Çatıdaki deniz fenerinin hikâyesi

Denizde değil, karada da değil. Kabataş’ta bir apartmanın çatısında. O fener, denize tutkun bir adamın, Türkiye’nin ilk deniz feneri yapımcısı Orhan Kızıldemir’in hayatını anlatıyor. Emekli olduktan sonra da fenerlerden ayrı kalamayan Kızıldemir, evinin bacasına sembolik bir fener yaptı. O fener, 37 yıldır İstanbul Boğazı'nı selamlıyor.

İskeleler doluyor, boşalıyor. Vapurlar iki yaka arasında mekik dokuyor. İstanbul Boğaz’ında sıradan bir gün... Bu manzarada sıradan olmayan tek şey 37 yıldır boğazı selamlayan bu minik fener. Denizde değil, karada da değil. Binaların omuz omuza verdiği Kabataş’ta bir apartmanın çatısında. O fener, denize tutkun bir adamın hayatını anlatıyor. Türkiye’nin ilk deniz feneri yapımcısı Orhan Kızıldemir’in...

35 yıl boyunca denizlerde çalışan Kızıldemir, 1979 yılında fener yapımını bırakıp emekli olduktan sonra denizden de, fenerlerden de kopamadı. 1980'de evinin bacasına da sembolik bir fener yaptı.

[Kızıldemir 1980 yılında bacasına bu feneri yaptı. Fotoğraf: Orhan Kızıldemir'in arşivinden alınmıştır.]

Orhan Kızıldemir’in kızı Nilüfer Beygo, babasının fenerin yanına çıkıp gemilere ve denize baktığını anlatıyor: "Güzel havalarda çıkar… Minicik bir radyosu vardı, pilli. Onu alır, saat 6'da fasıl başlardı. O fasılı dinler, denizi izlerdi. Her geçen gemiye dürbününü alır bakardı. Kaç grostonluk, kimin gemisi, nereye gidiyor, dolu mu, boş mu, ne taşıyor anında söylerdi babam ve biz şaşardık. Kopamadı, denizden kopamadı."

[Bacadaki fener 37 yıldır boğazı selamlıyor. Fotoğraf: Umay Aktaş/ Al Jazeera]

140 fenerde onun izi var

Kılızdemir, meslek hayatı boyunca 28 deniz feneri yaptı. Tamir ettikleri ile birlikte 140’ın üzerinde fenerde izi var. Deniz fenerlerinin yanı sıra iskeleler de yaptı ve tamir etti. Denize tutkusu çocukluğuna uzanıyor. Denizcilik onun genlerinde var. Babası Ahmet Kızıldemir, çarkçıbaşıymış. Kızıldemir’in kızı Beygo, dedesinden babasına geçen deniz aşkını şöyle anlatıyor: "Rahmetli babamın denize çok büyük tutkusu vardı. Hem babası ile seferlere gitmekten dolayı hem de deniz kenarında oturduğumuz için Kabataş’ta. Hatta çocukluğunda sandal kiralayıp Üsküdar’a geçerlermiş izinsiz. Dedemin seferden dönüşünü beklermiş. O zaman büyük gemiler Tophane’ye yaklaşıyor. Gelse de babam gemiye girsem, gemiyi görsem diye…"

İlk feneri 1945'te yapıyor

Kızıldemir’in babası "tehlikeli ve meşakkatli olduğu için" oğlunun denizci olmasını istemiyor. Kızıldemir, bu karara o kadar üzülüyor ki, yemeden içmeden kesiliyor. Sonunda babası razı oluyor. Ortaokul son sınıfta Heybeliada Deniz Lisesi'nin sınavlarına giriyor. Hikâyenin sonrası ömrü boyunca içinde taşıyacağı bir ukde. "Babam ortaokul son sınıfta ikmale kalıyor. Ancak Deniz Lisesi, ikmale kalan öğrencileri almayacağını söylüyor. Babam o kadar etkilenmiş ki, yıllarca okulun bulunduğu Heybeliada’ya bile gitmemiş. ‘İçim el vermedi’ derdi. Sonra babam İtalyan Lisesi’ne gidiyor. Üniversite de edebiyat fakültesine gidiyor, coğrafya bölümünü bitiriyor. Sonra askere gidiyor ama aklında hep deniz sevgisi var. Askerdeyken yedek subay oluyor. Yedek subaylar maaş aldığı için o parayı biriktiriyor. 1500 lira, hiç unutmadığım bir rakamdır. Hep söylerdi babam. Onunla arkadaşıyla firma kuruyorlar. Bu firmada yapmak istediği şey iskeleler, deniz fenerleri, tamirler…"

[Kızıldemir'in ilk yaptığı Finike Feneri'nin fotoğrafları arşivinde de yer alıyor. Fotoğraf: Orhan Kızıldemir'in arşivinden alınmıştır.]

Onu denize götürecek yolu fenerlerle buluyor

Türkiye’de 1938'e kadar deniz fenerlerinin inşaatını çoğunlukla Fransızlar yapıyor. 1938’den sonra çekiliyorlar. O sırada Kızıldemir ve arkadaşı ihaleye giriyor. Etrafındakiler "Bugüne kadar Fransızlar yapmış. Sen yapamazsın" diyor. Kızıldemir 1945’te ilk işi Finike Feneri’ni alıyor. Kızıldemir, denizci olamıyor ama onu denizlere götürecek yolu fenerlerle buluyor. Yaptığı fenerlerle denizcilere selam çakıyor.

Günlerce süren yolculuklar, yapımı aylarca hatta yıllarca süren fenerlere imza atıyor: "Akçay Karaburun Feneri, Şarköy İnceburun Feneri, Çanakkale Zincirbozan Feneri, Çanakkale Kilye Feneri, Çeşme Döküntaş Feneri, Güllük Feneri, Farelye Feneri…"

Kızı Beygo babasının zorlu yolculuklarını anlatıyor:

[Kızıldemir ve ekibi, mavnasıyla fener yapımına giderken. Fotoğraf: Orhan Kızıldemir'in arşivinden alınmıştır. ]

Zincirbozan Feneri'ni 3 yılda yaptı "Bir mavnası vardı babamın. Onlarla kumu, çimentoyu, yiyecekleri nevaleyi yüklerler. Mavnada yaşamak kolay bir şey değil. Giderlerdi öyle. Denizin içinde çok zor beton döküyorlardı. Bazı fenerleri yaparken karada döküyorlardı betonu, bazı fenerlerin yapımında betonu denizde döküp yüzdürüyorlardı. 32 mil yüzdürdüğü Zincirbozan Feneri'dir. O Zincirbozan Feneri'ni yaparken çok sıkıntı çekmişler. Bir de Kilye Feneri’ni yaparken. Onlar üç sene sürmüş. Zincirbozan’da artık 'Battım bittim' diyordu. Ama bittikten sonra da bir çocuğu gibi görürdü fenerleri. O kıyıdan geçerken ‘Bunu ben yaptım. Ne zorluklarla yaptım’ derdi."

[Fotoğraf: Orhan Kızıldemir'in arşivinden alınmıştır.]

Kızıldemir'in evinin bacasına yaptığı son fener, yıllar sonra kavuştuğu ilk aşkının da tanığı. Kızı Beygo, o aşkı şöyle anlatıyor: "Babamla annem görücü usûlü evlenmişler. Ben doğduktan iki sene sonra babam Üsküdar’da, üniversite arkadaşı ile karşılaşıyor. O evlenmemiş. Babam evlenmiş. Aralarında geçmişte küllendi denilen şey ortaya çıkıyor. Birkaç sene sonra babam geliyor ve anneme diyor ki; 'Ben ilk aşkımı gördüm, ayrılmak istiyorum.' Annem, nurlar içinde yatsın, o kadar hanımefendi kadındı ki, 'Tamam' diyor. Babam 1966 senesinde Şükran Abla ile evleniyor."

Bacadaki fener ile aşkını da selamlıyor

Kızıldemir ve Şükran Hanım 13 yıl evli kalıyor. Sonrası yine ayrılık... Şükran Hanım hayatını kaybediyor. Kızıldemir yıllarca bacadaki feneri yakarak eşinin mezarını da selamlıyor.

[Kızıldemir, yıllar sonra ilk aşkı ile karşılaştı ve evlendiler. Fotoğraf: Orhan Kızıldemir'in arşivinden alınmıştır.]

"Şükran Hanım karşıda Küplüce’de köprünün ayağında gömülü. Boğaz Köprüsü tarafına baktığı vakit hissederdim ki Şükran Hanım'ı düşünüyor. Onunla geçirdiği günleri düşünüyor. Fenerin ışığını yakabildiği zamanlar da selam yollardı." Kızıldemir, 2008 yılında 95 yaşında hayatını kaybetti. Eşi Şükran Hanım'ın yanına defnedildi. Kızı Beygo, "Annem babamın kabrine gitmek isterdi. Götürürdüm ama ikisinin aynı yerde yattığını ölene kadar bildirmedim. Çünkü annem de babamı çok sevmişti" diyor.

Denizcilik tarihi arşivi

Kızıldemir'in deniz tutkusu bugün ise arşivinde yaşıyor. Emanetine kızı gözü gibi bakıyor. Oturdukları apartmanın bir katı babasının denizcilik tarihine dair belgeler, fotoğraflala dolu. Arşivde, gemilerin loyt kayıtlarından, Kızıldemir’in yaptığı fener ve iskelelerin aşama aşama fotoğraflarına kadar pek çok bilgi ve belge var. Kızıldemir’in 18 yıl boyunca peşinden koştuğu, bilinenin yanlış olduğunu söylediği gerçek Bandırma Vapuru’nun fotoğrafı, çarkı, saati de arşivde.

[Kızıldemir'in kızı Beygo, babasının arşivindeki Bandırma Vapuru'nun saati ve çarkına çok önem verdiğini anlatıyor. Fotoğraf:Umay Aktaş/Al Jazeera]

Denizcilik tarihiyle ilgilenenler, öğrenciler arşivin kapısını çalıyor. Hayatını kaybetmesine rağmen kızı, Kızıldemir’in ev telefonu kapattırmadı. Arşiv için arayan herkese yıllardır yardımcı oluyor.

Beygo, "Babam vefatından önce bir vasiyetname ile arşivini İTÜ Denizcilik Fakültesine bıraktı. 5-6 resmi aldırdılar. Öğrencileri de ihtiyaç duyduklarında yolluyorlar. Ancak arşiv gerektiği kıymeti görmedi. Bunlar neticede bilgisayar ortamına geçirilseydi... Resimler de, kağıtlar da sararıyor. Eski Türkçe belgeler de var. Gözüm gibi koruyorum ama bir noktaya kadar" diye konuşuyor.

[email protected]

Editör: TE Bilişim