Ankara denince akla Şefik Kaptan gelirdi

1928'cle Birleşik Amerika'da inşa edilmiş olan Ankara, bütün öteki gemilere benzemeyen, değişik tipte bir yolcu gemisiydi.

Ötekilerin yarı yolcu, yarı yük taşımak için yapılmış olmalarına karşı, Ankara bir kruvaziyer, bir tur gemisiydi. İlk adı, bir Kızılderili kabilesinin adı olan Iroaqois idi. Güvertelerinde baştan sona yanyana kamaralar sıralanmıştı.
Yıllarca New York ile Bahama arasında sürat seferleri yapan dört beş gemiden biriydi Ankara, bir transatlantik yavrusuydu. 20 mile yakın hızı vardı. İkinci Dünya Savaşı çıkınca hastane gemisi haline getirilmiş, Solace adını almış, iki yanına kocaman birer kırmızı haç işareti boyanmıştı. Artık Pasifik sularındaydı. Adalarda sürüp giden kanlı savaşlarda yaralananları San Francisco'ya taşıyordu. Modern bir ameliyathanesi vardı. Sağladığı imkan ve verdiği hizmetlerle 25.000 Amerikan anketinin kurtarılmasını sağlamıştı.

Eski Ankara GemisiBu güzel ve biçimli gemi, Denizyolları tarafından satın alındıktan sonra yapılan tadilatla 25 adet lüks mevki, 89 adet birinci mevki, 40 adet ikinci mevki, 5 adet de turistik kamaralı bir yolcu gemisi haline getirildi. Toplam 159 kamarası olmuştu Ankara'nın. Geminin yolcuları için ayrılan kısmı, tüm hacminin % 80'ine yaklaşıyordu. Geniş bir sigara salonu, büyük bir barı, rahat yemek salonları ile Ankara ferah bir gemiydi. Ayrıca garajı da olduğundan yolcuların arabaları yan taraftaki kapaklardan içeriye alınabiliyordu.

1950'li yıllarda Ankara ile Batı Akdeniz seferine, hele hele Gazeteciler Cemiyeti'nin bu gemiyle düzenlediği tâ Norveç'e kadar uzanan gezi seferlerine katılmanın zevki başka bir şeyde yoktu. Bunda da sanırız gerçek bir deniz kurdu olan süvarisi Şefik Kaptan'ın da büyük payı vardı. 196l'de Denizyollan'ndan emekli oluncaya kadar Şefik Kaptan Ankara ile bütünleşmiş gibiydi sanki. Bu güzel gemi Amerika'ya gitti. Kuzey Buz Denizi'ne çıktı. Son zamanlarda bir ara Swan adlı bir yabancı firmaya kiralandı, Ege adalarında, Yunan sularında çalıştırıldı.

Ankara ile kimler yolculuk yapmadı ki!

1950'ler ve sonrasında pek çok ünlü kişi bu güzel gemiyle unutamayacakları Akdeniz gezilerine çıktılar. Devlet adamları, yazarlar, gazeteciler, sanatçılar, aktörler, sporcular, turist kafileleri Ankara ile güzel yolculuklar yaptılar, işte Çalıkuşu'nun babası Reşat Nuri Güntekin, işte Nil-gün'ün yaratıcısı Refik Hâlit Karay, işte Endülüs'te Raksla ölümsüzleşen Yahya Kemal Beyatlı, işte Türk dostu Fransız yazar Claude Farrere... Şehir Tiyatrosu'nun oyuncuları, Gazeteciler Cemiyeti'nin üyeleri... Daha? Yunan başbakanı Mareşal Papagos bile Türkiye'ye 1952'cie bu martı gibi bembeyaz gemiyle geldi.

Ankara'nın sefere çıkışı da, seferden dönüşü de gazete sütunlarında haber olurdu: "Batı Akdeniz seferine çıkan Ankara gemisi dün, şu kadar yolcusuyla Galata rıhtımında, Yolcu Salonu'ndan hareket etmiştir." Ya da, "Batı Akdeniz seferinden dönen Ankara dün şu kadar yolcusuyla limanımıza gelmiştir" diye...

Bir keresinde Ankara İyon Denizi'nde ancak 30-40 yılda bir rastlanan şiddette bir fırtınaya çatmıştı da saatlerce dalgalarla çalkalanmaktan mutfaklarında şatafatlı yemek takımları kalmıştı, ne de cam eşya... Güverteden yüzlerce balık toplanmıştı. Bir gazete bu olayı, "Ankara beyaz gitti, sarı döndü!" başlığıyla vermişti. Çünkü dalgaların bordaya çarpmasından geminin yer yer boyası dökülmüş, altından sarı astarı çıkmıştı!

Bir ara sefer gereği sık sık Hayfa'ya da uğradığından, gemide Musevi yolculara "kaşer salonu" adlı bir de küçük bölme ayrılmıştı; dindar Muse-viler'in yolculuk sırasında dinlerinin gereklerini yerine getirebilsinler diye... Yıllar sonra, söküldüğü günlerde her tarafı kurşun levhalarla kaplı bir kamarayla karşılaşılmıştı. Neden sonra, bu kamaranın, hastane gemisi olarak kullanıldığı günlerde röntgen odası olarak düzenlenmiş olduğu anlaşılmıştı.

Gemiler de gün gelir yaşlanır

70'li yılların ortalarına gelindiği zaman Ankara artık iyice yaşlanmıştı. Kazanları fazla yakıt sarfeder olmuştu. Kabloları, boruları eskimişti. Kaloriferi, artık kamaraları ısıtamıyordu. Dümen makinesinin iyice bir elden geçirilmesi gerekti. Hızı hayli düşmüştü, limanlara rötarsız varamıyordu.

1977'de Ankara'yı artık kadro dışı bırakmaya karar verdiler. Kadro dışı bırakılmak demek, bir süre sonra sökülmek üzere satılmak demekti. 1981, Ankara'nın son yılı oldu. Emektar gemiden, klare'ye pek çok ve değerli mutfak malzemesinden başka ayrıca kamaralardan da yatak, mobilya vs. gibi malzeme çıktı. Borda tahtaları da o sıralarda inşa edilmekte olan Marmara tipi yolcu gemilerinden Avsa ile Uludağ&d kullanıldı.
Sonunda Makina Kimya Kurumu'nun, İzmir yakınlarındaki Aliağa'da Kaklıç koyundaki gemi söküm yerine römorkörle çekilen Ankara orada parçalandı ve hammadde olarak Karabük'e sevkedildi. Eski aylar nasıl kırpılıp yıldız yapılıyorsa, eski gemiler de sökülüp parçalanıp demirinden yararlanılıyor. Jilet oluyor, sözün gelişi... Buzdolabından otomobil sacına, toplu iğneden ataşa kadar her şey oluyor. En çok da bakır boru çıkıyor. Bu da onların kaderi...
Akdeniz'in gerçek kraliçesi Ankara'nın sökülmesi, haklı olarak onunla yolculuk yapmış olanları üzdü. Ama en çok üzülen kişi, yıllarca süvariliğini yapmış olan Şefik Kaptan oldu. O sıralarda Koçtuğ firmasında çalışmakta olan yılların denizcisi Şefik Gogen, sevgili Ankara'sının söküleceği haberini bu satırların yazarının ağzından öğrendiği gün, bir yakınını kaybetmiş gibi sarsılmıştı.

Annesi, Oğlu Şefik'i Ziraatçi Yapmak İstemiş

Şefik Kaptan (Göğen)1903, Mardin doğumlu, Şefik Kaptan. Ailesi aslen Üsküdarlı. Yine bu satırların yazarının Hayal dergisinde iken yaptığı röportajda ilk kez denizle karşılaşmasını şöyle anlatmıştı Şefik Kaptan:

-"Babam asker olduğundan çocukluğum Anadolu'nun şurasında, burasında geçti. Erzincan'da iken, oturduğumuz evin yakınında gemili bir bahçe vardı. Evet, gemili bir bahçe! Sahibi, denize, denizciliğe meraklı biri olmalıymış ki, Erzincan gibi bir yerde gemi hasretini biraz olsun giderebilmek için bahçesine, taştan mı, tuğladan mı, tam olarak bilemeyeceğim bir gemi yaptırmıştı, gemilerinde süvarilik yaptığı günlerde. Hem de boyu 40-50 metre uzunluğunda bir gemi... Biz, mahallenin çocukları hep bu gemide oynardık. Uskur deliklerinden girer, çıkar, içinde bütün gün birbirimizi kovalardık."

"Bir gün babamın İstanbul'a tayini çıktı, toparlanıp hazırlandık. O zamanlar İstanbul'a en sağlam yol, Trabzon üzerinden deniz yolu... Gemiye nasıl bindiğimi pek hatırlayamıyorum. Karadeniz'de Değirmendere denilen yere geldiğimizde karşımda masmavi, uçsuz bucaksız bir su uzanmıyor mu! İşte, denizi ilk defa böyle gördüm ben."

"Denizin sonsuzluğu hayal gücümün çok ötesindeydi. Şaşırdım mı, korktum mu bilemeyeceğim. Ama hayran olduğum kesindi. Güvertenin kenarına oturdum, bacaklarımı sallandırıp hayranlıkla enginleri seyretmeye koyuldum. Görenler, vardavelanın arasından düşmemden korkarak beni tutup hemen kenara çektiler."

"Annem beni ziraatçi yapmak istiyordu. Ama ben denizci olmayı kafama koymuştum bir kere. O zamanlar Kuzguncuk'ta olan Kaptan Mektebi'ne girelim. Uğraştım, didinelim, denizci şahadetnamesini almayı başardım. İlk tayinim Galata yatına oldu."

Tevazuundan okulu "ala" derece ile bitirdiğinden  o günkü röportajda hiç söz etmemişti Şefik Kaptan. Birkaç yıl sonra arşivinden sicilini bulan deniz ticareti yazarı urlum Kı/.ıldemir, hocalarının hakkında yazdıkları sitayiş dolu satırları kendisine okuyunca 80 yaşın üzerindeki Şefik Kaptan çok heyecanlanacak, gözleri dolacak, sesi titreyecekti.

14-15 yaşındaki Üsküdarlı Şefik'in, çok çalışkan, hocalarına karşı saygılı, dirayetli ve örnek bir öğrenci olduğu yazılıydı sicilinde...

Uzun bir süre İstanbul-İmroz hattında çalışmıştı Şefik Kaptan. Mülazım iken ele Karadeniz'de bulundu. Sonra Ülgen'le Şarköy-Gelibolu-Çanakkale-İmroz arasında posta seferleri yaptı. Bu geminin bizdeki ilk adı Bandırma idi, ama Atatürk'ü Samsun'a götüren Bandırma gemisi değildi. Bu gemiyle ele uzun süre İstanbul-Bartın arasında çalıştı.

İkinci Dünya Savaşı'nın patlak verdiği günlerde Aksu yolcu gemisinde görevliydi. O günlerde seferler, güvenlik bakımından gelen bir emirle iptal edilmişti.

-"O sıralarda bir gün enspektörlükten çağırıldım," diye anlatıyordu Şefik Kaptan. "İskenderun'a malzeme gönderilmesi gerekiyormuş. Bana bu zor ve tehlikeli görevi kabul edip etmeyeceğimi sordular.Ben de kabul ettim."

"Eski adı inönü iken sonra "Tunç" a çevrilen 55 yaşındaki, bu hayli eski gemiyle yola çıktım. Savaş yılları... Almanlar Ege adalarını birer ikişer işgal ediyorlar. Denizaltılar her tarafta kol geziyor. Bunca tehlikeye rağmen bu hatta birkaç sefer yaptım. Şansımız vardı ki, bunlardan biriyle karşılaşmadık. Zor günlerdi o günler. Evden sefere çıkarken ailemle vedalaşır, hatta helâlleşirdim. Neler gelmedi başıma, bir keresinde teknemiz bile delindi. Az daha batıyorduk!"

Yıllar sonra Şefik Kaptan'a Genelkurmaylık'tan, bu zor görevin üstesinden geldiği için Vekil Ali Rıza Artunkal imzalı bir takdirname göndermişler. O da bir güzel çerçeveletmiş, ama sanki onunla öğünüyormuş gibi olmamak için, görünür bir yere asmayı gereksiz bulmuş. O gün, neden sonra ısrarımız üzerine getirip göstermeye razı olmuştu.

"Asıl Bermuda Üçgeni, İstanbul Limanı'nda!"

-"Bizde, gemileri de, personeli de erken kadro dışı bırakıyorlar," diyordu Şefik Kaptan. "Yetmiş yaşındaki bir denizci, kırk yaşındaki meslektaşından dört misli daha tecrübelidir. İnsan bu meslekte kaldıkça hem tecrübe kazanır, hem de daha bilgili olur.

"On yıldan beri sık sık Bermuda Üçgeni denen sulardan geçiyordum. Bermuda Üçgeni'nin adı çıkmış. Ben öyle tabiat üstü güçlere filân inanmam. Ben de her süvari gibi denize, haritama, pusulama, bir de fenerlere bakarım. Hiçbir anne, biz denizcilerin fenerleri kolladığı gibi çocuğunu kollayamaz. Gecenin karanlığı içinde, saatlerdir beklediğimiz fenerin titrek ışığını seçtiğimiz an, o dakikaya kadar çektiğimiz bütün sıkıntıları unuturuz! Bir de, sürekli meteoroloji raporlarını dinleriz.

"O sular, sıcak ve soğuk su akıntılarının birbirine karıştığı bir bölge olduğu için, o çevrede daima büyük fırtınalar meydana gelir. Bir hafta önce döndüğüm sefer sırasında, ne kadar kaçmak istedimse de yeterince kaçamadım, büyük bir harikeynin hayli yakınından geçmek zorunda kaldım. Dev gibi dalgalar geminin bir filikasını kaptı götürdü. Bunlar hep olağan şeyler... Bakın dostum, asıl Bermuda Üçgeni, İstanbul limanındadır! Evet şuracıkta! Burnumuzun dibinde! Kızkulesi, Sarayburnu, Ortaköy Camii arasında kalan üçgende... Limanda ve Boğazda gemi idare etmek, inanın, Bermuda Üçgeni'nde idare etmekten daha da zordur. Âni bastıran rüzgârlar, şiddetli akıntılar, yoğun bir gemi trafiği, kaptanları her an dikkatli olmaya sevk eder. Allah, her gün, gece gündüz bu sularda çalışan vapur kaptanlarının muini olsun!"

Yüzme bilip bilmediğini sorduğumuz zaman, Şefik Kaptan mahcup bir çocuk gibi, "Ne yâni, kaptanlar yüzme bilecek de, gemisini bozulunca yüze yüze karaya mı çekecek?" diye gülümsemişti.

Onu, 1989 yılının Kasım ayında kaybettik.

Sen de nur içinde yat, Şefik Kaptan.

(Eser Tutel'in "Gemiler, Süvariler, İskeleler" adlı kitabından alıntıdır Kitap hakkında bilgi ve kitabı edinmek için:

http://www.iletisim.com.tr/iletisim/book.aspx?bid=191)

Editör: TE Bilişim