Feribot, gemi demeyin bana, sinir basıyor..

Sahip olduğu Öztitanik adlı tekneyi, sığ sularda batırmış yüreği yanık birinin itirazı değil bu.. Üç tarafı deniz olan bir memlekette gemisiz kalmanın isyanı.. Denizde yolculuk dendi mi sinir basar beni..

İki yaz önce, Ankara’nın Gençlik Parkı’ndan biraz büyükçe bir Yunan adasına, iç hatlar seferi yapan dört feribotunun yanaştığını görünce biraz haset etmiştim doğrusu..

Bir öğleden sonra yolcu indirip bindiren dört feribot.. Bunun sabah saatleri de vardır mutlaka, malûm sebeplerden ben göremedim..

Her birinin üzerinde de birer “Helen bilmem ne-line” yazısı..

Her milletten insanları adalar arasında götürüp getiriyorlar..

O tarihlerde bizim, şehirlerarası işleyen tek yolcu gemimiz yoktu..

***

Şair Ahmet Arif’in “Pasaporta ısınmamış içimiz..” dediği gibi içimiz denize ısınmamış..

Pasaporta ısınmama gerekçesi bilmezlikten değil fukaralıktan.. Denize husumet meselesi ise tamamen yabanilikten..

1550’de İstanbul’a gelip Anadolu’da beş yıl sürten seyyah Hans Dernshwam Boğaz’ın iki yakasında oturan payitaht ahalisinin denizle ilişkisinden ne zaman söz etse ince ince dalgasını geçer..

“Balığı bilmezler.. O yüzden de ticaretini Yahudilere bırakmışlar..” der..

MELEZ İSTAVRİT..

Doğrudur.. Hâlâ da bilmeyiz..

Özellikle de kadınlar.. Gidin İstanbul’un aylık dergilerde fotoğrafları çıkmadığında bunalıma giren en seçkin kadınlarına balık sorun..

Yediklerini dahi teşhis edemezler..

Geçenlerde televizyonda Metin Uca’nın sunduğu bir yarışma programının tekrarına denk geldim.. Soru kabataslak şöyle bir şeydi..

“Karagöz ve uskumru ile aynı türden, Boğaz’da sık görülen bir balık..”

Hoppala Metin Dayı, edep yerim seyirdi..

Karagöz yassı balık.. Uskumru ise sivri.. Birbirlerinden kız alıp vermedilerse en ufak bir akrabalıkları yok..

Karagöz ile lidaki akraba olabilir.. Uskumru ile kolyos emmioğlu çıkabilir.. “Acaba ilişkileri neymiş?” derken cevap geldi..

“İstavrit..”

Tövbe estağfurullah!

Hani bir Hintli ile bir İsveçli evlense çocukları nasıl bir şey olur, diye sorarsın da yarışmacı “Japon” diye sallar ya! Bu da öyle bir cevap..

İşe bakın ki ahali cevaptan memnun elini birbirine vurup çapik çalıyor.. Metin Uca da gözlerini ekranda döndürüyor..

Denizle ilişkimiz bu minvalde..


***

Hallerimizin tanığı bir de İspanyol Pedro var.. Bizim korsanlara denizde yakalanmış, kölelik kaçınılmaz.. Küreğe oturtulmaktansa “Doktorum” deyip sallamak en iyisi..

Öyle yapmış.. Efendisi olan İstanbul Kaymakamı Sinan Paşa da bunu “Madem doktor, konağımda kalsın” fikriyle yanına almış..

Köleliği beş senedir..

Pedro’nun efendisi Sinan Paşa aynı zamanda bizim Evliya Çelebi’nin de ana sponsorudur..

PEDRO ANLATIYOR
Kardeşi Rüstem Paşa da sadrazam.. Kanuni’nin hem sadrazamı hem damadı.. Hani “Osmanlı’ya rüşveti ben soktum..” diye övünen devlet adamımız..

Bosna’da domuz çobanlığı yaparken zorla devşirilen iki kardeşin talihine bakın ki İstanbul’un en yüksek iki sivil makamını aralarında paylaşmışlar..

Sinan Paşa öldüğünde terekesinden sadece köle olarak beş bin beş yüz kişi çıkmıştı ki bugünkü piyasa değeri elli beş milyon dolar hesaplanır..

İki kardeş padişahtan bile zengin..

Devleti nasıl yemişlerse artık.. Yemedikleri tek şey balık..

Sahte doktor, kadirbilmez köle İspanyol Pedro beş yıl sonra firar edip de Madrid’e dönünce İstanbul’daki esaret hayatını yazdı.. Bizde de basıldı kitap..

Adı da “Pedro’nun İstanbul Günlüğü” gibi bir şey..

Bu bilginin de bir “hani”si var..

Roma’da şehit edilen Büyükelçi Taha Carım beş yüz senelik bu kitabı Madrid’te görevliyken keşfetmiş, çevirttirmiş..

Kitap gün yüzüne çıktıktan sonra da Nobelci yazarımız Orhan Pamuk’un “Beyaz Kale” adlı eseri yayınlanmasın mı?

Eeee! Bu memleket de başıboş değil.. Edebiyat dedektifimiz Murat Bardakçı var.. O da iki kitabı birden eline alıp, sayfalarını cümle cümle karşılaştırdı..

Kamuoyuna “Kitap intihaldir.. Orhan Pamuk, Pedro’nun yazdıklarını kendi kitabına aktarmıştır..” raporu verdi..

Sonuca bakılırsa raporu, kamuoyunun çok şeyinde oldu.. Kimse tınmadı..


***

Bizde “intihal” ayıp değildir.. Yakalanmak ayıptır.. O da suçüstü yakalanırsan..

Şudur budur derken Pedro’nun meselesi unutulup gitti.. Zaten Orhan Pamuk da bu konuda konuşmayı sevmiyor.. Biri kitabını başına kaktığında tatlı tatlı tebessüm ediyor.. Bize ne..

Demek ki çözmüş ahaliyi..

Biraz üzerine gitsek “Eğitim şart” deyip cehaletimizi yüzümüze vuracak..

MİDEDE YÜZER..

Lafı çok dolandırdık, sadede gelelim.. Pedro’nun kitabına yani.. Madrid’teki arkadaşları kaçak köleye boyuna soru soruyorlar..

En merak ettikleri şey de ne yiyip içtikleri.. Laf balığa gelip dayandığında Pedro açıklıyor..

“Efendim Sinan Paşa balık yemezdi.. Türkler balıktan pek hazzetmezler..”

Niyesi mi?

“Türkler balık yedikleri zaman, balığın canlanıp midelerinde yüzdüğüne inanırlar..”

Aslında midede yüzen balık değil.. Üç çeşit çorba, on çeşit kebap, beş çeşit tatlıyı üst üste yiyen insanın midesinde kendiliğinden doğal gaz hattı oluşur..

O kişi de midesinde dolaşan gazı balık zanneder..


***

Bilmem deniz meselesindeki hassasiyetimi biraz açıklayabildim mi?

Elin adamının feribotunu, gemisini niye kıskandığımı anlatabildim mi?

Milattan dört asır önce Alkibiades adlı Atina yöneticisi, Medler’le savaşmak için altı ayda dört yüzden fazla gemi inşa edip suya indirdi mi? İndirdi..

Eh, torunları da iki bin dört yüz sene sonra mendil kadar bir adaya günde dört feribot seferi yapar elbet..

Allahtan bizim yeni hizmete giren Bursa-Yenikapı feribotunu gördüm de biraz kendime gelebildim..

Onun hallerini de yarın anlatırım.. 

Selahattin Duman/VATAN Gazetesi

Editör: TE Bilişim