Gazeteci ve yazar Halit Kakınç'ın Struma adlı geminin trajedisini anlattığı romanı büyük ilgi gördü. 72 gün boyunca ölüme terkedilen 769 insanın dramının anlatıldığı Struma, 12 günde tam 10 baskı yaptı. Olayın yaşandığı anlara tanıklık eden işadamı İshak Alaton'un önzözünü kaleme aldığı kitabın yazarı Halit Kakınç, facianın detaylarını şöyle paylaştı.

HURDA BİR GEMİ
 
İstanbul açıklarında 72 gün boyunca ölüme terk edilen 769 Yahudi'nin dramı Türkçe olarak Destek yayınlarından çıkan kitapta toplandı. Akademisyen, Gazeteci ve Yazar Halit Kakınç'ın 7 yıl süren araştırması sonucu ortaya çıkan kitap, Nazi katliamlarından, daha da önemlisi Yahudi Soykırımı'ndan kurtulabilmek ve Filistin'e göç etmek için "Struma" adlı ufacık hurda bir gemiyle Romanya'nın Köstence Limanı'ndan yola çıkan 769 Yahudi'nin yaşamlarının son 72 gününde İstanbul Sarayburnu açıklarında başlarından geçenleri ve Karadeniz'de bir Sovyet torpidosuyla sona eren dramlarını ele alıyor. Kitap ilk 12 günde tam 10 baskı yaptı. Bir dönem Yeni Asır'ın Yazı İşleri Müdürlüğünü de yapan İzmirli gazeteci-yazar ve akademisyen Halit Kakınç, bugün ikinci haftasında olan kitabıyla ilgili soruları Yeni Asır okuyucuları için yanıtladı.

Bu kitaba konu olanlara karşı ilgi sizde nasıl ortaya çıktı?
Yönetmen Veli Çelik, dostumdur. 7- 8 yıl kadar önce, 1941- 1942 yıllarında İstanbul'da geçen, içinde casusların cirit attığı bir senaryo yazmamı istedi. Yazdım. Yazarken, Struma ile karşılaştım. İlgimi çekti. Senaryoda iki öykü birden yer aldı. İki umutsuz aşk öyküsü. Biri karada, diğeri denizde. Senaryo kabul edilmedi. Ben de Struma üzerine yoğunlaştım. Sonunda emir büyük yerden geldi. Eşim Zeynep, "bunu roman yapsana" buyurdu... Bu çalışma ortaya çıktı.

Struma'yı yazma amacınız neydi? 
Biri genel, diğeri özel iki amacım vardı. Geneli, içinde yaşadığımız toplumun kronikleşmiş tavrı ile ilgili. Malum, "tabula rasa" boş levha demektir. Bir yaklaşıma göre insanoğlu doğar, yaşadıkları ile birlikte levha şu veya bu şekilde dolar. Bu işin bireysel tarafıdır. Toplumlar da yatay ve dikey ilişkileri ile tarih içinde bu levhanın sosyal içeriğini oluştururlar. Türkiye'deki alışkanlık ise konuşmama, yazmama, tartışmama üzerine kuruludur. Levha'nın boş kalması yeğlenir. Elimden geldiğince, bu boş sosyal levhanın küçücük bir bölümünün de olsa doldurulmasına katkıda bulunmak istedim. Bireysel açıdan böylesine kayda değer bir konudaki suskunluktan rahatsız oldum. Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri, geleneksel suskunluk politikasını bozmuyor, Musevi Cemaati de, kaçma-karışma- çalış alışkanlığını aşmamaya özen gösteriyordu. Sonunda iş başa düştü.

Kitap piyasada... Bugüne kadar gelen tepkiler neler?
Tahminimden öte bir ilgi oldu. 12 gün içinde 10 baskı yaptı. Tepkileri ikiye bölebiliriz. Bu tepkilerin yüzde 90'ını olumlular oluşturuyor. Bir de "Bu iş sana mı düştü?" diye karşı çıkanlar var. O günün Türkiyesi'ni aklama görevini üstlenenler var... Bir de septik komplocular var. "Acaba bu adam Yahudi mi, eşi Yahudi mi, tüccar da Yahudilerle işbirliği mi yapıyor? Adam zaten İzmirli, yoksa Selanik kökenli Sabetayist dönme mi?" gibi kafasında sorular üretenler. 

Struma'ya yönelik devleti temsil edenlerden herhangi bir yorum var mı?
Şu ana kadar herhangi bir yorum gelmedi.

Kitapla ilgili şu 12 gün içinde karşılaştığınız bir soru var, bunu yinelersek; "Bu bir özür kitabı mı?"
Türkiye'nin yakın geçmişi ile ilgili özür dileyecek bir çok sıkıntısı olabilir. Ama özür dilemek bana düşmez. Ben akademisyen bir araştırmacıyım. Gazeteciyim. Bu sadece belgesel bir roman.

"Türkiye'deki alışkanlık konuşmama... yazmama... tartışmama üzerine kuruludur" diyorsunuz. Struma bu konuda bir değişiklik getirdi mi?
Bu değişiklik zaten başladı. 1915 olayını konuşuyoruz. Mübadeleyi konuşuyoruz. Alevi meselesini konuşuyoruz. Kürt meselesi zaten gündemin birinci maddesi. Patrikhane, Ruhban Okulu, Süryaniler ve daha nicesi telaffuz edilir oldu. Struma da bu zincirin küçük bir halkası oldu diyelim.

Bu bir belgesel kitap, doğal olarak araştırmaya dayalı. Araştırma sırasında kaynaklara ulaşabildiniz mi?
İşin en zor tarafı, bu konuda kaynak bulmak. Romanya, önce faşist, sonra komünist, kaynaklar yok edilmiş. Türkiye'de bir şeyler olmalı ama pek ilgilenen yok. Ağırlığı İngilizce o günlerde derlenmiş araştırma kitapları var. Onlardan yararlandım.

Saklanan, "aman bunu yazmayın" diyen oldu mu?
Yazmayın değil de, "sakıncalı- rahatsız edici olabilir mi?" diye edişelerini belirtenler oldu. Olsaydı da fark etmezdi. Ben gazeteci kökenli bir akademisyenim. Tehditler beni tahrik eder. 

Kitapta ilk kez sunulan gerçeklerin olduğundan bahsediyorsunuz, bunlar nelerdir?
O dönemde koşulların gereği mi desek, bilemiyorum. Ankara'da son derece ürkek/ korkak bir politika var. Bunu yazdım. Nazi Almanyası tırmanışta. Ortalık Nazi Almanyası yanlısı yerli faşistlerle dolmuş. Basına bile hakimler. Nazi yanlısı dernekler kuruluyor. Mecliste, hükümette bir sürü Alman yanlısı sesler çıkıyor. Trakya'da Yahudi aleyhtarı tezgahlar dönüyor. İngiltere'nin ağır suçu var. Tahliye edilen birkaç kişinin durumları özel. Struma'yı batıran bir Rus denizaltısı. Bu gibi şeyleri olanca çıplaklığı ile yazmaya çalıştım.

70 yıl önceki bir olay, dönemin hafızasını elinde tutan gazetelerin yaklaşımı nasıldı?
Maalesef tamama yakını Nazi yanlısı. O günlerin Cumhuriyet'i de en başta.

Sağ kurtulan Medea ve David şu anda ne yapıyor, bilginiz var mı?
Bildiğim kadarı ile Medea çoktan vefat etmiş. David, sağ. 90 yaşlarında. Struma'nın yayınlandığından haberdar. Memnun olmuş. Kapağı maillemişler. Gelen habere göre, "Yahu, kapakta şu Hitler denilen adam da olmasaydı..." demiş.

769 insanın ölümüyle sonuçlanan Struma'nın batışının ardından Yahudi toplumunun tavrı ne oldu?
Bilebildiğim kadarı ile içlerinde hep bir yara var. Ama hep suskun kalmışlar. 1492'de kendilerini İspanya'daki ateşlerin içinden kurtararak yeni bir yurt veren Osmanlı'ya minnettarlar. Bu nedenle hüzünlerini hep
içlerine gömmüşler.

İnanılmaz bir olay, 769 insanın ölümü insanın içini acıtıyor. Kaleme alırken ya da yattığınızda gözünüzün neler yaşıyordunuz?
Etkilenmemek mümkün değil. İstanbul- Kadıköy'de Sarayburnu'nu gören
bir yerde oturuyorum. Her sabah yazmaya başlamadan bir süre Sarayburnu
açıklarını seyrediyor, David'in sularda can veren sevgilisi İlse'nin eldeki tek fotoğrafına bakıyordum.

Bu kitabı beyezperdede görebilecek miyiz?
Umutluyum, Yahudi soykırımı ile ilgili en küçük çaptaki olaylar bile film konusu oldu. Geriye bir tek Struma kaldı. Önce İngilizce'ye çevrilmeli. Amerikan film endüstrisi mutlaka ilgilenir diye düşünüyorum. Spielberg işin esprisi, ama o çekse elbette ne kadar iyi olur...

Struma
 
Köstence'de yola çıkar çıkmaz birkaç kez arızalanan Struma, iki gün sonra İstanbul Boğazı açıklarına ulaştığında makineleri toptan iflas etti. Bir römorkör eşliğinde Sarayburnu önlerine çekildi, dram da böyle başladı. Gemide yiyecek, su ve ilaç çok sınırlıydı. Karaya çıkılmasına izin verilmiyordu. Yahudilerin Filistin'e ulaşmasını istemeyen İngiliz Hükümeti de geminin geçmesine izin vermemesi ve geri göndermesi konusunda Türkiye'ye yoğun baskı uyguluyordu.

Almanlar da geminin bir an önce karasuları dışına atılmasını istiyordu. Struma'dakilerin tek umudu Türkiyeli Yahudiler'di. Bugünün ünlü işadamı, dönemin 15 yaşındaki lise öğrencisi İshak Alaton da babası Hayim Alaton'la birlikte ekmek teminiyle görevlendirilmişti. Bu süreçte yalnızca birkaç kişinin gemiden çıkmasına izin verildi. Sonradan Mobil Oil olacak Standart Oil Company'nin Romanya Genel Müdürü Saul Martin Segal, eşi ve oğlu, ABD'nin devreye girmesi ve Vehbi Koç'un da katkılarıyla özgürlüğe kavuştu. 72 günlük uzun ve acılı bir bekleyişin sonunda Türkiye hükümeti kararını verdi.  Gemi çekilerek Karadeniz'e çıkarılacak ve Türkiye karasuları dışında bırakılacaktı. 23 Şubat 1942 günü karar uygulandı. 24 Şubat 1942 sabahının alacakaranlığında Struma, Sovyet denizaltısı ShCh-213 tarafından gönderilen torpido ile batırıldı. Tüm yolcular ve mürettebat Karadeniz'in soğuk sularına döküldü. İçlerinden yalnızca 21 yaşındaki David Stoliar karanlık denizde sağ kalmayı başardı. 

Editör: TE Bilişim