İtalo Calvino “Görünmez Kentler” Kitabında bazı kentlere karadan bazılarınaysa denizden gidildiğini, nereden gidildiğine bağlı olaraksa kentin farklı bir yüzüyle karşılaşıldığına ilişkin yazdıklarıyla iz bıraktığı algıma, şehrin izlerini bulduğum, bir şeh

İtalo Calvino “Görünmez Kentler” Kitabında bazı kentlere karadan bazılarınaysa denizden gidildiğini, nereden gidildiğine bağlı olaraksa kentin farklı bir yüzüyle karşılaşıldığına ilişkin yazdıklarıyla iz bıraktığı algıma, şehrin izlerini bulduğum, bir şehri gece terk ederken bir başkasına, bir başka sabahın erken saatlerinde varmanın, ya da sabah terk edip, aradan geçen uzun günlerin sonunda ve bir başka gecenin takviminde ve mutlaka denizden varmanın, geçen zamanı yok sayabilecek, uykuya yatmakla uykudan uyanmak arasında bir zamana sıkıştırılabilecek heyecanında uzun, uzak imgeler bırakır. 
 
 

Denizden varılan bir kentin, günün hangi saatinde varıldığıyla ilgili başka yüzleri karşılar insanı ilk olarak. Doğan günün kızılı, günbatımının yalnızlığı-en çok yalnızlık demektir günbatımı-, gecelerin okyanuslarla yarışan uçsuz bucaksız karanlığı-bulduğunuz ya da kaybettiğiniz ya da hep peşinden gittiğiniz bir düşün yansımasıdır o sonsuz karanlık-, ya da yıldızlarla paylaşılan ağırlığından sıyrılıp varılan şehir ışıkları- bir hayale varış ve kaçınılmaz yeni bir hayalin ardından göz kırpan bir uğurlama törenidir de aynı zamanda-… Bazen kişiye göre hissi değişen bir ya da birkaç gecenin, ağırlıkla da uzun süreli zamanların ardından varılır. Birkaç gün ya da birkaç on gün arasında değişen zamanlarla değişen zaman algınız, birbirini tekrar eden ve diğer yandan bazen bir gün öncesine ya da sonrasına hiç benzemeyen günler arasında, iki mavi ya da iki koyu karanlık arasında geçer yollar. Hiç bitmeyecek sandığınız bir noktada, yanılsamaya düştüğünüzü düşündürecek uzaklıktan gözlerinizi alan bir ışık, bir başka tekne, bir gemi, ya da sizinkinden farksız bir arayışın seyir fenerleri değilse, artık varacağınız bir şehrin ilk göz kırpışlarıdır. Şehri aydınlatan sayısız ışık, liman kapısında bekleyen kırmızı ve yeşilin arkasında, haritalarla ve haritalarda varılan bir uzaklıktadır.  
 
 

Önce hayallerde varılır bir kente. Yapılacakların kurgusu düşler kurdurur insana. Neler bulacağını, ne beklediğini bilmeden varır, karşına çıkacaklara hazır, hayallerini sunarsın kente. Kentin üstüne düşenleri yapmasını bekler ya da sen hayali olursun kenti bütünleyen bir parçanın. Sana verdikleri, sahip olabildiğin kadar renklendirirken hayatını, senden götürdükleriyle de senindir yine de. Sen büyüdükçe küçülen dünyanın, ya da sen kapladığın yer kadar küçüldükçe dünyada, hayallerle büyümeye devam edecek, sen vardığını sandıkça senden uzaklaşıp, arkasından sürükleyecek imgelerle vardığın hayallerinin denizleri, o denizlerin kentleri, demiri kopmuş bir gemi gibi salınıp duracak hayallerinde.
 
 

 Sonra haritalarda varılır bir kente. Üzerinden geçtiğin denizlerin, geçirdiğin günlerin, gecelerin, yalnızlıkların armağanıdır henüz ayak basmadan haritalarda vardığın kentler. Daha varmadan işaretlemeye başlarsın harita üzerinde geçtiğin yolları. Rotanı çizmiş, varacağın kenti bir daireye almış, varış yollarında yaşadıklarını, görüp, düşündüğün, hissettiğin her şeyi haritaya işler gibi işlersin belleğinin coğrafyalarına. Arkada bıraktığınla önüne aldığın yollar arasında, iki okyanus boyu mesafe görürsün bazen. Sanki o yolları aşan sen, önündekileri aşacak olan bir başkası gibi gelir, haritanın gerçeğiyle algının gerçekleri arasındaki yaşanmışlık detaylarında. Gün olur dolar, gece olur biter, yaz olur, kış olur, mevsimler geçer, fırtınalar, sayısız detay geçerken yol boyu aştığın ve vardığın sulardan, haritaya bakar, varmış sayarsın kendini ve yol boyu gerçeklerin arasında köşede bir yerlerde beklemiş hayallerini ısıtırsın…
 
 

Sonra gerçekte varılır bir kente. Artık yaşanacak ne varsa, kent kendini sunarken sana, sen de ona verirsin bütünüyle kendini. Sen onu yaşarken, o da seni yaşıyordur. İzler bırakırsınız birbirinize, düşlerinize, gerçeklerinize, bazen bedenlerinize birbirinizin... Hayalden ve haritadan çıkmış gerçek, artık birebir senin olan ve senin sunduğun, bir zaman sonra anı olacak ve en son anılarda varacağın bir uzaklıkta, ama kaçınılmazındadır yine bir kentin. Nerde olduğun, ne yaptığın, hangi dünyada nasıl bir gerçekte olduğun, anıyı güçlendiren ya da izlerini belirginleştiren, silikleştiren birer imge gibidir artık. Gerçekten bağımsız, bir gerçeğin dışına da düşmeden, her zaman varılan, daha öncede varılmış, her zaman senin olan bir yerde ve sana kadar bir uzaklıktadır artık orası.
 
 
Öyle ki aylar, yıllar, aşklar, acılar, fırtınalar geçer üzerinden ve yaşanmış her şey demir atar belleğe ve en son anılarda varılır yine o yerlere… o denizlere, o kentlere…  Bazen, zamanı açık denizde ve karada farklı parametrelerle yaşarken yaşantının detaylarına takılan iz’ler, zamanı geldiğinde onları yerlerinden kaldıracak yeni detaylara takılır ve dönüp bakmaktan, el değmemiş bir koyda, daldığınız bir akvaryumu seyrederken gözden kaybetmemeye çalıştığınız tekne demirinin güven veren ağırlığında, farklı duygularla bazı şeyleri yeni görüyormuş gibi hissetmekten alıkoyamaz insanı. Zira verdiği güvenin ağırlığında demire yaslanan akıl, denizden varılmış kentlere, zamana ve eşyaya kazınmış anılara ve bellekte açılmış bir yaranın derinliğine takılır. Vira bismillah der, demiri koparmak istersiniz o derinlikten.
 
Öyle ağır gelir ki demir, çektikçe görürsünüz ki; denizler, kentler, anılar ve yaralar ve demir, iz bırakır düştüğü, oturduğu yerlerde. Anılarda ve anılarla varılan iz’lerin gölgesinde zamana ve yaşantının detaylarına cevaplar ararken bulduğunuzsa, denizle aranızdaki karşı konulmaz ilişkidedir artık:
 
Aşk, denize düşmüştür… 

Sitem Ateş

Uzakyol 5.Kaptanı, Yazar

Yazıdaki  fotoğraflar Sitem Ateş tarafından çekilmiştir.