EREĞLİ AÇIKLARINDAN SİBİRYA’YA  BAHR-İ AHMER – BEZM-İ ALEM VE MİTHATPAŞA VAPURLARI 

 Osmanlı İmparatorluğunun en karanlık günlerini yaşadığı I.Dünya Savaşında Enver Paşanın atak ve yanlış kararı ile açılan Kafkas Cephesinde büyük ikmal sıkıntısı yaşayan ordumuza ihtiyaç duyulan malzemeler Bandırma ve İstanbul depolarından Bahr-İ Ahmer – Bezm-İ Alem Ve Mithatpaşa Vapurlarına yükleniyor vapurlara yüklenen malzemeler arasında gıda mühimmat ve demonte 4 uçak bir uçak bölüğü ve askerler bulunuyordu.  

BEZM-İ ALEM: 1 Aralık 1888'de, İngiltere, Glasgow'da, Fairfield Shipb. Eng. Co. tezgâhlarında yolcu-yük gemisi olarak yapıldı. 4.527 gros, 3.286 net tonluktu.Uzunluğu: 118,1 metre, genişliği: 13,4 metre, su kesimi: 9,8 metre idi. 3.000 beygir gücünde Fairfıeld yapımı tripil buhar makinesi vardı. 13 mil hız yapıyordu. 38 adet 1. mevki, 20 adet 2. mevki kamarası vardı. Bir Alman denizcilik firmasına ait olup ilk adı Dresden'di. İlk seferine 5 Ocak 1889 günü çıktı. Önce Bremen-New York, Bremen-Sydney seferleri yaptı. Sonra1902'de de Kuzey ve Güney Atlantik sulannda çalıştı. 1903'te merkezi Liverpaool'de olan R.P. Houston & Co. finnasına satılarak Helios adını aldı. Ertesi yıl, yine Liverpool'de Union-Castle Line firmasına devredildi. 1906'da İdare-i Mahsusa tarafından satın alınarak adı Bezm-i Alem (II. Mahmud'un kadını, AbdüImecid'in annesi) olarak değiştirildi. 24 Ekim 1914'te Ereğli açıklananda Rus Sviatoj jevstafi adlı savaş gemisi tarafından batırıldı. Filonun en güzel gemilerindendi. 

BAHR-İ AHMER: 1893'te, İngiltere, Newcastle'de, W.G. Armstrong, Michell &Co. tezgahlarında yük ve yolcu gemisi olarak yapıldı. 3.724 gros, 2.290 net tonluktu. Uzunluğu: 108,9 metre, genişliği: 12,7 metre, su kesimi: 7,8 metre idi. Wallsend yapımı 2.200 beygir gücünde 3 silindirli tripil buhar makinesi vardı. Saatte11,5 mil hız yapıyordu. İdare'nin büyük gemilerindendi. Önce Raland adıyla Bremen-New York, Bremen-Güney Amerika, Bremen-Baltimore arasında çalıştı.1911'de Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi tarafından satın alındı. O yılın şubat'ında İstanbul'a geldi. Birinci Dünya Savaşı çıkınca Donanma'nın emrine verildi. 24 Ekim1914 günü, İstanbul'dan Trabzon'a asker ve mühimmat götürürken Kandilli (Zonguldak) yakınlannda Sviataj jevstafi adlı Rus muhribinin açtığı ateşle batırıldı.

MİTHATPAŞA: 1900'de,İngiltere, Newcast!e'de Sir Raylton Dixian & Co. Tezgâhlarında yolcu-yük gemisi olarak yapıldı. 4.455 gros, 2.448 net tonluktu. Uzunluğu: 112,8 metre, genişliği: 14,1 metre, su kesimi: 6,7 metre}di. Sir R. Dixion yapımı 4.800 beygir gücünde 6 silindirli tripil buhar makinesi vardı. Uskurluydu. Önce Port Royal adıyla Antiller’de çalıştı. 1911'de Osmanlı Donanına Cemiyeti tarafından satın alınarak, donanmanın emrine verildi. Sonra Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi'ne geçti. 24 Ekim 1914 günü İstanbul'dan Trabzon'a asker ve mühimmat götürürken Kandilli (Zonguldak) yakınlarında GnevniJ, Bespokojnyi Pronzite'nyi ve Derzkij adlı Rus muhriplerinin ateşiyle batırıldı. 

Bu üç gemi 5 Kasım 1914 tarihinde İstanbul’dan hareket etti. İstanbul’dan hareket eden bu üç geminin akıbetlerini Mithatpaşa gemisinin Gemi Kâtibi Hasan Basri Efendi’nin Yapı Kredi Yayınlarından çıkan “ Bir Gemi Kâtibinin Esaret Hatıraları “ kitabından özetle şöyle açıklıyordu;

 “5 Kasım 1914 Perşembe o gece bede’z-zeval(Öğleden sonra 7.30’da hareket emrini aldık Bahr-İ Ahmer – Bezm-İ Alem ile beraber rıhtımdan hareket olundu Büyükdere de gemimize gelen Liman Reisi Nizamettin Bey yolların gayet emin olduğunu hatta araba yolu gibi gideceksiniz gibi tabirat ile bizi mutmain ediyor(İçimizi rahatlatıyor) Orada Beykoz önünde karanlık bir gemi gözüküyor isede ne olduğunu anlayamadık. Bir aralık kılavuz gemisi işaret verdiğinden bizde peşinde olarak alaturka saat üçbuçuk var idi Boğaz’a girdik o ölüm saçan mayınlan arasından Kemal-i dehşetle geçtik. Tabi gemide hiçbir fener ve aydınlık yok her taraf kapalı ve borda ve silyon fenerleri kamilen söndürülmüş idi. Bununla beraber deniz gayet durgun ve mehtap gayet güzel.Adeta latif bir gece idi. Böylece iki saat kadar kat-ı mesafe ket ettik. Herkeste bir düşünce var.

 Bu aralık sol taraftan bir fener parladı bu işaret bize pek çok düşündürdü. Herhalde bizim harp gemilerimizden birisi olmasına karar verdik. Çünkü dışarıda bizim donanmanın bulunması hakkında ümidimiz pek çok idi. Zaten İstanbul’da aldığımız kapalı zarf bize her halde Ereğli üstlerinde donanmaya mülaki olmak (buluşmak) gibi büyük ümitler vermiş idi. Ve her üç geminin on mil üzere kat-ı mesafe etmesi tarzındaki emirle yolun hesabı yapılarak orada donanmanın o saatte bulunacağı gibi fikirler vermiş idi. Bizin gemi on beş mil kat edecek bir halde bulunduğundan diğerleri bize uyacak zanneder iken kömürün fenalığından beş altı mil ancak seyredebiliyoruz.

 Diğer gemiler bizi beklemeye mecbur oluyorlar. Aman yarabbi ne büyük hata böylece üç gemiyi hiçbir muhafız olmadan denize çıkarmak ve içinde bu kadar eşya ve Erzak-ı Askeriye bulundurmak. Ya maazallah asker bulunsa idi, ne felakat binlerce düşünce ile o geceyi selematle geçirdik. 6 Kasım 1914 Cuma Sabah yataktan kaktım ilk işim etrafa bakmak oldu.

Ereğli üstlerine yakın bir mesafede idik Çay içip gemide bizden başka kimse olmadığından eski elbiselerimi giydim. Hava da oldukça sis var önümüzde giden Bahr-ı Ahmer ve Bezm-i Alem gemisi ara sıra sis içerisinde kayboluyorlardı. Bizde Ereğli ile Zonguldak arasında bulunuyorduk. Sahilden beş altı parça parça teknenin dumanı göründü sis ve uzak bulunması gemileri ferk ettirmiyor. Fakat sahilden gelmesi sebebi ile her halde bizim donanma olmasına hükmederek yolumuza devam ediyorduk. İstanbul’dan aldığımız kapalı zarf açılarak doğru Ünye’ye gideceğimiz ve orada Onuncu Kolordu komutanın emrine tabi olacağımız yazılı idi.

Beş altı dakika sonra top sesleri işittik sis nedeni ile ne olduğunu anlayamadık. Nihayet bizim donanma Rus donanması ile harp ediyor hükmünü verdik. Top sesleri artıyordu. Biz ise yolumuza devam ediyordu. Zaten makinede ocak çekilmiş istim az olduğundan üç, dört mil kadar hız yapabiliyorduk. Bir aralık sis dağıldı Bahr-i Ahmer vapuru geri dönmüş lakin makine kaportaları üstünde şiddetli alev ve yangın gözüküyordu ve Bezm-i Alem gemisi ise büyük bir şiddetle bombardıman ediliyordu. Biz gene anlamadık mutlak Rus Donanmasının taarruzu üzerine bizim donanma yetişip harbe tutuştular ve bizim donanmanın verdiği işaret üzerine bezm-i Alem ve Bahr-i Ahmer geri döndüler fikri oluşmuştu. Bizde gemiyi Ereğli istikametine çevirdik lakin istimin azlığından geminin yürümemesinden dolayıda dümen makinası çalışmıyordu.

Bir aralık bir geminin üstümüze gelmekte olduğunu gördük Süvari, üçüncü, dördüncü kaptanlar ile çarkçı başı köprü üstünde bulunuyorduk. Tekmil mürettebat ne olduğunu anlamak için güverteye toplanmıştı. Gelen gemi bizim Muavenet-i Milli büyüklüğünde gözüküyor bizde onlardan biri olmasına karar verdik bakıyoruz tamam yarım mil kadar kaldığı zaman birden bire baş direğine Rus bandırasını çekti o anda ilk mermi üstümüzde patladı. Gelen mermi birinci kamaradan girdi ikinci mermi sancak tarafında mataforayı parçalayarak vinçci Hüseyin’in bacağını yaraladı onun feryadı bütün bütün ortalığı dehşete verdi. Mürettebat ne yapacağını şaşırdı. Süvarinin emri üzerine beyaz büyük bir masa örtüsü baş direğe çekildi is ede Ruslar ateşe devam ettiler. Çarkcı başı bana haydi ne duruyoruz birer yelek bulalım dedi beraberce aşağıya indik birer mantar yelek aldık oradan dışarıya çıktık Mevla rahmet etsin Çarkçıbaşı Salih Efendi’yi son görüşüm oldu. Gemide kargaşa hakimdi herkes bir yerlere koşuyordu.

 Kamarot Madam Eleni gelmiş aman bey beni bırakma diye benden meded umuyordu orada bulunan iki kişi beybaba ne duruyorsun denize atla diyorlardı ailemi çocuklarımı göz önüne getirdim kendilerine kalben el vade ettim ne yapalım takdir-i Hüda böyle imiş diyerek son vazife-i diniyeyi icra ederek kendimi deniz attım. O mantar yelek ile kurtulacağım diye bir ümit beslemiyordum. 

Denize düştüğüm anda iki kere yuvarlandım battım çıktım çünkü güverteden atlamış idim gemi ağır ağır suya gidiyordu. Ruslar son vahşet olmak üzere yüz metreden attıkları mermi yeterli değilmiş gibi son olarak gemiye bir torpil attılar. Denizde bir iki yuvarlandıktan sonra elime bir ambar kapağı geçti. Evet, bu ambar kapakları çok kişinin hayatını kurtardı.  Deniz artık fırtına halini almış elimdeki kapağın altından kaldırıyor benim üstüme çıkarıyor vaziyetim fena idi onunla uğraşıyordum hem yoruldum hem de su yutuyordum o aralık Atıf Kaptanı gördüm bu tahtaya gel dedim tahtanın her iki tarafından birimiz tuttuğundan bu sefer tahta muvazenesini buldu rahat etmeye başladık. Bir müddet sonra o da kafi gelmedi geminin evvelce kırılan iskelesi yanımıza yakın bir mevkii de idi hemen ona geçtik. Zavallı gemi nihayet başı yukarı dikilerek kıçının üstünde kayboldu artık bizinde ümidimiz kayboldu. Tam bu sırada Rus gemisinden askerler denize savla atarak bizim gemicileri alıyorlardı. Bizde oraya doğru gittik bize de savla attılar tutamadık tutacak kuvvetimiz kalmamıştı. Onlarda anladılar Atıf kaptanla çarmık indirdiler. Gemiye çıktık bizi soydular arkamıza birer Rus kaputu verip çırıl çıplak baş altına götürdüler. Rus askerleri sandıklarından kendi eski pantolon, fanila gibi eşyalarını çıkartıp bizlere verdiler. 7 Kasım 1914 25 Cumartesi Ruslara nereye gideceğimizi sorduk. Sivastopol olduğunu anladık.“ 

Foto: Kaptan İhya Görgün

Böylece 1914 yılından 1920 yılana kadar sürecek olan esaret yılları başlamıştı. Şükrü Yaman’ın yazdığı Türk Deniz Ticareti ve Türkiye Denizcilik İşletmeleri Tarihçesi 2 kitabında belirttiği üzere Bahr-İ Ahmer – Bezm-İ Alem Ve Mithatpaşa gemilerinde toplam 220 mürettebat bulunuyordu bu mürettebattan bazıları kıyıya yüzerek bazıları boğularak öldü, bazıları Sibirya’da sürgünde öldü bazıları ise sürgünden dönerek yaşantılarına devam etti. Ancak bu üç gemide ne kadar asker bulunuyordu bunların akıbetleri hakkında hiçbir bilgi bulunmamaktadır.(Tam sayıyı bilinmemekle beraber üç bin civarında şehit verildiği tahmin ediliyor.)  Olayın vuku bulması üzerine basına uygulanan sansür nedeniyle de bu konu halk tarafından hiç bilinmedi kıyıya yüzerek kurtulanlar ve sürgünden dönenlerin anlatımlarıyla da ancak çok az kişi bu olaylardan bilgi sahibi olabildi.   

 Batırılmadan sonra denizden toplananların bir kısmı yolda veya Rusya’da hastaneneler de ve esir kamplarında yaralananlar da tifo, tifüs gibi bulaşıcı hastalıklından veya bakımsızlık ve kötü gıda veya doğal sebeplerden hayatını kaybetmiş, hayatta kalanlarsa Çarlık Rusya’nın yıkılmasından dört ile yedi yıl gibi uzun zaman sonunda esir kamplarından kaçarak Türkiye’ye Dönebilmiştir. 

Sürgünden kaçarak kurtulanlardan biride Kaptan Mehmet İhya Görgün’dü İhya Kaptan 1895 yılında İstanbul’da doğdu. Tüm yaşamını Haliç’te Kaptanlık yaparak geçiren Hasan Kaptan’ının torunu idi küçük yaşta denizciliğe heveslenmesinde dedesinin anlattığı denizcilik anılarının payı olsa gerek 19 yaşında o zamanki adı Ticaret-i Bahriye ve Çarkçı Mekteb-i Aliyesini ( Bu günkü İstanbul Teknik Üniversitesi Denizcilik Fakültesi)  bitirdi. İlk gemisi Sayhun’du. (ne gariptir ki Seyhun Gemisi’de 1915 yılında Ereğli açıklarında Ruslar tarafından batırıldı) bilahare Bezm-i Alem gemisine atandı. 

 Bezm-i Alem gemisinin batırılması ile de 6 yıl sürecek olan sürgün hayatı başlamış oluyordu. Sivastopal’dan bir hafta süren tren yolculuğu sonrasında Sibirya’ya ulaşmışlardı. İhya kaptan 6 yıl süren esaretten çalışarak biriktirdiği para ve yerli halktan gördüğü yardımlarla esir kampından kaçarak sahte bir Arnavutluk pasaportu çıkartmış Trenle Rusya’nın en doğusuna (Güneşin en erken doğduğu yer anlamına gelen) Vladivostok limanına gelerek burada bulunan bir gemiye tayfa yazılarak Japon denizi, Hint Okyanusu, Süveyş kanalı, yoluyla Trieste’ye oradan da Viyana’ya geçmiş ve trenle İstanbul’a gelmiş. Trende inip Taksim’de evlerine gidecek parası olmaması nedeniyle Sirkeci’den Taksim’e kadar yürüyerek evine gitmiş, ailesi oğullarını karşılarında görünce çok şaşırmışlar doğal olarak bayılanlar olmuş sonra büyük bir mutlulukla birbirlerine sarılmışlar. 

Ertesi gün çalıştığı Osmanlı Seyr-ı Sefain İşletmesi’ne giderek çalışma isteğini belirtmiş, İdare elindeki gemilerin birçoğunu savaş nedeni ile kaybettiğinden kendisine ihtiyat kaptanlığı verebilmiştir. 1927 yılına kadar Kadıköy ve Adalar’a sefer Haydarpaşa ve Bağdat vapurlarında kaptanlık yapmış, 1927 yılında Gelibolu gemisine kaptan sonraları Gülcemal gemisinde 2.Kaptan,Ege gemisinde 2. Kaptan 1933 yılında Gülnihal gemisinde Süvari 1936 Gülcemal gemisinde süvari .Aksu gemisinde süvari 1938 yılında Haliç Tersanesin de, 1939 yılında Denizyollarında Güverte Enspektörü, 1944 yılında İstanbul Liman İşletmesi’nde Müdür olarak görev yaptıktan sonra  1952 yılında emekli olmuş  1965 yılında 70 yaşında iken hayata gözlerini kapamıştır. İhya Kaptan’ın hikâyesi bir vesile ile tanıştığım oğlu Prof Dr Bedrettin Görgün tarafından anlatılmıştır.  

Foto: Prof.Dr. Bedrettin Güngör

Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş Tarih ve Sanat Merkezi sorumluluğunu yaptığım bir gün Müzemizi gezen bir beyefendi bana gelerek isminin Prof.Dr. Bedrettin Görgün olduğunu babasının kaptan olduğunu burada çalıştı söyledi babasının sicil dosyasını bularak incelenmesi için kendisine verdim.

 Ayrıca yukarıda bahsettiğim Şükrü Yaman’ın yazdığı Türk Deniz Ticareti ve Türkiye Denizcilik İşletmeleri Tarihçesi 1 ve 2 kitabını kendisine hediye ettim. Bu tutumundan çok Memnun olan Prof.Dr. Bedrettin Görgün bir sonraki ziyaretinde Babasının Bez-i Alem gemisinde Mülazım Kaptan iken Ruslara esir düştüğünü 6 yıl süren bu esaretten kurtularak Türkiye’ye döndüğünü anlattı ayrıca da babası ile ilgili resimler getirdi. Getirdiği resimler arasında babasının ilk kaptanlığını yaptığı Gelibolu gemisinin resmi sonra Haliç 3.Numaralı geminin resmi ki bunlar benim için çok önemli idi bu gemilerin kayıtları olmasına rağmen resimleri yoktu. Hocam denizcilikle ilgili belge resim varsa bunları bizimle paylaşırsanız çok mutlu olacağımı belirtmiştim. Bunun üzeri Prof.Dr Bedrettin Görgün babası ile başka resimler ve belgeler araştırırken eski Türkçe yazılı bir tomar kâğıda rastlar.

Bunları incelenmesi için Yapı Kredi yayınlarına götürür bu belgelerin Mithatpaşa gemisinin Kâtibi Hasan Basri Efendi’nin Mithatpaşa gemisinin İstanbul’dan hareketi, geminin batırılması, Ruslar tarafından esir alınarak önce Sivastopal’a götürülmesi oradan da Sibirya’ya sürgüne gönderilmesi ile sürgünde esir kampında yaşananları yazdığı notlar olduğu anlaşılır. Mithatpaşa gemisinin batmasından 95 yıl sonra bulunan bu notlar Yapı Kredi Yayınların da Yücel Demirel Ziver Öktem ve Cemile Kesim Moralıoğlu tarafından günümüz Türkçesine çevrilerek “Bir Gemi Kâtibinin Esaret Hatıraları “ adı ile kitap haline getirilmiştir. 

Böyle bir eserin ortaya çıkmasında okyanusta bir çay kaşığı kadar katkım olmasından dolayı da kendimi mutlu addederim.