Tuzla’da yaşam koşulları her geçen gün ağırlığını daha fazla hissettiriyor. İşçi kesimi yaşamından hiç hoşnut değil.  Son bir buçuk yılda 30 000 kişi işten çıkarılmış. Bir o kadar taşeron işçisi de boşta, iş bulamıyor. İnsanlardaki bıkkınlık ve yılgınlık

Tuzla’da yaşam koşulları her geçen gün ağırlığını daha fazla hissettiriyor.
İşçi kesimi yaşamından hiç hoşnut değil. 
Son bir buçuk yılda 30 000 kişi işten çıkarılmış.
Bir o kadar taşeron işçisi de boşta, iş bulamıyor.
İnsanlardaki bıkkınlık ve yılgınlık inanılmaz boyutta.

Kahvehaneler işsizlerin bekleme odası olmuş.
Hergün mesaiye gider gibi kahvehanelere gidenler, bu mekanları adeta bir sığınak gibi görüyorlar.
Açık biçimde dile getirmeselerde benzerleriyle bir arada olmak henüz adı konulmamış bir güç veriyor onlara.
Hemen hepsi, bir yere odaklanmış haldeler ve tek bir noktaya bakıyorlar.
Birisi anlatıyor hepsi dinliyor.
Sonra hepsi birden konuşmaya başlıyor ama kimse kimseyi duymuyor.
Cam kenarına sıralanmışlar.
Her biri başka başka insan olsa da sonuçta ortaya bir kişi çıkıyor aslında.
Kol dirsekten bükülmüş, el, ya çenede, ya da alında. Öylece kilitlenmiş duruyorlar.

Kahveci anlatıyor:
“ Önceden iş bitiminde keyif almak için, eşi dostuyla pişbirik oynamak için gelenler, şimdi gidecek yeri olmadığı için buraya geliyorlar.
Alışkanlık mecburiyete dönüşmüş durumda.
İçlerinde sabah erkenden gelen ve gün boyu tek kelam etmeden ayrılanlar var.
Kara kara düşünüyorlar. Bir çay içerlerse içiyorlar.
Ben artık bu insanları izlemekten, kendi derdimi düşünmez oldum.
İnan insanların bu halini görmek çok daha hüzün verici.
Ne anlatsam boş, ancak yaşayan bilir.”

             *                *                  *
Aydınlı köyü ve çevresinde yaşayanlar çığlık çığlığa.
 Bakın ne diyorlar:
“İş yok, aş yok. Yapacak bir şeyimiz yok.
Karnımızı doyurmak için ne yapmamız gerekiyor?
Devlet bu yaralarımıza bir çare bulsun.”

Farkında mısınız? İnsanı yaşatan tek kelime yok bu çığlıklarda.
Eşitlik gibi, özgürlük, mutluluk, sıcaklık gibi, sevgi gibi…
Dünyanın geldiği şu duruma bir bakın… Bu günün politikacıları arasında da insanı yaşatan kelimelerden söz eden de kalmadı…
Neden?
İnsan mutluluğu bir anlam taşımıyor mu artık ?

Ben mutluyum diyenler de vardır elbet;
Parası var diye,
evi büyük ve konforlu diye,
yarını güvenli diye, sevgilisi güzel diye, en iyi yemekleri yiyorum diye!...
Bunun adı mutluluk olmamalı…
En güzel sözü, Albert Camus söylemiş Veba adlı eserinde:

“Bir insanın tek başına mutlu olması utanılacak bir şeydir.”

       *           *          *
Sessizliğin hüküm sürdüğü tersanelerde, boş kızakların,
bir köşede atıl duran vinçlerin, forkliftlerin,
dumanı tütmeyen kesim tezgahlarının çağrıştırdıkları dayanılır gibi değil...
Nasıl isyan ediyorum şu ekonomik kriz denilen ne idüğü belisiz ucubeye.
Haykırmak istiyorum. Yapamıyorum…
Haykırmak isteyip de içime akıttığım acılarımın tamamı insanları yılgınlığa salan işsizliğe...
Çelik saç yığınlarına hayat verdiğimiz koca tersanelerin ıssızlığına…
Yeni gemi inşa etmeyi öğrenmeye başlamışken kaybolup giden yazılım proğramlarına, insan kaynakları yapılanmalarına, oluşmaya başlayan iş sağlığı ve güvenliği kültürüne…

                   *               *                *
İbrahim Ustam…
Birlikte omuz omuza çalıştığımız, yemeğimizi paylaştığımız, tehlikelere birlikte göğüs gerdiğimiz, sessizce anlaştığımız arkadaşım…
Evet aramızda sessiz bir bağ vardı..
Dile dökülemeyen, ama dökülenlerden çok daha kuvvetli bir bağ.
Görülmeyen ama hissedilen... İşitilmeyen ama duyulan...
Kucaklanamayan ama sarmalayan...
Güzellikler bir bir yok oldu dünyamızdan...
Öğlen paydosunda yayımlanan müzik eşliğindeki yemek kuyruğu.
Şaban Usta’nın kahkahası,
Muhterem Usta’nın nadir gülümseyen, ama gülümsediğinde güller açan yüzü…
Kimse kalmadı artık.
Revirde doktor, hemşire yok artık. Her gün aynı saatte gelen yemek arabası da gelmiyor. Taşeron ofisleri de bom boş. Koca alandaki sac yığınları da, malzemeler de yok artık.
İşçilerinden yoksun kalmış, ses vermeyen ıssız bir işyeri var geride…

Peki, bu durum neler anlatıyor insana ?..
Neler anlatmıyor ki…
Tersanelerin salt demir yığınlarından değil, çalışanlardan oluştuğunu,
Yaşam onlarla daha anlamlı, onlarla daha güzel olduğunu…
Bu dünyanın onlar olduğu sürece güzel kalacağını…

    *           *            *     
Her birisine emekleri için binlerce kez teşekkür ediyorum.
Ortak heyecanı yarattıkları ve yaşattıkları için teşekkür ediyorum…
Tecrübelerini, sevgilerini, coşkularını, zamanlarını paylaştıkları için teşekkür ediyorum..
Ve Oktay Rifat’ın şiirindeki çağrısının, gerçekleşmesini umut ediyorum,

“Gel yurdumun insanı görün artık,
Özgürlüğün kapısında dal gibi.
Ardında gökyüzü,
                      kardeşçe mavi…”

Ataşehir, 25.03.2010