NTV Yazı İşleri’ne konuk olan Çetin Altan, 58 yıllık gazetecilik hayatını ve yazarlığını anlattı: İnsan gerçekleşmeyecek bir şeyi düşünemez. Kristof Kolomb mutlu olsa denizlere açılır mıydı? Dünyanın en korkunç yalnızlık şiirleri bizim edebiyatımızdadır.

Çetin Altan: 82 yıl yaşayacağım aklıma gelmezdi

Yazı İşleri’ne konuk olan Çetin Altan, 58 yıllık gazetecilik hayatını ve yazarlığını anlattı: İnsan gerçekleşmeyecek bir şeyi düşünemez. Kristof Kolomb mutlu olsa denizlere açılır mıydı? Dünyanın en korkunç yalnızlık şiirleri bizim edebiyatımızdadır.
 
İSTANBUL - Türk basın ve edebiyatının en usta kalemlerinden Çetin Altan, NTV’de Yazı İşleri programında Mirgün Cabas ve Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı. 

Mirgün Cabas: Sizin sözünüzdü değil mi, ‘Bab-ı Ali büyük bir konaktır, farklı pencerelerinden bakılır’.

Çetin Altan: O zaman Hürriyet gazetesine geçmiştim, “Büyük bir konaktır, en büyük salon da Hürriyet gazetesidir” demiştim. Türkiye’de aslında kimse pek farkında değil, 20 kişiye bir gazete düşüyor, Japonya’da iki kişiye bir gazete düşer. İnternet de girdi hayatımıza; bakıyorsunuz ediyorsunuz; zaman zaman kesiliyor gerçi ama... ‘Neyi merak ediyorsun’, o önemlidir hayatta. Merak etmediğin şey görünmez ki sana... Son 100 senedeki savaşları kimse merak etmiyor. Şu sırada kimsenin merak etmediği bir konuyu söyleyeyim mi, yolda gelirken aklıma geldi: 1909 yılının 5 Ocak’ında çıkan gazetelere baksak, acaba ne yazıyordu? Aynı tarihte acaba Nobel edebiyat ödülünü kim almıştı? İsveç’ten Selma Lagerlöf almıştı. Peki fizik Nobel’ini kim almıştı? Bir İtalyan’la bir Alman fizikçisi almış. Kimya ödülünü?.. O zaman bakıyoruz ki politikacıların yanında bir de bilim adamları var, sanatçılar var. İnsanların bir de ortak bahçesi var. Mesela bugünkü durumu konuşmaya kalkarsak, anda kalırız, çünkü bir gövdesel yaşamımız var. Yemek yiyeceğiz, iyi uyuyacağız ve cinsellik... Zaten bela ordan çıkıyor. Şimdi Çinli olsun, Ermeni olsun, Arap olsun, bilmem Fransız olsun, 8 saat bir uykuya ihtiyacı var mı bir insanın? En uzun ömür de 4500 hafta...

82 YIL YAŞAYACAĞIM AKLIMA GELMEZDİ

Ruşen Çakır: Kaç yaşında oldunuz bu arada?

Çetin Altan: 82, Aklıma gelmezdi 82 yaşında olmak. Hiçbir zaman insanın fizyolojisi 25 yaşıyla 82 yaşında aynı olmaz, merdiveni çıkamazsın, unutursun, hafızan zayıflar. Şimdi insanların ortak tarafına dönersek... Hadi ben Peruluyum, sen Çinli, hepsi uyur bunların, hepsi karnını doyurmak ister, hepsinin cinsellik ihtiyacı olur belli bir yaşa kadar. Orada bela çıkıyor. 5 yıldızlı otelde mi yoksa gecekonduda mı? Çöp kutusunu karıştırıp ekmek dilimi mi alacaksın yoksa havyarla şampanya mı içeceksin? Cinsellik meselesi de buna göre ayarlanıyor. Bir fıkra vardır; başarılı koca karısının harcadığından daha fazlasını kazanandır, başarılı kadın öyle bir kocayı bulabilen kadındır.

DON KİŞOT CERVANTES’TEN ÜNLÜ

Mirgün Cabas: Son dönemde artık biraz daha üst perdeden yazıyorsunuz, sıkıldınız mı?

Çetin Altan: Hayır değil. Yazı dedeiğin, 100 sene sonra birileri baktığı zaman sana “dangalak” demesin diye özeniyle yazılır. Belki senin karizman ona uygun değildir ama özenin yeter. Çünkü Cervantes de var değil mi, Don Kişot’u yazmış, yarattığı tip kendinden daha ünlü. Sen de o işe özenmişsin, karizman yetmese bile, o kadar dehan falan olmasa bile bir özenin yetmez mi?

YALNIZ ÇOCUKLAR YAZIYA EĞİLİR

Ruşen Çakır: Kültür Bakanlığı’nın bir ödülünü alıyorsunuz. Ne zaman alıyorsunuz?

Çetin Altan: Benim ilk imzam ilkokul 4. sınıfta Afacan dergisinde çıktı. “Aydede” diye bir şiir yazmıştım. Müzik hocası da ilkokulda bana şiir yazmıştı. “Çetin Altan şair ruhlu bir çocuk, parmağıyla sayar durur üç, dört, beş, altı, yedi buçuk, Tanrı versin ona mesut yolculuk.” Annem ve babam, beni 8 yaşında bıraktı okula. Ailem Ankara’daydı, babam bürokrattı. Yatılı okula cumartesi ve pazar günleri de kimse gelmiyordu bana; ben boynu bükük bakıyordum geceleri deniz kıyısında bir yatılı okulda. O zaman insan, farkına varmadan yavaş yavaş oyalayacak, “Ben de varım bu dünyada” demek için yazıya eğiliyor. Asıl konuşulması gereken Türkiye’de yazının piyasası yoktur. 6 kitaba bir adam düşüyor Türkiye’de. Neyle geçindi Reşat Nuri mesela? Yakup Kadri neyle geçindi?

KOLOMB MUTLU OLSA OKYANUSA AÇILIR MIYDI?

Mirgün Cabas: Saadetten sanat çıkar mı yoksa biraz acı mı çekmek gerekiyor iyi yazı yazmak için?

Çetin Altan: Saadetin tarifini yapmak gerek: Mutluluk sevdiğinle zamanı unutmaktır. ‘Zamanı unutan bir adam başarılı olur mu olmaz mı?’ Asıl soru budur. Diyelim ki 1492’de okyanuslara açıldı Kristof Kolomb; mutlu olsa açılır mıydı adam, evden ayrılır mıydı? Sokrates’in de bir sözü vardı: ‘İnsanın karısı iyi olursa mutlu olur kötü olursa filozof olur’ demiş. Ama bir de karısına sormak lazım, gidiyor orada tapınakların merdivenlerine oturuyor, laf anlatıyor insanlara. Ancak eve de bir okka soğan gelmesi lazım. Tabi Sokrates’e baktığımızda muazzam matrak bir adam, insanların koşullarıyla dalga geçtiği için onu idam ediyorlardı.

BENDEN BABA OLUR MU?

Ruşen Çakır: Ahmet Altan ve Mehmet Altan da gazeteciler. Evlatlarını takip eden bir baba mısınız yoksa…

Çetin Altan: Ben baba falan değilim, arkadaşlarıyım onların. Benden baba olur mu? Bir de babalar mahveder çocuklarının hayatlarını. Büyüklerimin sözünü dinleseydim burada sizinle zor konuşurdum 82 yaşında. Babamla ben ölüm yatağında barıştım. Babam benim serseri olduğumu, viskici olduğumu, meyhaneden çıkmadığımı söylerdi, maalesef çok ziyan etti kendini. Ben aslında hukukçuyum, hukuk fakültesinde öğretim üyesi olmak üzere yetiştirildim. Ankara’ya gittim hukuk fakültesine 1946 senesinde, 1500 kişi bir anfideyiz, 3 tane kız talebe var. 1500 kişiyi ben ilk defa görüyorum, bu kadar kalabalığı. Ondan sonra okul kitaplarına baktım fakültedeki, hepsi kötü Türkçe ile yazılmış, bir yeden çevrilmişler kötü Türkçeyle. Kitapların kendisini buldum, bir daha yazmaya çalıştım Roma Hukuku’nu falan. Herkes benden bakmaya başladı. Şimdi böyle hocaların elindesiniz. Hilderberg Üniversitesi’nde aynı dersi verecek kapasiteye layık olabilirsem ancak ben Türkiye’de üniversiteye layık olurum diye düşündüm. Yani bir araç mı oluyor, bir amaç mı oluyor? Bilimde sanat olduğu vakit bir araç değildir. Bakın size bir şey okuyayım, Necmeddin Halil Onan’dan:

“Biliyorsun ki kari (okuyucu) kalbin derinlikleri,
Damla damla biriken gizli göz yaşlarıdır.
Kudretimin oradan çıkarabildikleri,
Halis inci yerine bu çakıltaşlarıdır.

Görüyorsun nihayet, çakıltaşları sende,
İncilerse şairin kendi kalbinde kaldı.
Fakat şunu anla ki, o çakıl bulurken de,
İnci araştırmadan duyulan zevki aldı.”

BU ADAMLAR NEREDEN PARA KAZANDI?

Şimdi bir şiirin böylesi var. Bu şiire kim para verdi, hiç kimse sormuyor kardeşim, ‘Bu adamlar nereden para kazandı?’

“Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe, desem sığmazsın…”

Neyle geçindi bu şiirin yazarı Mehmet Akif; yazık değil mi adama? Batıda tutmuş bir tiyatro, bir ev satın alır. Avrupa’da bir kişiye 12 kitap düşüyor, bizde 6 kitaba bir kişi düşüyor. 20 kişiye de bir gazete düşüyor. Türkiye’de bir de herkes yazar olmak istiyor. Düzyazı, Türkiye’ye dışarıdan gelme bir şeydir, nesir Osmanlı edebiyatında. Osmanlı edebiyatında övgü ve sövgü vardır.

Mesela Nefi’nin bir şiirini okumaya kalksam, 2. Osman’a yazdığı bir kasidedir:

“Aferin ey rüzigânn şehsuvâr-i safderi
Arşa as şiimdengirü tiği Süreyya gevheri, amin”

Ne dedik? Bir de tarih bir propaganda aracı olmamalıdır. Coğrafya propaganda aracı oluyor mu? Sibirya’dayken ben falan filan. “Ulus devlet modeli değişmez” deniyor; değişmez olur mu Allah aşkına? Daha evvel İstanbul’da Bizans vardı, ondan sonra Osmanlı vardı...

YERYÜZÜNDE KAÇ DİL KONUŞULUYOR, ONA BAKALIM

Ruşen Çakır: Bu bağlamda Kürtçe TRT’ye nasıl bakıyorsunuz bekliyor muydunuz?

Çetin Altan: Yeryüzünde kaç bin dil konuşuluyor ona bakmak gerekir. Hindistan’da sanıyorum en azından 400 dil konuşuluyor. Gayet tabii insanın ana dilidir, ne isterse konuşmalıdır. Kürtçe yasaktı, sonra serbest bırakıldı. Böyle şey mi olur? Şimdi burada biz azınlıkta olsaydık nece konuşacaktık? Gittik Kanada’ya, nece konuşalım, Türkçe mi konuşalım? Anlaşamayız ki. Niye İngilizce ortak dili oldu insanlığın diye de bakmak gerekmez mi, daha evvel Fransızca’ydı. Niye hala Marmara’nın deniz haritalarını İngilizler yapmıştır, insan ona bakar. Topraklar küçük oldu mu denizleri kullanıyorsun. Topraklar büyük olduğu vakit, Hindistan gibi iki tarafı okyanus olduğu halde denizlere açılmıyorsun. Türkiye içinden deniz geçen Çanakkale ile iki kıtayı birleştiren tek yer öyle değil mi? Bakın bir anket yapsak, iskele sancağı bilen kaç kişi var? Kaptanların iş bölümü nasıl olur, gemi yanaşırken kalkarken süvari ne zaman çıkar?

Ruşen Çakır: Siz biliyor musunuz?

Çetin Altan: Gayet tabii ki... Denizi bilmeyen insan buraya layık olamaz. Yanaşırken ve kalkarken süvari çıkar kaptan köşküne, yanında da dördüncü kaptanı vardır. İkinci kaptan önde durur, üçüncü kaptan arkada durur. İkinci kaptan geminin disiplininden sorumludur. Süvarinin masasında geminin doktoru da vardır. Daha eski dönemlerde kışları mesela ateşçi derler, çarkçıbaşı derler, bunlar gemi teknisyenleridir. Birinci çarkçı ikinci çarkçı diye onların da hiyararşisi vardır. Kışın onlar iyidir, sıcaktır içerisi ama yazında ter içinde kalır. Şimdi mesela kadınlar erkeklerle evlenirler değil mi? Ama aynı zamanda meslekle de evlenirler. Açık deniz kaptanıyla bir pilot aynı yaşta olsunlar, yakışıklı genç delikanlılar... F-16’yla 15 dakikada gidersin İtalya’ya, gemi kaptanı 4 saat konuşmadan karanlıkta gider. Şimdi bir tanesiyle evlendiğin zaman “4 saat sürüyor, adam deliye döndü” diye şikayet edebilirsin. Çünkü mesleki bozulmaları vardır insanların.

ÖYLE BİR ŞEY DÜŞÜNÜN Kİ GERÇEKLEŞMESİN

Mirgün Cabas: Gazeteciler evlenilmek için daha iyi eşler mi oldular yoksa daha kötü eşler mi oldular zaman içinde?

Çetin Altan: Tarifini yaptığın zaman tartışma biter. Tanımlama yaptığın zaman tartışma kalmaz. Bizde ise devamlı tartışma oluyor, kimse tanımlamasını yapmıyor. Gazetecilik meslek mi bir kere? Tek başına yapamadığın şey meslek olur mu? Ayakkabı boyacılığı meslek sayılabilir. Ama gazeteciliği tek başına yapamazsın tek başlına yapma düzeyinde de insanlar vardır ama onlar çok daha azdır. İkincisi kaç yaşına kadar yapılabilir gazetecilik? Ben tiyatro yazarıydım ama hayatında tiyatroya hiç gitmemiş insan sayısı nüfusumuz içinde gitmişlerden çok daha fazla. Hayatında parmağını gazeteye sürmemiş sayısı çoğunlukta. Halbuki tiyatro gerçeği verir, insanlar rol yaparlar. Tiyatro da şu benim aklıma geliyor: Mesela diyelim ki Sezar, diyelim Napolyon, diyelim Stalin, ayak tırnaklarını kim keserdi bu isimlerin? Acaba pedikür yapılmadı mı bunlara hiç? Tırnaklarını kendileri mi keserdi? İnsan bunu merak ettiği vakit onların da birer insan olduğunu görüyoruz. “Onlar daha büyüktür” Niye daha büyük olsun ki? İnsanlar özgür ve eşit doğarlar ama bu tiyatroda ortaya çıkar. İnsanların bir ortak noktası var: Bir gün öleceğini biliyor mesela insanlar. O zaman da aşk var, o zaman da öfke var. Peki ne değişiyor, ne değişmiyor ona bakmak gerekmez mi? İnsanın değişen tarafıyla değişmeyen tarafına bir baktığınız zaman her şey aydınlanır. ‘Konjonktür değişti’ diyorlar, konjonktürün tarifini yapmak lazım, nasıl değişiyor. Aklına mı gelirdi benim babaannemin, cep telefonuyla çekilen fotoğrafların saniyede Sidney’e gideceği veya evde otururken de Japonya’daki futbol maçını seyredeceğim. ‘Sen kafayı yemişsin’ derdi bana değil mi? İnsan gerçekleşmeyecek bir şeyi düşünemez. Öyle bir şey düşünün ki gerçekleşmesin.

Ruşen Çakır: Gazeteciden iyi bir eş olur mu sorusuna dönersek.

Çetin Altan: Bunu gazetecilerle evlenmiş hanımlara veya erkeklere sormak gerekir. Mesela bizde taşrada gazete yok, başkentte gazete çıkmayan tek ülkedir Türkiye. 81 vilayetimiz var bizim, hangisinde gazete var?

EN KORKUNÇ YALNIZLIK ŞİİRLERİ BİZDE

Mirgün Cabas: Türkiye’de gazetelerin bu kadar az satmasının sebebi, okuyucular mı gazeteler mi?

Çetin Altan: İnsanlar kendi dertlerine düştükleri vakit okumazlar. Bizde okuma-yazma zaten 1920’de dahi nüfusun yüzde 3’üydü. Osmanlı şiirini hangimiz anladık demin ki. Türkçe 22. dildir yeryüzündeki. Kırgızlar var, Özbekler var ama yazılı değil.

Şimdi buradan kıyasladığın zaman, kadınlı dünyalarda ana dilidir. Kadıncağız zaten dayak yemiş, “sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etme”, “kızını dövmeyen dizini döver” “saçı uzun aklı kısa...” Kadının bu kadar horlandığı yerler. Ona karşı da en korkunç yalnızlık şiirleri bizim edebiyatımızdadır. Mesela:

Yıllar var ki bir kılıcım kapalı kında
Yalnızlık dört yanımda dört duvar gibi
Bu duvarın dış tarafında varlığına inandığım biri var gibi
Kulaklarım komşularım ayak sesinde
Varsın bir yudum su verenim bulunmasın son nefesimde
Bana biri eğilip su yok desin de.
   

 

Editör: TE Bilişim