Türkiye’nin geleceğine inanan bir vizyon, müthiş bir girişimcilik ruhu, yatırım cesareti, finansman becerisi ve uluslararası kredibilite. Lucien Arkas ve Türk denizciliğine yatırdığı yarım milyar doların arkasındaki hikaye, Türkiye’nin geçtiği kritik süreçte iş dünyası için son derece ilham verici...

1902 senesinde Levanten bir aile tarafında kurulan Arkas, 2005 senesine Lucien Arkas yönetiminde 32 şirket, 3200 çalışan, uluslararası konteyner taşımacılığından liman işletmeciliğine kadar uzanan kombine nakliye sistemi ile iş hacmini rekor seviyede yükselterek girdi.

Türkiye’deki konteyner taşımacılığının yaklaşık yüzde 40'ını gerçekleştiren Arkas’ın en önemli yatırımlarından biri hiç kuşkusuz özel Ambarlı limanı Marport. Lucien Arkas’ın 10 seneden az bir sürede 250 milyon dolar yatırımla hayata geçirdiği bu liman, aslında onun Türk ekonomisinin daha da büyüyeceğine, Avrupa Birliği ile entegrasyonun gerçekleşeceğine ve doğru projelere her zaman finansman sağlanabileceğine inanmasının bir ürünü...

- Ticaret hayatına aslında tipik bir Levanten aile olarak başlıyor Arkaslar...

Ailem, anne tarafım Marsilya’dan geldi. İlk gelinimiz, eski bir Fransız kilisesi vardır, onun tabanında gömülüdür. Demek ki parası ve çevresi genişmiş. Baba tarafım da Kongo’dan 1820’lerde gelmiş. İngilizlerle anlaşamamışlar. Onlar bizi epey bir hırpalıyormuş o dönem. 1827’de baba tarafımın bir vaftiz kilisesi var. Anne tarafım küçük bir şirketle uğraşıyor. Ancak Arkas adıyla değil. Baba tarafında ise dedem, 1902’de bir şirket kuruyor. O zaman ithalat ihracat yapıyor. 1935’lerde ise babam devralıyor. Babamdan da ben 1964’de devraldım. Epey bir çalışmışlığım var yani. Tabii ki bu süreçte hep aynı iş olmadı. Devamlılık için işinizi ortama göre ayarlamanız gerekir. Örneğin dedem, ithalat yapardı. Zaten o zaman ihracat yoktu. Babam, harp zamanında olduğu için ne ithalat, ne de ihracat doğru dürüst yapamadı. Harp bitince babam, tren taşımacılığına geçti. Sonrada deniz taşımacılığına. Sanırım deniz taşımacılığına geçmesi 1944 yılını buluyor. Tabi turizm de yaptı, daha başka yatırımlara da yöneldi. Ancak ben denizi sevdim ve 1964 yılında işleri devraldığımda diğer işleri bıraktım. Sadece denizcilik işine yöneldim. Onun üzerine çalıştım. Tabii çok zorlu süreçlerden geçtik. Buralara gelmek öyle kolay olmadı. Ama önemli olan bir hedef koyabilmekti. Hepimizin bir hedefi olmak zorunda. Yoksa zaten hayatın da yaşamanın da ne anlamı kalır.

- Ancak her yeni sektöre girdiğinizde rakiplerinizden bir adım öndesiniz zamanlamada. Mesela konteyner taşımacılığına 1978'de giriyorsunuz ki, Özal ihracat hamlesine başladığı zaman Arkas’ın alt yapısı bu liberalleşme sürecine hazır...

- Evet aslında geleceği görmek o kadar da zor değil. İnsanlar nasıl göremiyor bazen şaşırıyorum. Ben şansa inanmıyorum. Tesadüflere de inanmıyorum. Her şans dediğimizi alıp bir yere getirdiğimiz de bir yere varıyor mu. Ama beş tane denersiniz bir tanesi tutar. Ama denemeyi bırakmazsınız. O meyve vermeye başlayan damarın üzerine gidince de başarmaya başlarsınız. Benim babam yedi yaşında bana ambarın ne olduğunu öğretti. Hiç unutmam. Amerikan yardım gemileri geliyordu. O insanlar o gemilerde nasıl çalışıyordu hayretle izlerdim. Tabi biraz da korkmuştum. Ben hayatta böyle gemilerde çalışamam diyordum. Ama aslına bakarsak bu dönemler hep mesleği sevdiren şeylerdi. Babam bana yol gösterdi. Çok öğretici bir yanı vardı ve bunu ben büyüyünce de sürdürdü. Bunun adı konteynır, bunu satacağız, dedi. İnsanlara anlattı. Yeni bir şey satmak bana da heyecan verdi. Fakat dış ticaret sanayileşme ve büyüme 80’lerden sonra başladı. Bizim o konteynır işi de o zaman büyüdü. İlk müşterimiz Ülker ile Paşabahçe oldu. Düşünün o zamanlar Coca Cola fabrikası var. Şişe Türkiye’den özü Amerika’dan. Biz yüzlerce boş şişeyi binlerce kilometre taşıyorduk. Birkaç sene sonra kutu nedir, ne işe yarar herkes sormaya başladı. Pek yatırım meraklısı toplum olmadığımız için bizim konteynır yatırımı insanlara zor geliyordu. Bu adam tökezleyecek. Farklılık ve boşluğu görme aslında çok önemli bir şey. Mesela bir seçme yapacaksın, İskenderun ağırlıklı mı, İstanbul İzmir mi çalışacaksın. Herkes İskenderun - Mersin dedi. Hepsi bir kaç sene iyi kazanıp sonra hepsi birden batıyor. Ben İstanbul - İzmir’e yöneldim. Bana göre potansiyeli daha iyiydi.

- Siz aslında Türkiye’nin eninde sonunda Batı ile entegre olacağına yürekten inanmışsınız. Buna inanmayan yarım milyar dolar yatırımı nakliyata taşımacılığa ve limana yapmaz...

Çünkü Türkiye Avrupa’nın bir parçası. Şimdi biz kendimizi senelerce çekmişiz. Onlarda biraz naz yapıyor. O bakımdan Türkiye’nin potansiyeli çok iyiye gidecek ümidi hep oldu. Birbirinden ayırmazsınız bu coğrafyayı. Birkaç bin senedir bu potansiyel var. İnsanlar burada savaşmış, burada ticaret yapmış. Burada dostluk yapmış.

- Neden liman?

Liman neden liman. Haydarpaşa doluydu. Yedi gün bekliyorduk. Çok önemli bir zaman kaybıydı. O zaman bize kendi limanımız yaptık. Gittik önce bir liman bulduk. Zamanla Haydarpaşa'nın iş hacminin üçte birini biz aldık. İlk konteynırı biz getirdik.

- Aslında sizin yaptığınız işle devletin de üzerinden büyük bir yük kalktı ama limancılığın hemen ardından gemilere yatırım yaptınız..

O dönem limanı yaptık ama kimse limana girmek istemiyor. Şimdi nasıl davranacaksın, oturup ağlayacağız mı yani. Benim de tepem atı. Dedim ki sizin gemiler gitmiyorsa ben de kendime gemi alırım. Neticede iki gemi aldık. Sonra baktık ki işler gidiyor. Ama oturarak olmuyor. Gemiyi almak lazım, gidip tekrar o insanlarla ilgilenmek lazım. Bu işlerde beşeri ilişkiler çok önemli.

- “Limanı yaptık, gemileri aldık” diye konuşuyoruz ama denizcilik sektörünün durumu malum. Siz bu finansmanı sağlarken nasıl bir yol izlediniz. Anladığım kadarıyla Almanya’dan kredi aldınız.

Alabilmemizin iki ana unsuru var. Birincisi işimizi biliyoruz ki. Avrupalı bize para bu yüzden para veriyor. Ben şimdi gidip gazete yapmak için para istesem beni çok da ciddiye alamazlar. Bizim paramızı da batıracaksın, kendinde batacaksın derler. Demek ki o işi bildiğimizi incelediler. Gemimizi gördüler. Kaptan ile tayfa ile gelip Avrupalı bankacılar konuştu. Şirketin en ince ayrıntısına kadar öğrendiler. Parayı öyle veriyorlar. Bir de firmanın finans yapısını inceliyorlar, parayı geri ödeme huyu var mı. Ödemelerini zamanında yapar mı, her şeyi inceliyor. Ondan sonra Türkiye’de başka böyle şirket de yok. Neyse sonra tüm incelemeleri tamamladılar ve biz kredimiz aldık.

- Gümrükçüler son derece şikayetçi..

Ben size söyleyeyim Çin’den çok mal geliyor ve gelen her mal kırmızı şeritte. Kırmızı şerit demek. Hani havaalanında var ya kırmızı şerit işte onun gibi. Her Çin’den gelen malın içini inceleniyor. Hepsinin içi boşaltıyor tekrar inceleniyor, dolduruluyor. Bu da ciddi bir sıkıntıya yol açıyor. Şimdi havaalanını düşünün binlerce kişinin bavulunu açarsanız ne olur havaalanının hali.

- Bu sorun AB sürecine girişte önemli. Limanların Betgaranti durumu da yetersiz...

Limanların durumu ne yapsak ne kadar hızlı bitirsek zor yetişir. Her zaman geride kalacak. Türkiye’nin gelişmesi daha yeni yeni başlıyor.

- Sizin hayal ettiğiniz bir projeniz var. Karayı devreden çıkarıp Denizden denize taşımacılık sistemi ile sorunu çözmek?

Şimdi benim hayalim şu . Sırf karadan çalışılmaz. Ben karanın da içindeyim. 350 tane TIR’ım var. Ama her şey kara ile olmaz. Türkiye çok büyük bir memleket olduğu için İstanbul’dan bir yükü TIR’a koyup Van’a kadar götürmek doğru değil. Sistem bu olmamalı. Nasıl bir adamı üç gün boyunca aynı kutu içinde taşımak olmazsa malı da olmaz. Bunun alternatifi olmalı. Bunun alternatifi kısmen deniz, sonra tren, bunlar yoksa o zaman kara. Veya tren sonra kara.

- Şu an Türkiye için üç tarafımız denizlerle çevirili ama bunun ne kadarını kullanabiliyoruz. Yeni yönetmeliklere gerek yok mu?

Bir kere üç tarafımız deniz diye övünmeyelim. Bu bize hediye geldi. Üç tarafımız deniz kullanmıyoruz. Ben konteynırla taşımaya uğraşıyorum diyelim, ama bir takım imkansızlıklar var. Mesela bütün limanlarımız dış liman. Dış liman ne demek, gümrük sahası demek. Bir benzetme yaparsak, havalimanlarımızda dış terminal olup iç terminal olmaması gibi bir şey. İki yıldır bir karar veremediler. Bir yönetmelik hazırlanıyor sanırım. Düşünün bir kere İstanbul’dan İzmir’e gidemiyorsunuz pasaport olmadan. Bütün limanlar dışarıya dönük. Bu arada belediye iskelesinden bahsetmiyorum. Limandan bahsediyorum. Bir genelge ve bir düzen lazım, hem de acilen.

- Siz hep İspanya örneğini veriyorsunuz, bize çok benzeyen ve örnek ülke diye. Biraz açabilir misiniz

İspanya'yı niye seçtim hem nüfus hem ekonomi hem boyut olarak hem de konum olarak. Çünkü nüfus çoğaldığı zaman, bir takım sanayiler olabiliyor. Örneğin İsviçre’de otomobil fabrikası yok. Çünkü potansiyel yok. İspanya’nın ortalama 50 milyon nüfusu var. Peki ortak pazarda Almanya’yı seçelim diyenler de var. Ancak İspanya farklı. Akdeniz ülkesi, o da gururlu kibirli. Biz İspanya’dan geri miyiz. Şu an İspanya’yı yakalamak bizim için öyle çok zor bir hedef olmamalı, onlar şu an bizden üç misli önde. Üç kat büyüsek düz mantıkla limanlarımızı üçe katlamamız lazım. Bir liman beş senede olmuyor. Mesela bence yüzer liman, herkes daha duyarlı olunca zor bir yatırım olmaya başlıyor. Havalimanlarını büyütemiyorlar çünkü, insanlar rahatsız oluyor. Sosyal hayatı olumsuz etkiliyor.

- Gemileriniz Almanya’da yapılıyor. Almanya’da bir boşluk mu gördünüz, tersaneler için. Türkiye’de aslında tersaneler çok ama finansman mı yok..

Doluydu bir, ikincisi finansman yok. Şimdi Alman diyor ki ben bir gemi yapacağım ama benim burada bir bankam var, ihracatı teşvik için. O sana gerekli teşviği kabul edilebilir bir fiyatta verecek. Onların bir sanayi kalkındırma bankası var. Şimdi onlarla başarılı olunca başka bankalar da geliyor. Türkiye’den korkanlar da geliyor. Ama yeni yeni... Hala korkuları var tabii içinde.
Bir limanın 15 seneden evvel geri dönüşü yok. Türkiye’de 150 milyon dolar yatırım. Hadi çok başarılı olsun, 10 sene içinde geri dönsün. Aslına bakarsan bu iş değil. Türkiye’deki mantık bugün yap, yarın kazan. İş dediğimiz budur. Ama bu yatırımları yaparsanız sağlam temellere adım atmış oluyorsunuz. Avrupalı da bunu görünce size güveniyor.

- Sizin farkınız biraz da entegre sisteme dayalı olmaktan geçiyor sanırım. Her işi ayrı birimlere yaptırmak yerine kombine bir sistem. Stratejik bir yatırım sanırım..

Kar marjını belirlemede faydası var. Ama birimler arasında kar marjını belirler. A’dan Z’ye bir işi bir nakliyeye satabilmek için. Büyük bir müşteriden bahsediyorum. Fiyat istiyor. Şimdi adama kara, deniz, liman lazım mı diye sorarsanız. Aynı grubun bütün birimleri size itaat ediyorsa her birime diyorsunuz, kar marjını koy, fiyatı gönder. Diyelimki 5 lira çıktı. Hadi bakalım herkes tekrar hesabını yapsın. Rekabet yapma imkanı sağlıyor. Müşteriye de daha iyi hizmet götürüyorsunuz. Örneğin kendi matbaanızda gazeteyi bastırmak başka, başkasının matbaasında bastırmak farklı. Bu bakımdan siz kontrolü elinize alıyorsunuz. müşteri de size geliyor. Sizin gazeteniz geç gittiği zaman bir yere, dağıtıcı bilmem ne olmuş diyemezsiniz, siz muhatapsınız sonunda.

- Türkiye’de hızlı bir büyüme süreci ve belirli bir istikrar var. İthalat ve ihracata dayalı büyüme artıyor. Bu açıdan Türkiye mevcut büyüme stresini kaldırabilecek bir altyapıya sahip mi? Sektörün içinden biri olarak ne düşünüyorsunuz.

Dış ticaret büyümesi, diğer organlarla aynı ahenkte büyümüyor. Vücudun diğer kısmı buna ayak uyduramıyor. Özel sektör, geri dönüşü uzun yıllar alacak yatırımlara zor girer. Bz bu işe girmişiz, binlerce müşterimize karşı bir vefa borcumuz var. Onlar bizi bugünlere getirdi.

- Ama siz olmasaydınız onlar da biraz zorlanırdı gibi gözüküyor.

Yok yok gelirdi. Biraz maliyetleri artardı. Zorlanırlardı. Ama gelirlerdi. Su her zaman yol bulur, ama biz derenin yolunu açtık. Örneğin Antalya’ya gemi uğramazdı. Ama hadi Antalya'ya 15 günde bir gemi gönderelim dedik. Bir sene geçti. İşler öyle açıldı ki katlanarak da büyümeye devam ediyor. Ben bile şaşırdım. Demek ki insana imkan sağlayacaksın. Büyük şehirli biraz profesyonel ama Anadolu insanı siz unutmuyor.
Konya’ya gittik mesela... Şimdi tren dedik ya. Benim birkaç projem var. Demiryolu şirketimiz de var. İstasyonumuz da var. Demiryollarını limanlara bağlıyoruz. Sanayi odası ve ticaret odası başkanı öyle ilgi gösterdi ki bu kadar ilgi beklemiyorduk. İnsan gayrı ihtiyarı çalışıyor. Sizi teşvik ediyor adamlar. Tabi sonra siz seyrekte olsa hata yapsanız gözüne batmıyor. Size anlayışlı davranıyorlar.

- Aynı zamanda bir aile şirketisiniz. Türkiye’de biliyorsunuz aile şirketlerinin ömrü 40 yılı geçmiyor. Siz bunu çok daha yukarıya taşımışsınız. Yeni bir yapılanmanız da var. Profesyonelleşme ile aile şirketini nasıl dengeliyorsunuz?

Şimdi aile efradı da önemli, çalıştırdığınız profesyoneller de. Çünkü hepimiz mutlu edecek adam arar. Biz bir iş yaptığımızda kimi mutlu ettik, diye sorarız. Bunu aile de, çalışanlar da hissetmeli. Ama aile bilir bilmez her şeye burnunu sokarsa o zaman işler karışır. Normal memur gibi başlar. Biraz hızlı çıkar ama doğru kararlar verebilmek için en alttan herkesin ne yaptığını göre göre çıkar. Yoksa kurullarla raporlarla iş olmaz. Bizim meslekte çok hızlı karar vermek lazım. Aylarca beklenmez.

- Tezcanlılık mı ?

Biraz hiperaktif sayılırım.

- Çokkültürlülük işinize nasıl yansıyor?

Şimdi çok kültürlülük bir faydası iletişime açık oluyorsunuz. Kapalı ve teklik yok. Dışarıya gittiğinizde kendini rahat hissedersiniz. Babam başka lisan, annem başka lisan, iki lisanı daha küçükten öğrendim. Bizim evde ben Fransızca konuşurum, ilk eşim İtalyandı onla İtalyanca konuşuyordum. Ama çocuklara Fransızca konuştuk ve Fransızca öğrendiler. Bir de İngilizce, böylece bir anda 4-5 lisan çıkıyor. Bu bir avantaj. Benim kendi insanım Singapur’da sırf Türkçe konuşan var diye o iş yeri ile çalışıyor.. Dil çok önemli..

(Kaynak: Referans Gazetesi)

Editör: TE Bilişim