oradaki insan ilişkilerini -ki benim için en ön planda olan oydu- benimseyemedim. Adamakıllı ilişki kuramadım insanlarla. Bana çok yüzeysel geldi birçok şey. Çok zor orada dost bulmak, arkadaş bulmak. Bir de New York'taydım. İnsan çok yalnız kalıyor. Defalarca prova yaptığımız bir arkadaşımın evine geçerken uğradım. 'Eee, ne oldu, niye geldin' dedi. 'Napıyorsun, vaktin var mı' dedim. 'Yok, kusura bakma yalnız kalmak istiyorum' dedi. Tamam, olabilir. Ama tavır o kadar enteresan ki. Herkesin orada 'personal space' dedikleri kişisel bir alanı var, fakat o alan o kadar geniş ki. Kimseyi ne içlerine sokuyorlar, ne de kendileri başkalarına bulaşıyorlar. Bir yandan da 'yalnızız' diye bağırıyorlar. O zamandan beri de gitmedim bir daha Amerka'ya, hiç içimden gelmedi.

Kaynak: Hürriyet

Editör: TE Bilişim