Yazılan ilkyazı daima çok önemlidir. İnsanların hemen tamamı sizi ilkyazınıza bakarak puanlar. İlki hoşlarına gitmişse köşenizi daima ziyaret ederler. Yok, gitmemişse yandınız. Bir daha kimse dönüp yüzünüze bile bakmaz. Sizde bir köşede öylece yazar, çize

Yazılan ilkyazı daima çok önemlidir.

İnsanların hemen tamamı sizi ilkyazınıza bakarak puanlar.

İlki hoşlarına gitmişse köşenizi daima ziyaret ederler. Yok, gitmemişse yandınız. Bir daha kimse dönüp yüzünüze bile bakmaz. Sizde bir köşede öylece yazar, çizer, kendi yazdığınızı da sadece kendiniz okursunuz.

Bugün sizlere bu köşeden ilk kez ‘Merhaba’ diyeceğim. Bu nedenle belki de fazlaca ilgi çekici, çok hoşa gidecek bir konu ile başlamam gerekecek.

Ancak ben… Denizle şu veya bu şekilde alakası olan veya olmayan değerli okurlar ben bu riski göze alacak ve Denizhaber’deki ilkyazıma da acentelikten söz ederek başlayacağım.

Bundan sonraki satırlar ve bu sitede yayınlanacak tüm yazılarımın sevgili okurlarımızın ve sektörümüzün değerli emekçilerinin yüzlerini biraz olsun güldürebilmesi dileğiyle herkese Merhaba…

Her mesleğin kendisine has zorlukları olmakla beraber bizim sektörde zannederim bu zorluk hepsinden biraz daha fazladır. Denizcilik sektörüne uzaktan yakından bulaşmış her kim varsa
bir süre sonra hafta sonu, bayram, yılbaşı, özel günler ve sair kavramları unutmak durumunda kalır. 

Koşullar önceleri biraz zor gelip insanın tabiri caizse canını yaksa da, camiadaki bu adı henüz resmen tanımlanmamış mikrop kanına hızlıca yayıldığından bir süre sonra farkında olmadan alışır. Hatta zamanla bayram ve yılbaşı tatilleri, doğum günleri, arkadaş toplantıları, sosyal faaliyetler ve dahi hafta sonları işe ket vurmuş vurabilecek ne varsa her şeye gıcık olmaya başlar. Yılbaşı ve benzeri günlerde diğer insanlardaki heyecan ve hareketi görerek bu duyguları nedeni ile ikileme girer ve bende bir anormallik mi var acaba diye de düşünmeye başlar.

Nereden mi biliyorum? Cevabı basit. Ben bir acenteyim.

Bir acente yılbaşı veya bayram günleri şöyle dursun; açıkça gerekmedikçe tatile de çıkmaz. Tüm bu zorluklarına rağmen denizin suyundan mı, limanın tozundan mı bilinmez ama bu mesleğin içine girip tadını alan(!) öyle kolayca bu işten ayrılamaz. Mecbur kalıp ayrılırsa da yanından yakınından geçerken limana, hele de gemilere özlemle bakıp iç geçirir.

Sadece acente olmak değil bir acentenin ailesi olmakta zordur aslına bakacak olursanız. Onun çocuğu, karısı veya kocası iseniz belli bir süre sonra sizde bu duruma uyum göstermeye farkında olmadan alışırsınız.

Nereden mi biliyorum? Çünkü sevgili babamda mesleğine aşık bir acenteydi.

Ne iş yapar acenteler?

İlk başladığım yıllarda hiç üşenmeden oturup tek tek yaptıklarımı not alarak bu mesleğin tam bir tanımlamasını yapmaya çalışırdım. Açıkça itiraf etmeliyim ki; beceremedim! Yazdıklarımın ve tanık olduğum işlemlerin sonu bir türlü gelmiyordu.

Bu konuda dertlendiğimi gören babam halime acımış olacaktı ki elime bir sayfa tutuşturdu.

Merakla baktığımda ‘Acenteni çağır’ isimli yedi dizelik bir şiir olduğunu gördüm.

Şiiri okuduğunuzda anlıyordunuz ki bir acente yabancı bir limanda bulunan bir geminin ve bu gemideki personelin her şeyidir.

Resmi makamlarla muhatap olmaları gerekse de, doktora ihtiyaçları olsa da, canları sıkılıp gönülleri bir bardak kahve çekse de hep acentelerini çağırmaları gerekiyordu.

Bitirdiğimde gülmekten gözümden yaşlar gelmişti. Gelmişti gelmesine de o günden sonra artık not almayı bıraktım. Aksi halde hayatımı yazmam gerekecekti. Çünkü bir acentenin görevleri bitip tükenmek bilmiyordu.

Şimdi eminim bu şiiri aramızda bilen birçok kişi çıkacaktır. Bu kadar reklâm yaptıktan sonra aslında bilenler bilmeyenlere anlatsın demek olmaz. Ancak bu yazıyı daha fazla uzatıp da daha ilk günden milletin gözünü korkutmak hiç olmaz.

Bu komik ama bir o kadarda gerçekçi şiiri de isteyen olursa önümüzdeki günlerde hem İngilizce hem de Türkçe versiyonu ile paylaşırız.

Şimdilik sevgiyle kalın.