Önceki hafta Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan Mustafa Balbay’ın "ABD, Boğazlarda Ayrıcalık İstiyor" başlıklı köşe yazısı ilginçti.Mustafa Balbay; yazısında ABD'nin Türkiye’ye "Boğazlar'ı bana Montrö hükümlerini dikkate almadan aç" istemini ilettiğini öne

Önceki hafta Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan Mustafa Balbay’ın "ABD, Boğazlarda Ayrıcalık İstiyor" başlıklı köşe yazısı ilginçti.

Mustafa Balbay; yazısında ABD'nin Türkiye’ye "Boğazlar'ı bana Montrö hükümlerini dikkate almadan aç" istemini ilettiğini öne sürüyordu.

Yine geçtiğimiz günlerde Ortadoğu gazetesinde bu kez Taylan Sorgun "Boğazlar -Sevr -İncirlik -Montrö Hattı" başlıklı yazısında Boğazlar'ın tarihinin stratejik etüdünü yaptıktan sonra "ABD, İncirlik talebinde ısrarlıdır. Ama onun yanında (Montrö) Boğazlar Antlaşması'nın değiştirilmesinin hazırlıklarını yapmaktadır." iddiasını ortaya koyuyordu.

İki yazarın görüşlerinin ortak noktasını söylemek gerekirse bu; ABD'nin (Taylan Sorgun AB'yi de buna ilave ediyor) Montrö Sözleşmesi'nin değiştirilmesi için hazırlıklar yürüttüğü ve Boğazlarda Türkiye'nin kontrolünün ve askeri egemenliğinin uluslararası sigortası olan; aynı zamanda Karadeniz'i bir bölgesel barış denizi haline getirmiş olan 1936 Tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin küresel satranç oyununda güçlü taşlarla sıkıştırılmakta olduğu şeklinde özetlenebilir.

Boğazlar'ın bir bölge dışı ülkeye Montrö hükümlerinin dikkate alınmadan açılması isteğinin resmen iletilmiş olup olmadığını bilemiyoruz. Benim kişisel kanaatimce böyle bir isteğin en azından “resmen” yapılması mümkün değildir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi; halen geçerli ve yürürlükte olan bir anlaşmadır. Bu anlaşma yürürlükte kaldığı müddetçe böyle bir teklifin yapılması da, kabul edilmesi de düşünülemez.

Montrö Sözleşmesi’nin bazı ülkelere uygulanmaması diye bir durum söz konusu olamaz. Böyle bir inisiyatif ilgili anlaşmanın ihlali anlamına gelir.

Anlaşmanın sona erdirilmesi yöntemleri yine anlaşmanın içeriğinde mevcut olduğundan; taraflardan birisinin anlaşmayı ihlal etmesi konunun Lahey Adalet Divanı’na götürülmesi de dâhil olmak üzere uluslar arası hukuk yöntemlerinin devreye girmesini gerektirebilir.

Ben konunun bu kısmını uluslararası hukuk uzmanlarının değerlendirmesine bırakarak; ABD'nin Türk Boğazları'na ilgisinin tarihsel başlangıcına değinerek; sonrasında bir başka ilginç benzerliğe dikkat çekmek istiyorum.

Bilindiği gibi 7 Mayıs 1930 tarihli Amerikan-Osmanlı Seyir ve Ticaret Antlaşması; o zamana kadar Avrupa'nın güçlü devletlerinin gemilerine tanınmış olan ayrıcalıkların ABD gemilerine de uygulanmasını sağlamıştı.

ABD; o dönemlerden başlayarak Boğazlarda Osmanlı İmparatorluğu'nun kontrolünü kabul etmez bir politika izlemiş; geçiş serbestisini savunmuş; ancak yine de 1871 Londra Anlaşmasından 1. Dünya savaşına kadar olan dönemde savaş gemilerini gönderip Karadeniz'e çıkışı zorlama teşebbüsünde bulunmamıştır.

1906 yılında ise ilginç bir olay olur*.

Amerikalı Amiral Colly N. Chaster; Osmanlı İmparatorluğunca gerçekleştirilen Ermeni Tehciri'ni araştırmak üzere resmi görevle İstanbul'a gönderilir.

Amiral Chaster'in Ermeniler ile ilgili neler yaptığı pek bilinmiyor. Bilinen; Osmanlı İmparatorluğu topraklarındaki petrol rezervlerini öğrenip aceleyle Amerika'ya geri dönüp bu petrol konusunda destek ettiği ve daha sonra yeniden İstanbul'a gelerek Padişahtan demiryolu yapımı ve Irak, İran ve Mezopotamya'yı içeren bölgede petrol arama imtiyazı talep ettiği. Padişahın Osmanlı Topraklarındaki petrol imtiyazı sözü yerine getirilmez; ancak Amerikalılar, İstanbul, İzmir, Samsun ve Beyrut çerçevesi içerisinde faaliyetlerini 1. Dünya Savaşı başlangıcına dek sürdürürler.

Gelelim ilginç benzerliğe.

2. Dünya savaşı sonrası… Sovyet Dışişleri Bakanı Molotof, 19 mart 1945’te Moskova’da bulunan Türkiye Büyük Elçisine bir nota gönderiyor.

Bu notada 17 Aralık 1925 tarihli Dostluk ve Saldırmazlık Paktının feshedildiği bildiriliyor.

7 Haziran 1945’te ise bu kez Sovyetler Birliği ile Türkiye anlaşmak istiyorsa; Türkiye-Sovyet sınırının değişmesi, Boğazlarda Sovyet Rusya’ya üs verilmesi Montreux sözleşmesinin yeniden düzenlenmesini isteniyor.

Bu durum karşısında Türkiye bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumakta endişe duyarak, silahlı bir Sovyet saldırısına uğradığı taktirde tek başına da olsa karşı koymak azminde olduğunu dünyaya ilan ediyor.

2. Dünya savaşı sonrası Birleşik Amerika ile İngiltere’nin Sovyetler Birliği ile savaş sonrası iş birliği gerçekleştirmek üzere 17 Temmuz-2 Ağustos 1945 arasında toplana Potsdam Konferansında da Türk Boğazları görüşülüyor.

Potsdam’da Sovyetlerin Boğazlar üzerindeki istekleri ve Boğazlar rejimini değiştirmek yolundaki teklifleri ile Sovyetler, Türkiye üzerinde yeniden baskı kurmak istiyor.

Ancak ne var ki, Potsdam’da üç devlet Boğazlar konusunda anlaşamıyorlar. Bir konuda anlaşıyorlar ki bu önemli:

Potsdam’da “Boğazların yeni bir rejime tabi olması ve Amerikanın Boğazlar üzerinde söz sahibi olması hususunda” mutabakata varılıyor.

ABD, Türk Boğazları’na verdiği önemin bir göstergesi olarak, 2. Dünya savaşını bitiren anlaşmanın imzalandığı ünlü Missouri zırhlısını İstanbul’a getirip, 5 Nisan 1946’da Dolmabahçe önlerine demirletiyor.

Sovyetler, 7 Ağustos 1946 ve 25 Eylül 1946 tarihli notalar ile Potsdam’daki iddialardan da ileri giderek, Boğazların statüsünün yalnız Karadeniz’e sahildar devletler tarafından arasında tespit edilmesini ve kendilerine üs verilmesini istiyorlar.

Türkiye Sovyet Rusya’ya verdiği tarihli cevabı notalarda, Boğazlar rejimini değiştirecek bir konferansı kabul ettiğini ancak, bu konferansa A.B.D.’nin de katılacağını, Türkiye’nin egemenlik haklarına ve güvenliğine aykırı hiçbir teklifi kabul etmeyeceğini bildiriyor.

Dolayısıyla Potsdam’da İngiltere-Sovyetler ve ABD arasında varılan mutabakat; Türkiye tarafından da resmen kabul görmüş oluyor.

Olaya ABD’nin müdahalesi; Sovyetler Birliği’ne geri adım attırıyor.

Daha sonra Türkiye’nin NATO üyeliği ile birlikte savunma kalkanı içerisine alınması bu konudaki sıkıntılara daha kurumsal bir çözüm getiriyor.

Nereden nereye.

O günlerde Sovyetler Birliği'nin yaptığının tam olarak değilse bile bir benzerini; Mustafa Balbay'ın öne sürümü doğruysa; bugün ABD yapıyor.

Yine o günlerde Montrö Sözleşmesinden memnun olmayan ve Sözleşmeyi yeniden masaya yatırmak isteyen Rusya; bugün Sözleşmenin devam ettirilmesinden yana.

Ayrıca; Türkiye de dahil olmak üzere bütün bölge ülkeleri Montrö Sözleşmesi’nin özellikle askeri anlamda Karadeniz’i “Bölgenin Denizi” yapıyor olmasından son derece memnunlar.

NATO'nun yeni üyeleri ve Montrö Sözleşmesi tarafı olan ülkeler Bulgaristan ve Romanya'da henüz tutum değişikliği yok. Ama yarın olur mu; bilinmez.

Bölge ülkeleri Montrö Sözleşmesinden memnunken; “Bölge dışı güçler” in aynı memnuniyeti duyup duymadığı konusunda Mustafa Balbay'ın sahip olduğu endişeleri paylaşmamak güç.

Türk Boğazlarının önemini güncel anlamda arttıran son on yılda önemli bir gelişme daha var: Asya-Avrupa enerji koridoru ve Hazar Bölgesi ve Orta Asya petrolleri…

Hazar Bölgesi; “yeni Basra Körfezi” olarak da adlandırılıyor, bulunan zengin hidrokarbon yataklarından dolayı bölge bu adı hak ediyor. Bölgenin petrol rezervinin 40 Milyar Ton civarında olabileceği tahminleri yapılıyor.

Uzmanların yaptığı analizlerde 2020 yılına kadar uzanan süreçte Orta Doğu petrollerinin Batı pazarlarından giderek çekilip daha çok Uzak Doğu, Çin ve Japonya pazarlarına gideceğini; Orta Asya ve Hazar petrollerinin ise üretiminin katlanarak Batı Avrupa ve ABD pazarlarına yöneleceğini öngörmektedirler.

Bu öngörülerle ABD'nin Karadeniz merakı aslında paralellik arzediyor.

Küresel enerji kaynaklarına bakıldığında ABD’nin bu bölgelere askeri anlamda da yakın olmak istediğini görmek zor değil. Özellikle bu gücün simgesi haline gelen uçak gemilerini enerji kaynaklarına yakın konumlandırmak yönündeki strateji pek çok kanıtıyla açık ve seçik görülebiliyor.

Oysa Montrö Sözleşmesi Karadeniz'de bulundurulabilecek bölge dışı ülkelerin savaş gemilerini toplam tonaj olarak 45 Binle; zaman olarak 21 günle sınırlıyor.

Uçak gemilerinin geçişi ise bütünüyle yasak.

“Çıkarlarım dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun askeri anlamda da oraya yakın olmalıyım” şeklinde özetlenebilecek yeni küresel güç stratejisi Karadeniz’de var olma isteği çerçevesinde Montrö Sözleşmesi'ni engel olarak değerlendiriyor olabilir.

Bu anlamda Sayın Mustafa Balbay’ın endişeleri ve değerlendirmelerine bir ölçüde katılmamak olanaksız.

Son günlerde bazı üniversitelerimizin öncülüğünde alttan alta düzenlenen konferanslar ve sempozyumlarla da acaba bu işlerin altyapısı mı oluşturulmaya çalışılıyor endişesi haklı olarak oluşuyor.

Küresel güç dengelerini iyi yorumlamak ve değerlendirmek açısından Türkiye'nin tarihten gelen deneyimi ve kültürü vardır.

Büyük bir imparatorluğun siyasi deneyimleriyle yoğrulmuş, tarihini bilerek geleceğe bakan çağdaş kadrolara sahip olan Türkiye Cumhuriyeti küresel güç karşılaşması içerisinde yapılmakta olan bu hamleleri değerlendirecek ve gerekli manevraları yapacak bütün unsurlara fazlasıyla sahiptir.

--------------------------------------

* Rozakis&Stagos: The Turkish Straits